* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Allah Yolunda Cihadı Mazeretsiz Terketmenin Neticeleri  (Okunma sayısı 583 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Allah Yolunda Cihadı Mazeretsiz Terketmenin Neticeleri
« : Şubat 23, 2018, 07:37:27 ÖÖ »
Allah Yolunda Cihadı Mazeretsiz Terketmenin Neticeleri

“EY iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda sefere çıkın’ denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.

Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”(1)

Allahû Teâla’nın iman edenlerden tartışmasız olarak ihya edilmesini istediği ibadetlerden birisi de cihad’dır. Âhiret merkezli bir dünya dinine mensup olduklarının şuurunda olan bütün Müslümanların imandan sonraki ilk uğraşları cihaddır. Gönüllerinde, gündemlerinde ve günlerinde cihad olmayanlar, dünyayı âhirete tercih edenlerdir. Dünya hayatını âhiret hayatına tercih etmenin alâmetlerinden birisi de, Allah’ın cihad emrine karşı umursamaz bir tavır takınmaktır. Yani gönlünden, gündeminden ve günlerinden cihad diye bir ibadetin olmamasıdır. Bu âyet-i kerîmelerde görüldüğü gibi; Kur’ân-ı Kerîm, cihadın terki esnasında bütün mü’minlere bir sual tevcih ediyor: “Size ne oldu ki?” Yani niçin Allah yolunda Allah için cihadı terk ettiniz? Kur’ân-ı Kerim, iman edenleri cihad ibadetinin ihyasından sorumlu tutuyor.

“Ey iman edenler!” diye başlayan “Size ne oldu ki?” sualini mü’minlere yönelten âyet-i kerîme’nin Tebûk gazvesinde Rasûlüllah (sav)’den geri kalanların tutumları dolayısıyla serzenişte bulunmak için nazil olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.(2)

Rivayet olunduğuna göre, bu durum, hicretin dokuzuncu yılında Tebük Seferi’ne çıkmak üzere seferberlik emredildiği zaman meydana gelmişti. O zaman Huneyn ve Taif seferinden yeni dönülmüş bulunuluyordu. Vakit de yaz sıcağının pek şiddetli olduğu bir döneme rastlamıştı ve kıtlık hüküm sürüyordu. Bununla beraber Medine’nin hurmaları yetişmiş, gölgeleri de güzelleşmişti. Ayrıca gidilecek yer uzak, düşman da sayıca çok ve techizat bakımından da güçlü idi. Rum askeri üzerine gidilecekti. Buna göre diğer gazalardan daha fazla hazırlığa ihtiyaç vardı. Bu gibi sebeplerden dolayı bu seferberlik ilanı birçoklarına ağır gelmişti, bu orduya “Ceyşi Usret = Zorluk Ordusu” adı verilmişti. Böyle birçok müşkilat içinde teçhiz edilebilen piyade ve süvarilerin toplamı yirmi bin kişilik bir ordu ile Hz. Peygamber Tebük istikametine hareket buyurmuş, bedevî kabilelerinden birçokları ve müminlerden bazıları ve birçok münafıklar sefere katılmamışlar, evlerinde kalmışlardı.

Bu sûrenin nüzul sebeplerinden bir çoğu bu Tebük seferi sırasında meydana gelmiş olduğundan bu âyetten başlayarak o sefer sırasında meydana gelmiş olan birçok hoşa gitmeyen durumları açıklamak ve tenkid etmek ve ondan sonra o gibi hallerin meydana gelmemesi için onları uyarmak suretiyle genel bir tevbekârlık şevkiyle müminlere yeniden moral verilmiştir. Şu halde buradan itibaren “berâet” konusu içinde bulunan “tevbe” konusuna giriyoruz. İlk önce Allah yolunda cihad ve seferberlik emrine karşı ağır davrananları kınayan bir ifadeyle söze başlandığını görüyoruz.(3)

