Cihâd: İnsanların huzur, saadet ve refahı için gayret etmek
Allah’ın dininin yeryüzüne yayılması (İlâyi kelimetullâh), yeryüzünde adaletin ve huzurun hâkim kılınması (Nizamı âlem) için her türlü söz, fiil, davranış ve tavrı kapsayan cihat kelimesi; gayret ve azim anlamına gelmektedir. “Fitne (zulüm, savaş vs.) kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” ayeti kerimesi cihadın bu iki amacını en güzel şekilde ifade etmektedir. Aynı kökten türeyen içtihat kelimesi fikrî ve ilmî, mücâhede kelimesi ise ahlakın olgunlaştırılmasına yönelik gayreti ifade etmektedir.
İman ve namaz konusundan sonra İslam dininin temel umdelerinden kabul edilen cihadın; terkedildiğinde, mahşer günü terazide, yerini dolduracak bir amelin olmadığı birçok ayeti kerime ve hadisi şerifte ifade edilmiştir. Bu açıklamalardan sonra cihadın amaçlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
1. İnsanlara güzel, iyi, faydalı ve doğru şeyleri aktarmak; insanların bu güzel ve doğru şeylere göre yaşamasını temin etmek.
2. Çirkin, kötü, zararlı ve yanlış şeylere engel olmak.
3.İslam’ın tüm yeryüzüne yayılmasının önündeki engelleri kaldırmak.
4. İslam’ı ve Müslümanları muhafaza etmek.
5. Tüm insanların mal, can, namus, inanç ve diğer tüm değerli şeylerini korumak.
6. Yeryüzünde bütün insanlara yapılan zulümlere engel olmak. Böylece tüm inanların huzur ve refahını sağlamak.
7. Müslümanların güçlü ve birlikte olmalarını sağlamak. Böylece kötü niyetli kimseleri yıldırmak ve engellemek.
Bu durumda cihadın amaçları arasında;
1. İnsanları amaçsızca öldürmek,
2. Plansız ve amaçsız sağa sola saldırmak,
3. Sırf dünyayı yönetmek ya da kahramanlık yapmak uğruna kendini ve diğer insanları tehlikeye atmak gibi nefsi ve şahsi hesaplar yoktur.
Burada cihad meselesi ile ilgili bilinmesi gereken bazı kuralları özetlemek istiyoruz:
1. Cihadın ilk amacı insanları dünyada ve ahirette mutlu etmektir. Bu durumda cihadın ilk ve en genel yöntemi tebliğ dediğimiz kötü ve yanlış şeylerin insanlara izah edilmesi; iyi ve güzel şeylerin tüm insanlara öğretilmesidir. Buna göre savaşmak, son çaredir.
2. İsrafın her türlüsü haramdır. En büyük israf ise can israfıdır. Bu durumda ölmek ve öldürmek en son tercih olmalıdır. Aslolan yaşamak ve yaşatmaktır. Kişinin kendini öldürmesi olan intiharın haram kılınmasını da burada hatırda tutmak gerekiyor. Şeyh Edebâlî Merhûm (1326’da vefat etmiştir); “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyerek bu hakikate dikkat çekmiştir. Zira insanın en büyük sermayesi ömrüdür. Bu yüzden bir insanı öldürmek, onun ahireti için çalışmasına engel olmaktır. Birçok Peygambere (Allah Celle Celâlühü’nün selamı üzerlerine olsun ve Allah, şefaatlerine nail eylesin), savaşma izni verilmemiş; bizim Peygamberimiz Allah Resulü Muhammed SAV’e de peygamberlik vazifesi verildikten yaklaşık 15 sene sonra savaşma izni verilmiştir.
3. Tarih boyunca bütün peygamberlerin, çok darda kalmadıkları sürece, kavimlerinin helakı için dua etmemiş olmaları; insanları öldürmenin son çare olduğuna en güzel örnektir.
4. “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” hadisi şerifinde emir buyurulan;
• “El ile” cihat etme yetkisi idarecilere;
• “Dil ile” cihat yetkisi âlimlere verilmiştir.
• Halkın geneline düşen ise kalp ile buğzetmek; bir de idareci ve âlimleri yetiştirmektir.
5. İslam âlimlerine göre “Savaş kararı alma” yetkisi, meşru idarecinin uhdesine bırakılmıştır. Bu durumda insanların genelini ilgilendiren meselelerde; yetkisi olmayan ve ehliyetsiz insanların karar vermesi uygun değildir. Fiili işgal durumu gibi birkaç mesele hariç; Müslümanların kendi başlarına hareket etmeleri ve kendilerini idare eden kimselere karşı gelmeleri yarardan çok zarar getireceği için doğru bulunmamıştır.
6. İslam dini, savaşmanın amaç ve yöntemleri ile ilgili olarak da kurallar koymuştur. Örneğin savaş esnasında bile düşman, acımasızca öldürülemez. Ölülere işkence edilemez. Savaş suçluları ve diğer suçlular, insan onuruna yakışır şekilde cezalandırılabilirler. Savaş esnasında yaşlılara, kadınlara, çocuklara, savaşa karışmamış olan din adamları ve diğer masum kimselere asla zarar verilemez. Savaş esnasında yerleşim yerleri, işyerleri, evler, tarlalar ve bahçeler; meşru ve zorunlu bir mazeret olmadığı sürece tahrip edilemez. Zira insan; yeryüzünü madden ve manen imar ve ıslah etmekle vazifelidir.
7. İslam dünyasında en büyük savaşın, Müslüman gruplar arasında yaşandığı; düşmanın asıl gücünün, Müslümanların güçsüzlük ve dağınıklığı olduğunu her gün görmekteyiz. Bu durum, Müslümanların kendi başlarına göre değil birlikte hareket etmeleri gerektiğine işaret etmektedir.
8. Bir Müslüman; düşmanına dahi, düşmanın kendisine muamele ettiği gibi davranma hakkına sahip değildir. Müslüman, Allah ve Resulü tarafından çizilen kurallara göre hareket etmek zorundadır. İslam dininin en temel anlamı; kendi keyfine göre hareket etmemek ve Allah’ın emirlerine “teslim olmak”tır.
9. Ehli sünnet inancının iki büyük kolundan biri olan Maturidî (944’de vefat etmiştir) akâidinin (ki diğeri Eş’arîlik’tir) temel eserlerinden kabul edilen İmam Nesefî’nin (1142’de vefat etmiştir) “Akâid” adlı eserinde ve bu esere Teftezânî (1390 senesinde vefat etmiştir. Allah Teâlâ hepsine rahmet eylesin) tarafından yapılan şerhte; iman meselesinden sonra müminlerin en önemli meselesinin, kendilerini idare edecek, İslam’ın emir ve yasaklarını uygulayacak, zekâtı dağıtacak, cihat edecek, ordu hazırlayacak, suçluları cezalandıracak, kötü kimselerden halkı koruyacak, halk arasında meydana gelecek anlaşmazlıkları çözecek, küçükleri güçsüz ve kimsesizlerin haklarını koruyup gözetecek bir idarecinin bulunması meselesi olduğu ifade edilmiştir.
Özetle Müslümanların ilk vazifesi
•İmani ve ahlaki olarak kendilerini yetiştirmek,
•Kendilerini terbiye edip idare edecek olan kimseleri yetiştirmek,
•Dağınık değil fikirde/söylemde ve eylemde bir olmak,
•Maddi ve manevi olarak kalkınmaktır.
Turgut Akyüz.