* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Muhteşem Fetih  (Okunma sayısı 2348 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Muhteşem Fetih
« : Ağustos 15, 2024, 09:00:02 ÖÖ »


Muhteşem Fetih

Tarihçilerin ortak kanaatine göre İstanbul, tabiî güzellikleri, coğrafi durumu ve stratejik açıdan yeryüzünün en mühim şehirlerinden biridir.

Çağların akışına ve şartlara göre azalıp çoğalma gösterse de, bu "mühim oluş" dâima var olmuş ve bundan sonra da var olagelecektir.

Bu özellikleriyle İstanbul, çeşitli milletlerin istilâ hırsını üzerine çekmiştir. Bunun için,  Avar ve Bulgar Türkleri, Sâsâniler ve Araplar bu güzel şehri ele  geçirmek üzere defalarca kuşatmışlar ancak surlarının dayanıklılığı sebebiyle başarılı olamamışlardır.

İstanbulÕun fethi, müslüman milletlerin başlıca gayelerinden biriydi. Çünkü Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: " İstanbul, mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir." (1)

Muhtemelen bu müjdeye nâil olabilmek amacıyla, MuâviyeÕnin halifeliği  (661-681) esnâsında Arap orduları İstanbulÕu kuşatmışlardır. Hz. PeygamberÕin bayraktarı Ebû Eyyub el-Ensârî de bu kuşatmada bulunmuş ve bugün türbesinin bulunduğu yerde savaşırken şehid olmuştur. Araplardan sonra Osmanlı Türkleri de aynı ulvî gâyeye yönelmişler, Yıldırım Beyazid, Musa Çelebi ve II. Murad, İstanbulÕu altı kere kuşatmışlardır. Ancak, bu muhteşem fetih, Sultan II. MehmedÕe nasîb olmuştur.(2)

Dinî ve millî duyguları çok sağlam olan II. Murad, oğlu II. MehmedÕi aynı terbiye içinde yetiştirmiştir. İstanbulÕun fethinde önemli bir payı olan II. MuradÕın, bu fetihte iki mühim katkısı olmuştur. Birincisi, Varna ve II. Kosova savaşlarında Haçlı ordularını perişan ederek, BizansÕın Avrupa umutlarını yıkmış ve bir kuşatma anında onların yalnız kalmalarını sağlamıştır. İkincisi ise, oğlu II. MehmedÕin dinî ve dünyevî ilimlerle techizine o kadar önem vermiş ki, bunun için özel hocalar görevlendirmiştir.

II. Mehmed, şehzâdelik döneminde, ilmî bir çevrede yetişmiş, değerli bilginlerden, dînî ilimler dışında felsefe ve matematik okumuş, Farsça, Arapça, Latince, Yunanca ve SırpçaÕyı yeteri kadar öğrenmiş, ayrıca tarih ve coğrafya bilgisiyle desteklenen mükemmel bir askerlik bilgisi edinmiştir. II. MehmedÕin geleceğe hazırlanmasında; Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Hoca Zâde, Hızır bey Çelebi, Ali Tûsî, Molla Zeyrek, Sinan Paşa, Molla Lütfi, Fahreddin Acemî ve Hoca Hayreddin gibi zadlar görev almışlardır.

Bütün bu hocaların yanında II. MehmedÕe göre farklı bir zât daha vardır. Akşemseddin denilen bu kişi onun için sâdece bir hoca olmaktan öte bir semboldü. II. MehmedÕdeki cevheri keşfeden Akşemseddin, bütün himmetiyle, onu geleceğin "Fatih"i olmaya yöneltmiştir. II. Mehmed, bu bilginlerin ilim ocağında ve sohbet meclisinde, ilim, hikmet ve irfan pınarından kana kana içmiştir. Hocaları onu, sanat, edebiyat, şiir zevkiyle beslemişlerdir. O, müsbet ve mânevî ilimlerden nasîbini almış, hür düşüncenin, yazıp  okumanın, araştırmanın, ilmî tartışmaların nimetlerine erişmiştir. Merhum Nihad Sami BANARLI'nın dediği gibi, ‘’Öyle hocalar elinde (öyle bir ortamda) yetişen herhangi bir Osmanlı şehzâdesinin bir Fâtih olmaması kolay değildi." (3)

Büyük zaferlerin derin bir plânlama, tetkik, tahkîk ve hazırlanma devreleri vardır. Özellikle İstanbulÕun Türkler tarafından fethi gibi,  bir çağı kapatıp yeni bir çağın açılmasına vâsıta olacak haşmetteki büyük hâdisenin hem mânevî hem fizikî açıdan, hem keyfiyet hem de kemmiyet noktasından ciddî bir hazırlık dönemi vardır.