Allah yolunda cihad ve seferberlik emrine riayet etmeyen mü’minler kınanmaktadır. Çünkü böyle bir davranış iman ile bağdaşmaz. Allah yolunda cihad etmek, mü’minlere vasıf kılınmıştır. Bu hususta Şehid Seyyid Kutub (rh.a.) şunları söylüyor: “Bu ayetlerde savaşa katılmak istemeyenlere, Allah yolunda cihad etme görevini ağırdan alanlara yönelik azarların ve tehditlerin ilk cümleleri ile karşılaşıyoruz. Onlara hatırlatılıyor ki, yüce Allah, henüz kendilerinin hiçbiri ortada yokken Peygamberimize yardım etmiş, O’nu desteklemişti. Buna göre şimdi de onların hiçbir katkısı olmasa bile O’na yeniden yardımını ve desteğini gönderebilirdi, bunu yapmak yüce Allah’ın gücü dahilinde idi, fakat o zaman bu ağır canlıların payına, sadece savaşa katılmamalarının, görevlerinden kaçmış olmalarının günahı ve sorumluluğu düşerdi. Şimdi bu ayetleri incelemeye girişelim: “Ey mü’minler, size ne oldu da `Allah yolunda savaşa çıkınız’ dendiğinde yere çakıldınız.”

Bazı müslümanların adeta “yere mıhlanma”larına yol açan bu ağırlık toprağın ağırlığı, toprağa dönük arzuların, toprak kaynaklı düşüncelerin ağırlığıdır. Can korkusunun ağırlığı, mal korkusunun ağırlığı, dünya hazlarından, dünya çıkarlarından, dünya nimetlerinden yoksun kalma endişesinin ağırlığıdır bu. Rahatın, huzurun ve istikrarın ağırlığıdır sözkonusu olan. Ağır canlılığın sebebi geçici hazların, sınırlı ömrün, kısa vadeli amaçların; başka bir deyimle etin, kanın ve toprağın ağırlığıdır.

Bütün bu çağrışımları zihnimizde canlandıran kaynak, ayetteki “yere çakıldınız” deyiminin sözlerinden dalga dalga yayılan titreşimlerdir. (Ayette geçen bu deyimin Hafs tarafından uygun görülen okuma bilincini diğer okuma tarzlarına göre bu anlam inceliklerini daha etkili biçimde ifade ediyor.) Bu deyim yaydığı ürpertici titreşimlerle yere mıhlanıp kalmış ağır bir insan gövdesini somutlaştırıyor, gözlerimizin önüne getiriyor. Bu uyuşuk gövdeyi birileri zorla yukarıya kaldırıyorlar, fakat o yine ellerinden kurtulup tüm ağırlığı ile yere düşüyor. Deyim, bu anlamı, bu çağrışımı içerdiği sözlerin titreşimli mesajları aracılığı ile ifade ediyor. Bu deyimde her şeyi aşağılara indiren, ruhların uçucu şeffaflığına ve özlemlerin kanat çırpan atılımına karşı direnen ‘yer çekimi’ nin somut bağımlılığı ile yüz yüze geliyoruz.

Allah yolunda cihada koşmak yer çekiminin zincirinden kurtulmaktır; etin ve kanın ağırlığını aşmak, etkisiz hale getirmektir; insan olmanın yüce anlamını gerçekleştirmektir; insanın mayasında saklı duran özlemin, idealizmin, ‘bağımlılık’ ve “zorunluluk, endişelerini yenilgiye uğratmasıdır; ölümsüzlüğün sürekliliğine göz dikmektir; sınırlı geçiciliğin bağlarından kurtuluştur. Ayetin sonunu okuyoruz:

“Yoksa dünya hayatını ahirete tercih mi ettiniz? Oysa dünya hayatının hazzı, ahiretin hazzı yanında pek azdır.”

Kim yüce Allah’a inandığı halde O’nun yolunda cihad etmekten geri kalırsa o kimsenin inancında mutlaka bir bozukluk, imanında mutlaka bir zayıflık vardır. Nitekim Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bu konuda şöyle buyuruyor:

“Kim, herhangi bir savaşa katılmaksızın ya da savaşma arzusunu içinden geçirmeksizin ölürse, münafıklığın türlerinden birini içinde taşıyarak ölmüş olur.”

