* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: CİHAD  (Okunma sayısı 838 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
CİHAD
« : Temmuz 26, 2017, 11:05:04 ÖS »
CİHAD
 
Cihadın ve Allah Yolunda Savaşa Git­menin Fazileti
 
20) Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayetle dedi ki: “Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Allahu Teâlâ, kendisini iman ve Peygamber­lerini doğrulamaktan başka bir şey yöneltmeksizin Benim yolumda cihada çıkanı kazandığı ecir, veya elde etmiş olduğu ganimet ile geri çevirir yahut cennete sokar” diye kendi katında kefil olur. Şayet ümmetime zorluk çıkarma korkum olmasaydı, hiçbir seriyenin (savaşa giden ordunun) arkasında kalmayıp Allah yolunda öldür­meyi sonra diriltilip tekrar öldürmeyi sonra diriltip tekrar öldürmeyi isterdim.”[1]

Müslim’de geçen (1876) Ebû Zer’a yoluyla, O’nun da Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivayet ettiği hadiste Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyur­dular:

“Allahu Teâlâ, kendisinin yolunda cihad etmek, kendisini iman ve Peygamberini doğrulamaktan başka bir şey yöneltmeksizin Benim yolunda cihada çıkana kendi katında kefil olmuştur. İşte bu kimseye; Cennete sok­mak ya da cihada çıktığı yerde yine evine göndermek ve yahut ta mükafat ya da ganimetten elde ettiği bu şey­leri kendisine verilmek üzere kefil olmuştur. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki! Allah yolunda açılan (isabet olunan) her bir yara, kıyamet gününde açıldığı günkü gibi, kan ren­ginde ve misk kokulu olarak gelir. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki; Müslümanlara zorluk çıkarma korkum olmasaydı, asla savaşa çıkan bir ordunun arkasında kalmaz­dım. Ama Ben onların hepsini teçhizatlandırma imkanını bulamıyorum, onlar da kendi teçhizatları için imkan bulamıyorlar, bu durumda onların Benden geri kalmaları kendilerine güç gelir. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki, Allah yolunda savaşıp öldürmeyi, sonra tekrar savaş öldürmeyi isterdim.”

--------------------------------------------------------------------------------
 
[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî’ye aittir (36).


ALLAH YOLUNDA ÖLDÜRÜLENLERİN KERAMETİ
 

21) Abdullah bin Murreh’den, o da Mesrût’tan dedi ki: Ab­dullah bin Mes'ud (r.a.), Yüce Allah’ın (c.c.):

“Allah yolunda öldürülenlere asla ölüler demeyin, bilakis onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.” (Ali İmran: 169) ayeti hakkında sorduk. Abdullah bin Mes’ud (r.a.)’da şöyle dedi: “Bu ayeti biz de Resûlullah’a (s.a.s.) sor­muştuk. Kendileri şöyle buyurdu­lar:

“Şehitlerin ruhları yeşil kuşların kursaklarındadır. onlar için arşta kandiller asılmıştır. Onlara Rableri bir bakar ve

“Bir şey arzuluyor musunuz?” diye sorar. Onlar:

“Ne arzulayalım ki, Cen­nette istediğimiz yerde dolaşıyoruz” derler. Bu soru üç kez tekrarla­nır, onlar da kendilerine soru sorma işinin bırakılmayacağını gö­rünce:

“Ey Rabbimiz! Ruhlarımızı cesetlerimize iade etmeni, böy­lece se­nin yolunda tekrar öldürülmemizi mümkün kılmanı diliyoruz” derler. Allahu Teâlâ da onların bu ihtiyaçlarının olmadığını gö­rünce onlar da bırakılırlar.”[1]

--------------------------------------------------------------------------------
 
[1] Müslim (1887).



fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: CİHAD 1
« Yanıtla #1 : Ekim 16, 2017, 06:43:53 ÖÖ »
CİHAD 1
 
"Kendileriyle savaşılanlara (Müminler) zulme uğ¬ramış olmaları sebebiyle (savaş konusunda) izin ve¬rildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak su¬rette kadirdir" [1]

Allah yolunda cihad etmekle ilgili ilk inzal olunan ayetin bu ayet olduğu rivayet edilir.