II. Mehmed, Hz. PeygamberÕin müjdesine erişmeyi gönül dünyasında beslerken, teknolojide belirli bir seviyeye gelmeden büyük fethe kavuşmanın da mümkün olmadığının şuurunda idi. Bu sebeple bütün fen bilginleri ve teknisyenler gece-gündüz İstanbul kuşatmasında kullanılacak araç ve gereçleri hazırlamaya girişmişlerdi. Çünkü, İslâm inancına göre, Allah'a gerçek tevekkül ancak böyle olurdu.
II. Mehmed, İstanbul surlarını tahrip edecek ve Bizanslılarda panik meydana getirecek topların plânını, bizzat mühendisleriyle beraber kendisi çizmiş ve bunları Edirne'de döktürmüştür. (4)

II. Mehmed, İstanbul kuşatmasını başlatmadan önce, Bizans'ın Hıristiyan âlemi ile irtibatını kesmek gerektiğini derin ve ince görüşü ile anlamıştı. Bunun için büyük babasının babası Yıldırım Beyazid'in, Boğaz'ın Anadolu kıyısına yaptırdığı Anadoluhisarı'nın karşısına, Rumelihisarı'nı inşâ ettirdi. Rumalihisarı'nın kuşatma hazırlıkları sırasında dört ay gibi kısa bir zamanda inşâ edilmesi onun en önemli icraatlarından biri sayılır. Böylece Sultan II. Mehmed, biri boğazın Anadolu, diğeri Rumeli sâhilinde yükselen bu iki hisar sâyesinde boğazı kapatmış,  Trabzon'daki Rum İmparatorluğu'nun Bizans'a erzak, silâh ve asker yardımını önlemiştir.(5)

Artık büyük fetih için hazırlıklar tamamlanmıştır. İmanda, ilimde, ahlâkta, mâneviyatta ve teknolojide, Fatih Sultan Mehmed devri Osmanlı Yönetimi ve halkı, Bizans'a gâlip durumdadır. Halk ortak bir gayede öylesine kenetlenmişti ki, dolayısıyla Allah'ın yardımı onlarla beraberdi. Bu iman, mâneviyat, ilim, teknik ve dayanışma karşısında Bizans'ın ayakta durma imkânı kalmamıştı. Fethin gerçekleşmesi, bu şartları iyi değerlendirmeye ve bu potansiyeli yerli yerince kullanmaya bağlıydı.

Bizans'ta ise, devlet ile halk arasında şiddetli ihtilâf ve kavgalar vardı. Bazı idârecilerin de başını çektiği bir grup. "İstanbul sokaklarında kardinal şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederiz..." diyordu. Bu durum, Osmanlı için büyük bir avantaj teşkil ediyordu.

6 Nisan 1453 günü Fâtih, Bizans İmparatoru Konstantin'e elçi yollayarak şehrin teslimini istedi. İmparator bu teklifi kabul etmeyince, Türk topçu bataryaları o gün Cuma namazını müteakip, top atışlarına başladılar. Ayrıca 72 adet gemi yağlı kalaslar üzerinde kaydırılarak, bir gecede Dolmabahçe sırtlarından Kasımpaşa hizasında Halic'e indirildi.

İlk büyük hücum, 18 Nisan 1453 günü oldu, ancak sonuç alınamadı. 20  Nisan'da ise şehre erzak getiren yabancı  gemilerin girmesine Osmanlı donanmasının engel olamaması orduda büyük üzüntü doğurdu. Türk donanmasının, düşman gemilerinin şehre girmesine engel olamamasını bir türlü hazmedemeyen Fatih Sultan Mehmed'in olayı seyrettiği yerden büyük bir hiddet içinde denize atını sürdüğü görüldü.