Münafıklık, imanın sağlamlığını ve olgunluğunu engelleyen, yabancı ve aykırı bir unsurdur. Bu karşıt unsur, yüce Allah’a inandığını iddia eden kişiyi O’nun yolunda cihad etmekten alıkor; eğer savaşa katılırsa öleceği ya da yoksul düşeceği korkusunu kalbine aşılar. Oysa ömürlerin sürelerini belirleyen yüce Allah olduğu gibi, insanların rızıklarını veren de O’dur ve dünya hayatının mutluluğu, hazzı, ahiret mutluluğunun yanında son derece sönük kalır. Bundan dolayı bir sonraki ayette, savaş çağrısına olumlu karşılık vermeme eğiliminde olan Müslümanlara tehdit içerikli bir hitap yöneltiliyor. Okuyoruz: “Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acıklı bir azaba çarptırarak yerinize başka bir toplum getirir. Siz Allah’a hiçbir zarar dokunduramazsınız. Çünkü Allah’ın gücü her şeyi yapmaya yeter.”

Gerçi bu ilahi hitap belirli bir ortamda, belirli bir insan grubuna yöneltilmiştir. Fakat hitabın içeriği geneldir, Allah’a inanan herkesi kapsamına alır. Yüce Allah’ın bu kimseleri, kendisi ile tehdit ettiği ‘azap’ sadece ahiret azabı değildir, bu tehdidin içine dünya azabı da girer. Çünkü cihad etmekten, İslâm’ın düşmanlarına karşı çıkmaktan kaçınanlar onurlarını ve saygınlıklarını yitirirler, düşmanlarının çizmeleri altına düşerler, yurtlarının gelir kaynaklarından ve hammaddelerinden yararlanma imkânından yoksun kalırlar. Bütün bunların yanılıra cihadda ve savaşta uğrayacakları can ve mal kaybının kat kat fazlasını kaybetmekten kurtulamazlar; gönüllü bir onur savaşının kendilerinden beklediği fedakârlıkların kat kat fazlasını onursuzluk canavarına sunmak zorunda kalırlar. Hangi ümmet cihadı terketmiş ise, yüce Allah o ümmetin alnına onursuzluk, haysiyetsizlik damgasını vurmuştur. Bu ümmet, düşmana karşı erkekçe savaşmanın omuzlarına bindireceği yükümlülükleri kat kat aşan ağır bir faturayı, boynu büküklüğün utandırıcı baskısı altında ister-istemez, karşılarına mertçe çıkamadığı düşmanlarına ödemek mecburiyetinde kalmıştır.”(4)

Mü’minler için cihad, âhiret rahatlığının garantisidir. Allahû Teâla bu buyruğu ile âhiretteki rahata dünya rahatını tercih etmelerinden ötürü sitem etmektedir. Zira âhiret rahatı ancak dünyadaki yorgunlukla elde edilebilir.(5)

Rasûlüllah (sav) de binek üzerinde tavaf etmiş bulunan Hz. Aişe (r.anha) ‘ya “Alacağın ecir, yorgunluğun kadardır” diye buyurmuştur.(6)

Bu hadisin manası; sefer olmadan zafer olmaz. Sefer bizden, zafer Allah’tandır. Dünyada Allah’ın şeriatını hayatına hakim kılmayan, hakim kılmak için çalışmayan âhirette Allah’ın cennetine giremez.