"İbn Abbas Radıyallahü Anh der İd: Hazreti Pey-gamber Aleyhisselâm Mekke'den çıkanldığı zaman, Ebu Bekir Radıyaîlahü Anh:

Peygamberlerini çıkardılar, mutlaka helak ola-caklardır, dedi. Bunun üzerine Allah, bu ayet-i Ke-rimeyi inzal buyurdu. Ebu Bekir Radıyallahü Anh der ki:

Yakında savaş olacağını kesinlikle biliyordum.

İbn Abbas Radıyallahü Anh der ki: Bu, savaş (kıtal) hakkında nazil olan ilk ayettir. [2]

Mekke döneminde işkence altında bulunan Ra-sulullah Aleyhisselâm ve güzide Sahabesine devamlı olarak sabır tavsiye ediliyordu. Kendilerine, müş-riklerle savaşılmaması, ibadete ve davete devam edilmesi emredilmişti.

Risaletin Mekke dönemi, eğitim, yetişme, ol¬gunlaşma ve dünya İslâm Devleti'nin temelini atacak olan Müminlerin hazırlık dönemidir. Müş¬riklerin işkenceleri altında verilen iman ve ihlas im¬tihanıdır Mekke dönemi. Onüç yıllık, hazırlık ve ol¬gunlaşma dönemi geçtikten sonra, iman ve ihlas imtihanım başarıyla bitirenlere Rabbimiz Allah, yer¬yüzünün iktidarını lûtfeyledi. Onüçyıllk işkence al¬tında geçen çileli dönemde sabredenler, Rabbimiz Allah'ın emirlerine tabi olanlar sonunda, iktidar de¬nilen nimete ulaştılar. Fakat bu kamil imana sahip olan Örnek nesil, iyi biliyordu ki, iktidarı ele geçirip devlet olmak da bir imtihan aracıydı. Çünkü her ha¬limizle imtihan olunuyoruz.

Mekke şirk devletinin zulmü altında iken ken¬dilerine devamlı sabretmeleri emredilen Örnek Sa¬habe nesline, şimdi savaş emrediliyordu. Hatta o dö¬nemin sonlarına doğru ikinci Akabe Bey'atı sırasında Medine'den gelen Ensar topluluğundan Hazreti Numan bin Harise Radıyallahü Anlı, Ra-sulullah Aleyhisselâm ile şöyle bey'at ediyordu:

"Ben, Allah'a bey'at ediyorum. Ya Rasulullah, sana da bey'at ediyorum. Allah yolunda azimli, se¬batlı ve devamlı olmak, bu yolda yakın-uzak gö¬zetmemek üzere, istersen vallahi ya Rasulullah, şu Mina halkını da kılıçtan geçiririz" dedi.

Peygamberimiz:" Ben, daha bununla em-rolunmadım, buyurdu" [3]

Mekke Şirk devletinin, "La ilahe İllallah" ve "Al-lahu Ekber" sedalarını bastırmak, tamamen yok etmek, bu ezelî ve ebedî hakikati duyurmamak için giriştiği bütün şeytanî faaliyetler sonuçsuz kalmıştı, işkencenin her türlüsünü uyguluyorlardı. Onlar, Mü'minlere işkence yaptıkça, Müminleri imanı kuvvetleniyor, direnme azmi artıyor ve bu sabırla gün geçtikçe Mü'minler çoğalıyorlardı.

Bir Yasir ailesine, bir Hazreti Biîai'e, bir Hazreti Habbab'a, bir Hazreti Ammar'a, bir Hazreti Ebu Zer'e (Allah cümlesinden razı olsun) yapılan en kor¬kunç işkenceler, onları imanlarından ve dinlerinden zerre kadar ayırmadığı gibi, hiç şüpheye bile dü¬şürmedi.

Yasir ailesine uygulanan işkence sonucu, Hazreti Yasir, Hazreti Sümeyye ve Hazreti Abdullah şehid oldular. (Allah onlardan razı olsun). Hazreti Ammar bin Yasir Radıyallahü Anh, yapılan işkence so-nucunda bitkin düştü ve o sırada dengesini kaybetti ve müşriklerin söylettirmek istediği küfrî sözleri söyledi. Fakat ikrah-ı Mülci altında olduğu için Rab-bimiz Allah Celle Celalühu, bu konuda ruhsat verdi.