Fatih 27 Mayıs  1453'te harp meclisini topladı. Meclis, "bütün birliklerin aynı anda iştirak edeceği bir umumi hücum" kararı verdi. Bu kararı müteakip genel hücum hazırlıklarına girişildi. Fatih bu esnâda kara ve deniz kumandanlarını toplayarak onlara özetle şöyle hitabetti:
"Kumandanlarım! Şu âna kadar gösterdiğiniz değerli fedâkarlık ve büyük gayretlerinizden dolayı hepinize teşekkür ederim. Şimdi meclisimizden genel hücum kararı çıkmıştır. Bu genel taarruzda da, daha önceki taarruzlarda gösterdiğiniz gayret ve fedâkarlığı göstereceğinizi ümid etmekteyim. Şunu bilmelisiniz ki, AllahÕın izni ile İstanbulÕu fethetmeden geri dönmeyeceğiz. Bu büyük zaferi muhakkak kazanacağız, hadislerle müjdelenmiştir. Yakında hücum başlayacak ve netice elde edilmedikçe sulh veya mütareke yapılmayacaktır. Cesur ve kararlı olunuz!..."

Umumî hücuma 28 Mayıs günü, gece yarısı başlandı. Mehter sesleri, tekbir ve tehlillerle birbirine karışıp BizansÕın köhnemiş duvarlarına çarpıyordu. Toplar, daha önce açılan hedefleri dövüyor, güllelerini  düşman mevzilerine gönderiyordu. Osmanlı ordusu hârikalar meydana getiriyor, binlercesi surların dibinde, Allah yolunda canını feda edip şehâdet şerbetini  içiyor, diğer binlercesi ise pervasızca surlara tırmanmaya devam ediyordu. Bu sebatkâr  hücum meyvelerini vermekte gecikmedi. Bizans ordusunun başkumandanı ağır bir yara alarak geri çekilmek zorunda kaldı, savunmayı, İmparator üstlendi. Bu esnâda fethin ayak seslerini duyan Fatih, heyecanlanarak: "Evlâtlarım, düşman artık dayanamıyor, kaçıyor, artık şehir elinizdedir, fakat gevşek davranmayınız, cesâretle ileri atılınız, kahramanlık gösteriniz. İşte şu anda ben de sizinle beraber ölmeye hazırım" dedi ve atını hızla ileri sürdü. Bu sırada Ulubatlı Hasan adlı  küçük rütbeli bir subay, otuz kişilik bir hücum kolu ile surlara tırmandı Türk bayrağını surların üzerine dikerek şehit düşerek, niÕmel ceyşler (mutlu askerler) arasına katıldı. Bayrak ve sancağın dalgalandığı yer, onu tanıyanların, ona gönül verenlerin zaptettiği yerdi. Bundan dolayı artık Türk askerinin surlara tırmanışını önlemek mümkün değildi. Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlardan, önce dış kale zaptedildi. İki sur arasındaki boşluk hızla ele geçirilerek ikinci sur ele  geçirildi.

Bizans savunması durmuştu. Çünkü İmparator dahil pek çok Bizans askeri ölmüş, sağ kalanlar ise şehir içine doğru kaçarak Ayasofya kilisesine sığınmışlardı. Sonunda 29 Mayıs 1453 Salı günü Bizans düştü ve muhteşem fetih gerçekleşmiş oldu. Böylece Hz. PeygamberÕin: "Onu fetheden komutan ne güzel komutandır" iltifatına II. Mehmed, "Onu fetheden asker ne güzel askerdir" iltifatına da, onun askerleri nâil olmuşlardır.

Fatih, İstanbulÕa beyaz bir at üzerinde öğleye doğru girdi. Yanında bilginler, paşalar, emirler ve beylerbeyi de vardı. FatihÕin hemen yanında at üzerinde yol alan hocası Akşemseddin ak sakal ve heybetli kavuğu ile âdetâ pâdişahtan daha muhteşem görünüyordu. Bizanslı kızlar, bu heybetli Türk bilginini, pâdîşâh sanarak, ellerindeki çiçek demetlerini ona uzatıyorlardı. Akşemseddin, muzaffer  talebesi FatihÕe ait çiçekleri almak istemeyince, o şöyle dedi: "Veriniz, çiçekleri ona veriniz, gerçi sultan benim, fakat o benim hocamdır."