Cihad; hem malm hem nefis, hem de diğer vasıtalarla edâ edilebilen ve aynı zamanda hiçbir “mekruh vakti olmayan” ibadettir.(7)

Mukaddes emânetin tabii sonucu olan cihad, salih bir amel ve ibâdettir. İslâmî ıstılahta “Allah’ın rızasını kazanmak için; can, mal, dil ve diğer vasıtalarla elden gelen güç ve gayreti sarfetmeye cihad denilir”(8)

Tarifi esas alınmıştır. Peygamber Efendimiz (sav)’in “Kim Cihad etmeden, Cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölecek olursa münafıklığın bir şubesi üzerine ölmüş olur”(9)

Buyurduğu malûmdur. Dille yapılan cihad, tebliğ ve irşad faliyetleridir. İbn-i Abidin ”Reddü’l Muhtar” isimli eserinde, cihadın önemini şöyle ifade etmiştir: “Cihadın fazileti pek büyüktür. Nasıl büyük olmasın ki, bir müslüman bu sayede Allah’a yaklaşmak için onun uğrunda nefsine meşakkatlerin en ağırını yüklemekte ve aziz varlığı olan canını feda etmektedir. Bununla beraber nefsini devamlı olmak üzere ibâdet ve taatlara hasrederek, onu hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan men etmek cihaddan da güçtür.”(10)

Mü’minlerin; ister farz-ı kifaye, ister farz-ı ayn olsun; cihad’a niyet etmeleri vacibtir. “Büyük Cihad” yaptığını iddia ederek; gaza etmeyi gönlünden geçirmeyen kimse; şeytanın vesveselerine kapılmış ve nefs-i emmaresine tabi olmuştur. Hz. Adem (as)’le başlayan tevhid mücadelesinde; tağuti güçlerle savaşmanın farz kılınmadığı hiçbir dönem yoktur.(11)

Bazı alimler: “Cihad, düşman topluluğu saldırmadan önce, nafile; düşmanlar saldırdıktan sonra ise, farz-ı ayn‘dır” demişlerdir. Ancak Alimlerin ekserisi ise: “Cihad, her halde, fazdır: Düşmanın saldırmasından önce farz-ı kifaye; saldırmasından sonra ise farz-ı ayın’dır.“ demişlerdir. Sahih olan kavil de budur.

Nefislerimize zor gelse de cihad’a razı olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü cihad, Allah’ın emridir. Allah’ın emirlerine kalbi bir darlık ve zorluk duymadan razı olup teslim olmak, Allah’a iman cümlesindendir. Bu hususta imam-ı Kurtubî (rh.a.) der ki: “Hoşlanmadığını açığa vurmak suretiyle cihada çıkmayıp oturmak herkes için haramdır. Hoşlanmaksızın oturup çıkmamak ise, eğer Rasûlüllah (sav)’in tayin ettiği kimseler tarafından olursa, bunların ağırlaşıp yere çakılmaları haramdır. Şayet bu iki husus da söz konusu değilse, o takdirde cihada çıkma farzı, farz-ı kifaye olur. Bunu el- Kuşeyrî nakletmektedir. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet-i kerime ihtiyaç halinde, kâfirlerin galip gelmeleri ve güçlerinin pekişmesi esnasında topluca savaşa çıkmanın vacip olduğunu ortaya koymaktadır. âyet-i kerime’nin zahiri ise, bunun savaşa çağırma halinde böyle olduğunu göstermektedir. Buna göre âyetin müşriklerin galip gelmeleri vaktine yorumlanması uygun görünmemektedir. Çünkü böyle bir durumda cihadın vücubu, yalnız cihada çıkma çağrısıyla farz olmaz, zira o takdirde cihad farz-ı ayn olur. Bu husus bu şekilde sabit olduğuna göre, cihad çağrısı ve cihada çıkma isteğinin önceden vacip olmayan bir şeyi vacip kılmasını kabul etme ihtimalini uzak kılmaktadır. Ancak imam/halife-i müslimîn, belli bir kavmi muayyen olarak cihada çağırır ve çıkmalarını isteyecek olursa, o takdirde böyle bir tayin ile birlikte ağırlaşıp çıkmama hakları yoktur. Halife-i Müslimîn’in bu tayini sebebiyle cihada çıkmak, o tayin ettiği kimseler için farz olur. Bu ise, cihadın bizzat kendi hükmünden ötürü değil, Halife-i Müslimîn’e itaatin gerekli oluşundan dolayı böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.”(12)

