MÜ’MİNLERİN EN TEMEL ÖZELLİĞİ CİHÂD
Bir Kur’ân kavramı olan cihâd, Yüce Allah yolunda, O’nun kelimesi/dini en yüce olsun diye, insanlara O’nun evrensel değerlerini ulaştırma adına malî ve bedenî olarak yapılan tüm gayret ve çabanın adıdır. Diğer sâlih ameller gibi, cihâdın da sahih ve sâlih bir amel olabilmesi için dikkat edilmesi gereken şartlar vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet bu temel esasları belirler. Onlardan bir kaçı şöyledir:
İnananlar, ancak Allah’a ve peygamberine inanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihâd etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır.[1]
İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihâd edenler Allah’ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.[2]
Yoksa içinizden Allah cihâd edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?[3]
Ey İnananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda cihâd edin ki kurtulasınız.[4]
Âyetlerde dikkat çeken en temel hususlar şunlardır:
Cihâd, mü’minlerin temel özelliğidir. Cihâd, Allah yolunda olmaktır. Allah yolunda yapılan her malî ve bedenî faaliyet cihâd ibadetinin içerisindedir. Nitekim Peygamberimiz’e (sav), kahramanlığını göstermek, ganimet elde etmek için savaşan kimsenin durumu sorulduğunda O, gerçek anlamda cihâdı, Allah’ın kelimesi en yüce olsun diye savaşan kimsenin cihâdı olarak belirtmiştir.
Allah ve Rasûlü’nün bu yönlendirmelerini kendilerine şiar edinmiş olan İslâm ümmeti Allah yolundaki koşturmasını Sultân II. Mehmed’in şu dizeleriyle formül haline getirmiştir:
İmtisâl-i Câhidû fillah oluptur niyetim/Din-i İslâm’ın mücerred gayretidir, gayretim.
CİHÂDA HAKKINI VERMEK
Allah uğrunda hakkıyla cihâd edin.[5]
Rabbimiz kendi yolunda hakkıyla cihâd etmemizi bizden istemiştir. Cihâdın hakkı, onun yalnızca Yüce Allah yolunda olması, başka hiçbir dünyevî beklenti için olmaması, bir de bu uğurda yapılması gereken her şeyin ortaya konulmasıdır. Buna göre Fisebîlillah/Allah yolunda düsturuna gölge düşürecek herhangi bir niyet yahut hareket yapılan koşturmacayı cihâd olmaktan çıkaracaktır. Aynı şekilde yapılması gerekeni yapmamak da eksik bir ameliye olarak kalacaktır. Müslümanlar olarak çalışmalarımızda umduğumuz ve beklediğimiz neticeleri alamayışımızı bu iki maddeye göre sorgulamamız gerekmektedir.
Acaba biz çalışmalarımızı bütünüyle Rabbin Rızasını kazanmak için yapabildik mi? Yoksa dilimiz, Allah için dediği halde gönlümüz başka beklentilerini içerisine mi girdi?
Biz cihâd yolcuları olarak, bu uğurda elimizden gelen her şeyi ortaya koyabildik mi? Yoksa yaptıklarımızı dilimizin ve elimizin ucuyla mı yaptık?
Hak uğrunda cihâd eden, ancak kendisi için cihâd etmiş olur. Doğrusu Allah, âlemlerden müstağnidir.[6] Buna göre bütün şubeleriyle cihâd, kişinin kendisi için yaptığı âhiret yatırımıdır. O yolda ne harcarsa, karşılığını fazlasıyla Yüce Allah’tan alacaktır.
Ama Bizim uğrumuzda cihâd edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi davrananlarla beraberdir[7]
Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetler de Mekke’de inmiş olup cihâdın davet, tebliğ aşamaları hakkındadır. Buna göre âyetler, davet ve tebliğ çalışmalarının cihâd sayılabilmesi için takip edilmesi gereken esaslara temas etmektedir.
KUR’ÂN’IN EN BÜYÜK CİHÂDI
Şu ayet-i kerime Kur’ân’ın en büyük cihâdını net bir şekilde tanımlar:
Sen, inkârcılara uyma, onlara karşı Kur’ân ile olanca gücünle savaş.[8]
Buna göre Kur’ân’ın en büyük cihâdı, Kur’ân ile yapılan cihâddır. Elbette bu, Sıffın savaşında bazı Müslümanların yaptığı gibi, mızrakların ucuna Kur’ân Mushaflarını takarak yapılan savaş değildir. Zira adı geçen savaş, iki Müslüman gurup arasında yapılmış ve pek çok Müslümanın katledilmesine sebep olmuştur.