Fatih, AyasofyaÕya girdiğinde korkularından yerlere uzanarak ağlayan Bizanslılara susmalarını işâret ederek, patriğe hitaben şöyle dedi. "Ayağa kalk, ben Sultan Mehmed, sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki; bu günden itibâren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız." Sonra ordu kumandanlarına dönerek, halka hiçbir fenalık yapılmaması için askere tenbih edilmesini ve bunun için gereken tedbirlerin alınmasını emretti.

30 Mayıs günü şehir halkından panik içinde şuraya buraya kaçanların evlerine dönebilecekleri; mal, can, ırz, din, mezhep, örf ve âdetleri için hiçbir endişe duymamaları gerektiği hatırlatıldı. FatihÕin bu konularda güvenlik garantisi veren fermanları okundu. Böylece müslüman olmayan halklara, din ve vicdân hürriyeti ile ticâret serbestisi tanınmış oldu. Din ve vicdan hürriyetini tanımak, zâten öteden beri Müslüman TürklerÕin bir şiârıydı.(6)

İslâm tarihinde mevcut bir geleneğe göre fetihten sonra hemen bir cami yaptırılır, buna zaman yetmediği hallerde, elverişli bir bina camiye çevrilir, ibâdete açılır, orada İslâmî gelenekte hürriyet ve hâkimiyetin sembolü sayılagelmiş olan ilk Cuma namazı kılınırdı. Cuma namazında, sultan veya onun adına bir âlim hutbe okur, hutbenin ikinci kısmında dine, devlete, geçmişte hizmet edenlere duâ edildiği gibi, o beldeyi fethedenin adı anılır, devlet ve milletin pâyidâr olması için duâ edilirdi. Fatih de böyle yaptı.

Fetihten sonra, şehrin en büyük kilisesi olan AyasofyaÕyı  camiye çevirdi. 1 Haziran 1453 Cuma günü burada ilk Cuma namazı kılındı bu ilk cumada hutbeyi, Fâtih adına Akşemseddin okudu. Böylece İstanbulÕun ebedi bir Türk - İslâm beldesi olduğu tescil edilmiş oldu. Aynı gün, İstanbulÕun, Osmanlı DevletiÕnin başkenti olmasına karar verildi. (7)

Fâtih İstanbulÕu fethederek, dünya tarihinde bir devri kapamış, yeni bir devri açmış ve biz torunlarına da ebede kadar Türk-Müslüman yurdu kalacak bu güzel beldeyi mîras bırakmıştır. İstanbulÕun fethi, siyâsî yönden ve neticeleri bakımından dünya tarihine, katî ve silinmez damgasını vurmuş büyük Türk Zaferidir. Türk beldesi olarak İstanbul, bu kutlu fethin bizlere hediyesidir.(8)  Şâir bunu ne güzel ifâde eder.

Endâmını sarmakta ipek tüllü karanlık;

Türkün güzel İstanbul'u mes'ûd uyu artık. (9)

İstanbulÕun Türkler tarafından fethi; DoğuÕnun BatıÕya açılması, dinî hürriyetin dünya gündemine gelmesi, zulüm, haksızlık ve bağnazlığın son bulması, hak sahibinin hakkını alabilmesi, adâletin hâkim kılınması için bir vesîle olmuştur.

İslâm tarihinde medeniyetler, genellikle, fetihlerden sonra kurulan önemli şehir merkezleri çevresinde parlamıştır. Kutsal fetihleri, büyük şehirlerin kurulması, bunu da fikir, ilim ve sanat alanındaki hamleler takip etmiştir. Esasen tarihte kazanılan siyâsî zaferleri, sosyal ve ilmî kurumlarla, kültürel hamlelerle bütünleştiremeyen milletler, dünya tarihinde kalıcı izler bırakamamışlardır.