Allah yolunda cihad seferberliğine katılmak esastır. Cihad seferberliği daimidir. Cihad ibadeti inkıtaı/kesintiyi kabul etmez. Rasûlüllah (sav) buyuruyor: “Fetihten sonra hicret yoktur, ancak cihad ve niyet kalmıştır. O halde cihad seferberliğine çağrıldığınız vakit (Allah için) cihad için seferber olunuz”(13) Allah’ın ve Rasûlü’nün mü’minlere cihad çağrısı kıyamete kadar bakidir.

Allahû Teâla’nın; ‘Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda sefere çıkın’ denilince, yere çakılıp kaldınız.” sorgulaması, Allah’ın inzal ettiği şeriatın mahkûm, küfrün ve şirk’in ise galip olduğu, haramların serbest ve aleni bir şekilde işlendiği, neyin İslâm’a göre olup olmadığı değil, İslâm’ın neye uyup uymadığının sorgulandığı ve şart koşulduğu beldelerde yaşayan bütün Müslümanlar için geçerlidir. Abdullah b. Ömer (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Rızkım mızrağımın gölgesi altında kılınmıştır. Zillet ve aşağılık ise emrime karşı gelene verilmiştir.”(14)

Cihad; sadece Allah yolunda malı infak etmek değil, aynı zamanda ömrü Allah yolunda infak etmektir. Allah yolunda Allah için mallarını, canlarını, mesailerini, ömürlerini infak etmekten kaçınanların yakalandıkları hastalığın adı nifaktır. Şartlar vuku bulduğunda cihadı terk etmek münâfıklık alametidir. Zira yukarıdaki âyetlerde cihadı terkedenlerin azarlandığı ve azabla tehdid edildikleri görüldü. Hakeza Hz. Peygamber (sav)’den sahih olarak varid olan hadîste gazanın terki nifâktan bir şube olarak ifâde olunmuştur. Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak ve yeryüzünde fitne ve zulmü ortadan kaldırırken engel olan dahili ve harici düşmanların tümüne karşı meşru olan her vasıtayı kullanarak cihad etmek Müslümanların müşterek vazifeleridir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, “Ey İman edenler!” diye cihada çağırıyor. Meşru hiçbir mazeret yokken cihadı terk etmek ve terk-i cihada rıza göstermek, toplumsal azaba davetiye çıkarmaktır.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Tevbe Sûresi/ 38-39

(2)   el- Cami-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 8, Sh: 140, Beyrut/ 1965

(3)   Hak Dini Kur’ân Dili ( M. Hamdi Yazır) C: 4, Sh: 2545-2545, İst/ 1971

(4)   Fizilali’l Kur’ân (Seyyid Kutub) C:3, Sh: 1654- 1655, İst/ 1982

(5)   el- Cami-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 8, Sh: 140-141, Beyrut/ 1965

(6)   Sahih-i Buharî, Umre: 8; Müslim, Hacc: 126, Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 6/ 43

(7)   Emanet ve Ehliyet (Yusuf Kerimoğlu) C:1, Sh: 355, İst/ 1985

(8.)   el- Bedaiü’s Senaî Fi Terbi’ş-Şeraî (İmam Kâsanî) C:7, Sh: 97, Beyrut/ 1974

(9)   Sahih-i Müslim, el-İmare, 158 H. No: 1910

(10)   Redü’l Muhtar Ale’d Dürri’l Muhtar (İbn-i Abidin) C:4, Sh: 120-124, İst/ 1984

(11)   Emanet ve Ehliyet (Yusuf Kerimoğlu) C:1, Sh: 357, İst/ 1985

(12)   el- Cami-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 8, Sh: 142, Beyrut/ 1965

(13)   Sünen-i Tirmizî, Siyer: 33; Sünen-i Darimî, Siyer: 69

(14)   Sahih-i Buhari, Cihad: 88

Mustafa  yusufoğlu.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]