"Kalbi imanla sakin olduğu halde (dinden dön¬meye) ikrah (zorlanan) müstesna. Her kim ima¬nından sonra Allah'ı inkâr edip küfre gönül verirse, bu gibiler üzerine Allah'tan bir gazab iner ve onlara büyük bir azab verir.[4]

Hazreti Bilal-i Habeşî kızgın kumların üzerine yatırılıyor, göğsünün üzerine ağır kaya parçalan ko-nuluyor, birde üstüne oturuluyor ve kızgın güneşin altında bekletiliyordu. Ayrıca vücudundan kan çı-kıncaya kadar kırbaçlarla vuruluyordu. Tek is¬tedikleri, hakk dinden dönsün ve tekrar putlara tap¬sın. Hazreti Bilal Radıyallahü Anh, o korkunç işkencenin altında bile, "Ahad-Ahad" Allah birdir, Allah birdir, diye şehadet ediyor ve müşrikleri kız¬dırıyordu. Hatta bir rivayete göre Hazreti Bilal Ra¬dıyallahü Anh, müşriklere sesleniyor:

"Eğer sizi bundan daha çok kızdıracak bir kelime daha bilseydim, onu da söylerdim."

Mekke'nin hakimleri, müstekbir, putçu müşrikler köpürüyor, ellerindeki tüm şeytanî planları uy¬guluyor, işkencelerini daha da ağırlaştırıyorlardı. Onlar, en korkunç işkenceleri artırırken, işkence al¬tındaki Müminlerin imanları kuvvetleniyor, sa¬bırları ve yakînleri artıyordu.

Ya; Hazreti Habbab bin Eret Radıyallahü Anh. Onu yakalayan müşrikler, elbiselerini çıkarıyorlar, kor haline gelmiş közlerin üstüne sırt üstü ya-tınyorlardı. O kızgın korları, Hazreti Habbab Ra¬dıyallahü Anh'ın sırtından akan kanlar sön¬dürüyordu. Bu işkenceden dolayı sırtında gözenekler oluşmuştu.

Beytu'l-Haram Kabe'nin yanında ayağa kalkıp, "Allah'tan başka ilah yoktur" diye haykıran Hazreti Ebu Zer-î Gıffarî'ye saldıran müşrikler, Onu o kadar dövdüler ki, öldü diye bıraktılar. Hazreti Ebu Zer Radıyallahü Anh, bir müddet sonra kendine gelince kandan bir heykele döndüğünü fark etti.

Rasulullah Aleyhisselâm'a yaptıkları işkenceler de alabildiğine korkunçtur. Yolda suratına pislik atı¬lır, üzerine kül dökülür, evinin önüne necaset atılır, geçtiği yollara diken serpilir, Kabe'nin yanında sec-dede iken sırtına, başına devenin pislikleri konulur, secdede iken boğmak istenir ve daha nicesi...

Hazreti Ebu Bekir Radıyallahü Anh, komalık oluncaya kadar müşrikler tarafından dövülür.

Bütün bu işkenceler, Mekke şirk devletinin iş¬kencesi altında bulunan Mü'minleri daha da biler, birbirlerine sımsıkı sarılmalarını sağlar, ol¬gunlaşmalarına vesile olur.

Bu arada iki defa denizaşırı bir ülke olan Ha-beşistan'a hicret edilir, ikinci Akabe'nin sonucunda hicretler Yesrib'e yani Medine'ye yapılır. Medine, Ashab için "Daru'l-Hicre" olur. Rasulullah Aley-hisselâm'm hicretinden ve İslâm devletinin ku-rulmasından sonra Medine, "Daru'l-İslâm" olur. O dönemde Mekke, "Daru'ş-Şirk"tir. Mekke'nin fet-hinden sonra "Daru'l-İslâm'a dönüşür.

Onüç yıl sabırla imtihanlarını veren örnek Sa¬habe nesline Allah, savaşmayı emrediyordu. İm¬tihan devam ediyordu, yalnız zaman, zemin ve şart¬lan değişmişti.

Rabbimiz Allah Celle Celalühü, kendilerine savaş izni verdiği Mü'min kullarının o günkü durumlarını şöyle beyan buyuruyor:

"Onlar, sırf 'Rabbimiz Allah'tır' dedikleri için hak¬sız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla defetmesi olmasaydı, iç-lerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, ki¬liseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır.[5]

Evet, başta efendimiz, önderimiz, liderimiz ve ye¬gane örneğimiz Rasulullah Aleyhisselâm olmak üzere bütün iman eden Sahabe, "Rabbimiz Allah'tır" ve "O'nun hiç bir ortağı yoktur.", "Göklerde de ilâh O'dur, yerde de ilâh O'dur.", "Biz putların ve put-çulann rabbliklerini ve iîâhlıklarım reddediyoruz.", dedikleri için şirk devletinin kurucu ve koruyucuları tarafından binlerce işkenceye tabi tutuldular, can¬larına kast edildi ve yurtlarından çıkarıldılar.