Türk- İslâm TarihiÕnin en büyük fetihlerinden biri olan "İstanbulÕun Fethi", şöhret ve büyüklüğüne uygun tarzda îmar iskân ve  ilmî faâliyetleri gerektiriyordu. Tarih, dikkatle incelendiğinde açıkça görülür ki; Osmanlı cihangirlerinin askerî ve siyâsî zaferlerini besleyen kuvvetlerin başında bu hükümdarların, fikir ve kültür hayatına verdikleri değer yer alır. Fatih, İstanbulÕu fethetmekle  bırakmamış, kısa zamanda onu, ilim, kültür ve medeniyet merkezi yapma yolunda büyük hamleler gerçekleştirmiştir. Harâbe halindeki Havaryun kilisesinin yerine Fatih Külliyesini (Üniversitesini) kurmuştur. Kendisi de bu külliyeye gelerek zaman zaman ders dinler, talebeler arasına oturur, hocalara soru sorar ve müzakerelere katılırdı. Bu durum gerek müderrisler (öğretim elemanları) gerekse tullâb (öğrenciler) arasında büyük hoşnutluk doğurur, büyük heyecan uyandırırdı. Böylece Fatih, meraklı bir okuyucu, iyi bir araştırmacı ve dinleyici olarak tarihteki devlet adamları arasında dikkatleri üzerine çekmiştir.

Fatih Sultan Mehmed, ilme ve âlimlere büyük önem vermiş, bunun sonucu olarak kendi zamanında İstanbul, doğudan ve batıdan gelen bilginlerle dolup taşmıştır. Cevdet Paşa, "Tarih-i Cevdet" adlı meşhur eserinin giriş  bölümünde şöyle der: "Fatih, ilme önem verdiği için, memleket, şarktan-garptan gelen ilim adamları ile dolmuş ve İstanbul; o asrın DarÕul-FûnûnÕu olmuştu."

Tayyar-zâde ise, büyük âlim Ali KUŞCUÕnun İstanbulÕa gelmesi için dâvet edilmesini ve kendisine yolluk olarak bin akçe ödenmesini, FatihÕin ilme ve âlime önem vermesine bir delil olarak zikreder.

Fatih devrinde, bilginlerin bir araya gelerek, bir konuyu, çeşitli yönlerden ele almak ve tartışmak amacıyla ilmî toplantılar düzenlendiği bilinmektedir. Bunlardan bazılarınĞ da Padişah da bizzat bulunurdu. Şu da belirtilmeli ki, ilmî toplantılardan ve tartışmalardan haz duyan bir yöneticinin fikir hürriyetine önem vermesi gayet tabiidir. Gerçekten de bizzat  Sultan FatihÕin himayesi altında yapılan ilmî toplantılardan bilginlerin, araştırmacıların, düşünürlerin görüşlerini serbestçe ifâde edebildikleri ve hiçbir baskı ve kınama ile karşılaşmadıkları bilinmektedir. Üstelik bu tip toplantılarda padişah çoğu kez dinleyici durumundadır.

Fatih, insanlık terbiyesini protokolün üstünde tutarak  hocalarına saygıda kusur etmemiştir. Meselâ, Ayasofya MedresesiÕnin ilk müderrisi Molla HüsrevÕi, cami dâhil nerede görürse ayağa kalkar ve onun için; "Zamanımızın İmamı" derdi.

AkşemseddinÕin ise Fatih nazarında yeri çok farklıydı. Anlatıldığına göre  Fatih, AkşemseddinÕi görünce, elinde olmadan kalkıp saygı gösterirdi. Sebebi sorulduğunda şu ilginç cevabı vermiştir: "Benim hocama saygı için hemen kalkmamam mümkün değil. Diğer insanlar gelip benimle musafaha ettiklerinde onların elleri titrer, AkşemseddinÕle musafaha edince benim elim titrer. "Bu sebeple Fatih, tarih boyunca; öğretmenlere ve öğretmenlik (hocalık) mesleğine, hükümdâr seviyesinde en büyük değeri veren sayılı hükümdarlar arasında yerini almıştır. O, gönül fethetmeyi, ülke fethetmekten üstün tutmuştur. Protokolde  hocalarını yanına oturtur, onların elini öper ve onlar geldiğinde ayağa kalkarak karşılardı. Hocalarının sadece, "Mehmed" diye hitab etmelerinden çok memnun olurdu. Bu hususu, merhûm Nihad Sami BANARLI şu cümleleriyle belirtir: "Büyük mücâhidliği karşısında kılıcına hükümdârların boyun eğdiği Fatih, ancak bir âlimin elini öpmek için eğilirdi ve cihangirlik gayreti Fatih adıyla kanaat etmezken; hocasının kendisini yalnız "Mehmed!" diye çağırmasını isterdiÓ (10)