Kur’ân ile cihâd, Kur’ân’ın layığı ile insanlığa ulaştırılmasıdır. Çünkü bu âyet Mekke döneminde inmiştir. Dolayısıyla bu âyetle sıcak savaşın kastedilmiş olması mümkün değildir. Bunun için Kur’ân ile onlarla cihâd et buyrulmuştur. Kaldı ki sıcak savaşa/kıtâle izin verilen Medine döneminde inen âyetlerde de Kur’ân’ın Müslüman olmayanlara ulaştırılma emri tekrarlanmıştır. Şu âyette olduğu gibi: Müşriklerden biri sana sığınırsa, onu güvene al; taki Allah’ın kelamını dinlesin. Sonra onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz bir topluluktur.[9]
CİHÂD – KITAL İLİŞKİSİ
Bugün cihâd deyince, Müslüman olmayanlarla yapılacak sıcak savaş, mücâhid deyince de savaşçı anlaşılmaktadır. Evet, cihâd kavramının içerisine sıcak savaş da girer. Ancak sıcak savaş, cihâdın bir şubesidir. Sıcak savaş demek olan kıtâl, cihâdın aşamalarından biri, hem de cihâdın son aşamasıdır. Şöyle ki: Muhataplar önce İslâm’a davet edilir, davetin layığı ile yapılabilmesi için muhatabın anlayabileceği şekilde din anlatılır. Karşı taraf Müslüman olursa, Müslümanlarla eşit haklara sahip olur, onların din kardeşi olurlar. İslâm olmaya yanaşmazlarsa bu sefer cizye vermeleri istenir. Aslında cizye vermeleri, Müslümanların yönetimini kabul etmeleri, onlara davet yolunda engel olmamaları, onlara düşmanlık yapmamalarıdır. Onlar cizye vermeye de yanaşmaz, Müslümanlara düşmanlık yapar ve dine davet yolunda onlara engel olurlarsa işte o zaman kıtâl yani sıcak savaş aşaması devreye girer. Hz. Peygamber’in (sav) savaşları incelendiğinde, onun savaşlarının savunma amaçlı, saldırıları durdurma ve düşmanı saldırıdan vazgeçirmeye yönelik olduğu açıkça görülür. Sözgelimi Bedir savaşında, geliri Müslümanlar aleyhine kullanılacak Kervanın önünü kesmek için yola çıkılmış, ancak Bedir’de Medine üzerine saldırmak için gelen Mekkelilerle savaş olmuştur. Uhud, Bedir’in intikamını almak için ta Medine yakınlarına gelen müşriklerle yapılmıştır. Hendek savaşı da düşmana karşı Medine’yi savunma adına gerçekleşmiştir. Mute va Tebuk seferleri büyük bir orduyla Medine’ye saldırmaya hazırlanan Bizans güçlerini Medine dışında etkisiz hale getirmek için düzenlenmiştir. Hayber savaşı, Yahudilerin müşrikleri ve civar kabileleri Medine’ye saldırmak üzere ayaklandırdıkları için yapılmıştır. Peygamberimiz, Hudeybiyye Barış anlaşmasının şartlarını ihlal eden ve Müslümanların müttefiklerini katleden müşrikleri cezalandırmak için Mekke Fethine çıkmıştır. Diğer gazve ve seriyyeler için durum benzerdir.
Şu âyetler, Müslümanlara saldıran, onlara hayat hakkı tanımayan, İslâm davetinin önünde engel olan, kısaca Müslümanlar için fitne sebebi olan İslâm düşmanlarına karşı yapılacak mücadele hakkındadır:
Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.[10]
Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez. Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescidi Haram’ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İnkâr edenlerin cezası böyledir. Vazgeçerlerse onları bağışlayın; şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder.[11]
Onları bulduğunuz yerde öldürün ifadesinin geçtiği benzeri âyetler, tüm aşamalar bittikten sonra sıcak savaş ortamına girildiği anlar için söz konusudur. Savaşmaktan başka yapılacak bir şey kalmamışsa, savaşın içerisine girilmişse artık yapılacak olan, savaşın en az zayiatla sonlanabilmesi için yapılması gerekenleri yapmaktır. Yoksa savaş şartları oluşmadan, cihâdın sıcak savaş öncesi aşamalarından geçmeden Müslümanların sıcak savaşa girmeleri, savaş için arzulu olmaları söz konusu değildir. İslâm’ı tanımayanların dile getirdiği gibi, İslâm savaşı önceleyen bir din değildir. Onun adı İslâm, barış demektir. Bu yüzden İslâm, herkese karşı barışı önceleyen bir dindir. Bu konuda peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
Düşmanla karşılaşmayı/savaşı istemeyin. Ancak savaşmak zorunda kalırsanız sebatla savaşın.
Evet işte Rahmet ve Savaş peygamberinin getirdiği din budur. Onu parçacı bir yaklaşımla saldırgan bir din olarak sunmak da, onun yaygınlaşan fitne ve haksızlıklar karşısında suskun bir din olarak algılamak da yanlıştır. Peygamberimizin buyurduğu üzere, en geniş mânâsı ve tüm çeşitleriyle cihâd, kıyamete kadar devam edecek, Yüce Allah dinine sahip çıkanları ve onun uğruna mal ve canlarından geçenleri hiç eksik etmeyecektir.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] 49 Hucurat 15.
[2] 2 Bakara 218.
[3] 3 Âlu Imran 142.
[4] 5 Maide 35.
[5] 22 Hac 78.
[6] 29 Ankebût 6.
[7] 29 Ankebût 69.
[8] 25 Furkan 52.
[9] 9 Tevbe 6.
[10] 8 Enfâl 39, 2 Bakara 193.
[11] 2 Bakara 190-192.
Prof. Dr. Ali Akpınar