Yurtlarından çıkarılan Mü'minler, kendilerine iş¬kence yapıp ve sürgün edenlere karşı sa¬vaşacaklardı. Mekke şirk devletinin ilkelerini red¬detmişlerdi. İmanlarından hiç bir taviz vermeden direnmişlerdi. Şirki ve şirke dayalı düzenin hiç bir şeyini kabul etmemişlerdi.

Mekke şirk devleti laik ve demokratik bir dev¬letin vasıflarını taşıyordu. Dini yani İslâm'ı ke¬sinlikle devlet işine karıştırmak istemiyordu. Yer¬deki hakimiyet, Allah'ın değil put ilâhlarmmdı. Devlet yönetimi, bu put ilâhlarının adına o günün Meclisi olan, "Daru'n-Nedve"deki kabile tem¬silcilerine yani vekillerine aitti. Onlar, bu. ha¬kimiyet hakkını Allah'a ve O'nun nizamına dev¬retmek istemiyorlardı. Evet, Allah'a inanıyorlardı. Fakat inandıkları Allah göklerdeydi ve onların si¬yasetlerine, ekonomilerine, hukuklarına ve sosyal hayatlarına karışmazdı. İnandıkları Allah, sadece yaratır ve öldürürdü. Hatta "Dehrî" akidesine ina¬nanlar buna da pek itibar etmiyorlardı. Doğum ve ölüm, Allah'ın elindeydi. Allah, doğum ve ölüm ara¬sındaki hayata karışmazdı. Onu devlet ve fert pla¬nında, Mekke şirk devletinin müşrik yöneticileri ayarlardı. Bu hakkı kendilerine has kılmışlardı. Helal ve haram sınırlarını kendileri belirliyorlardı. Kanun yapma ve uygulama hakkı "Daru'n-Nedve" parlamentosu mensupları olan temsilcilere ve¬rilmişti. Hakimiyet, milletin adına onlarındı.

Râbbimiz Allah Celle Celalühu, Rasulü Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ı, "Allah'tan başka ilâh yoktur" yani hakimiyet yalnız ve yalnız Allah'a ait¬tir, kanun yapma, hüküm koyma hakkı Allah'ındır ve hükmüne tabi olunacak yalnız ve yalnız Allah'tır, demesi için vazifelendirince, müşrikler devlet olsun, fert olsun bu hakikatin karşısına çıktılar. Çünkü onlar, hakimiyet hakkını kendilerinden başka hiç kimseye vermek istemiyorlardı. Hatta hakimiyet hakkını devredecekleri merci, inandıklarını iddia et¬tikleri Allah bile olsa, vermek istemiyorlardı. Bunun için Rasulullah Aleyhisselâm'm Allah'tan ge¬tirdiklerini yalanladılar ve hakimiyet için Allah ve Rasulü'ne karşı savaştılar.

Ö günkü müşrikler ile yaşadığımız çağdaki Allah'ın hakimiyet hakkını gasbeden müşrikler ara¬sında hiç bir fark olmadığı kaynaklar incelendiğinde apaçık anlaşılır.

İşte o günün müşriklerinin yönettiği Mekke'si, işte bugünün tağutlannın yönetimleri altına almış olduğu İslâm toprakları. Her iki durumda da, "La ilahe illallah" deyip gereği yapılmak istendiği zaman, hakim tağutî ve şirk güçlerinin karşı koy¬ması aynıdır. Mü'min ve muttakilere uygulanan iş¬kencelerin arasında zaman, zemin ve çeşitlilik far¬kından başka hiç bir fark yoktur.