İstanbul, bugün de her Müslüman TürkÕün sembol şehridir. Hepimiz AnadoluÕmuzun farklı il, ilçe ve köylerindeniz, ama yine hepimiz bir nebze İstanbulÕluyuz. Orada hepimizin rahmetle andığı başta Ebû Eyyûb el- Ensârî Hazretleri olmak üzere niÕmeÕl-ceyşÕler (mutlu askerler)imiz vardır. Fatih, Süleymaniye, Selimiye, Edirnekapı, Beyazid, Aksaray, Sultanahmet, Topkapı Sarayı, Sümbûl Efendi, Merkez Efendi, Üsküdar, Boğaz, Haliç, Adalar, Eyyüp ve hisarlarıyla orası bizimdir, hepimizindir. Evet İstanbul, şiir, şarkı ve türkülerimizde terennüm ettiğimiz ortak güzelliklerimizdir, ortak ülkü ve değerlerimizdir. Bu yalnız Anadolu Türklüğü için değil, Balkan ve Türk dünyası Orta Asya için de böyledir.

Gidiniz GümülcineÕye, ÜskübÕe BosnaÕya, gidiniz TaşkentÕe BişkekÕe, ÇimkentÕe, YesiÕye, SemerkantÕan BuharaÕya, AşkabatÕa BaküÕye, MervÕe.... TürkiyeÕden geldiğinizi anladıkları zaman insanların dilinden " İstanbul! İstanbul!" sadâlarının yükseldiğini duyarsınız. Bu nedenle, tarihimiz boyunca İstanbul, Müslüman- TürkÕün en büyük kızılelmasını teşkil etmiş, Yahya KemalÕde en belirgin biçimde ortaya çıktığı gibi -bu, bazen bir şiir, bazen bir şarkı olmuştur dillerimizde.

İstanbulÕa yapılan her hizmet, bu İstanbul bestesinin güçlü bir icrâsı, insanlarımızın da en sanatlı bir terennümü demektir. Herhalde, en başta İstanbulÕda oturmak bahtiyarlığına erişenler olmak üzere hepimize düşen ortak görev, o şehrin biraz  daha gelişip güzelleşmesi ve tarihteki haklı  şöhretini yakalayabilmesi için çaba göstermek olmalıdır. (11)

İstanbulÕun Fethinin  547. Yıl dönümünde, büyük Türk Sultanı Fatih Sultan MehmedÕe onun kahraman ordusunun aziz gazi ve şehitlerine, ayrıca bu güzel vatanı bize hediye eden bütün ecdadımıza yüce AllahÕtan rahmetler diliyorum.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------

 1- Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. IV, S. 225.

2- Doç. Dr. Ali SARIKOYUNCU; Kutlu Ordu Kutlu Fetih, Diyanet Aylık Dergi, Sayı. 29, Sh: 23.

 3- N. Sami BANARLI, FatihÕin Zafer Sırları, İst.1959, S: 26.

 4- Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL; İstanbulÕun Fethi ve Fatih (Yazı Dizisi, Zaman, 26-31. 1996)

 5- SARIKOYUNCU; a.g. makale.

6- Prof. Dr. Abdurahman KÜÇÜK, Fetih ve Fâtih, Diyanet Aylık Dergi, Sayı. 29, Sh, 20-22; ALGÜL, a.g. yazı dizisi.

 7- Midhat SERTOĞLU, Fetih ve Fatih, İst. 1986, S:78; Prof.

 8-Dr. Hüseyin ALGÜL, Fetihten Sonra İstanbulÕun Îmar ve İskânı, Diyanet İlmî dergi, Cilt. 33, sayı:4, Sh:17-26 SARIKOYUNCU, a.g.makale.

 9-Orhan Seyfi ORHON

 10- ALGÜL: a.g.yazı dizisi.

 11-ALGÜL: a.g. makale.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]