O zamanın müşrikleri, Müminleri kızgın kumun üzerine yatırıyor veya kor halindeki közlerin üzerine basıyorlardı, şimdiki müşrik düzenlerin iş¬kencecileri, Mu minlere elektrik vermek suretiyle iş¬kence yapıyorlar. O zamanın müşrikleri, Müminlerin bir ayağını bir deveye, diğer ayağım başka bir deveye bağlar, aksi istikamete sürer ve Mü'mini ikiye ayırırdı. Bu zamanın egemen müş¬riklerinin işkencecileri, Mü'minleri Filistin askısına alıyor, kafese kovuyor, foseptik çukuruna gömüp bekletiyor, gazoz şişesine oturtuyor ve şişe kan do¬luncaya kadar bekletiyor, yılanlı hücrelere tıkıyor, kafasını mengeneye sıkıştırıp beynini dağıtıyor ve daha ne korkunç işkenceler...

Müşrikler bütün bu işkenceleri, yalnız ve yalnız ellerinde tuttukları hakimiyet hakkını Allah'a dev-retmemek için yapıyorlar. Allah'ın hakimiyet hak¬kını gasbeden bu müstekbir müşrik tağutîara karşı direnen Mu minler de sadece bir şey söylüyor ve bir

Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vaz-geçerlerse artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.[6]

Ayette geçen ve ortadan kaldırılması Allah ta¬rafından emredilen fitne kavramı, bilerek ihanet so¬nucu veya bilmeyerek hata sonucu yanlış de¬ğerlendiriliyor. Fitneden maksat, Allah'ın dininin zıddı ve O'nun yerine geçmek isteyen bütün küfrî, şirkî, irtidadî ve tağutî sistemlerdir.

"Fitne semantik anlamı çok geniş ve derin bir kavramdır. Burada şirke dayalı bütün ideolojiler başta olmak üzere her türlü bozulma, karışıklık ve sapma bütün kurum ve belirtileriyle söz konusu edilmektedir. [7]

Bu konuda bir başka ciddi değerlendirmede şöyle denilmektedir.

"Fitne, aynı zamanda imtihan manasına gelir. Muteber hadis mecmualarında "KFiten" veya "B.Fiten" başlığı taşıyan bölümlere dikkat ettiğimiz zaman; insanın çevresinin fitnelerle dolu olduğuna şahid oluruz. Dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi şeh-vetle bağlanmak bir fitnedir. Şer'î hudutları aşan "mal sevgisi", "evlad sevgisi", "makam hırsı" ve bunun gibi hazlar birer fitne hükmündedir. Allah Celle Celalühü indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle, inanmayarak da olsa, hükmetmek bir fit¬nedir.

Cahiliyenin galip geldiği, tağutî güçlerin in¬sanları hor ve hakir kıldığı toplumlarda onlarla "uz¬laşmayı" esas alan her türlü düşünce bir finedir. İn¬sanlardan  şer'î   hudutların   dışında   tahsil   edilen gelirlerden maaş almak bir fitnedir. Bütün bunların dışında "Deccal" fitnesi, "Kabir" fitnesi ve "Belam" fitnesini de unutmamak gerekir...

Hazreti Adem Aleyhisselâm'dan itibaren bütün Peygamberler insanlara tevhid akidesini tebliğ et-mişlerdir. "Allah'a iman edin ve tağuta kulluktan kaçının" tebliği, bütün Peygamberlerde ortak bir noktadır. Dolayısıyla Allah Celle Celalühu'nun in-dirdiği hükümlerle hükmedilmeyen bütün top¬raklarda küfür ve fitne siyasî iktidar durumuna gel¬miş demektir. Bu vasıftaki bütün toplumlarda cihad, akıl-baliğ olan her Mü'min üzerine, farz-ı ayndır. Kim bu cihad'dan uzak kalırsa, fitnenin içine düşmüş olur.[8]

Cihad hakkındaki ayet-i kerimelere devam ede¬lim:                 :

"Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize ya¬zıldı (farz kılındı). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir serdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." [9]

Cihadın savaş kısmıyla imtihana tabi tutulmak elbette nefsin hoşuna gitmeyecektir. Çünkü nefs, sü¬rekli olarak rahatı ister. Rahatlık içinde, köşklerde, yumuşak koltuklarda ve yataklarda, dopdolu sof-raların başında, ticareti istediği doğrultuda olduğu halde kulluk yapıp, Cennete girmek arzusundadır. Fakat Sünnetullah daha başkadır. Bunun için Rab-bimiz Allah şöyle buyurur:

'Yoksa sizden Önce gelip geçenlerin hali, başınıza gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, be-raberindeki Müminlerle, "Allah'ın yardımı ne za-mandır? diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır" [10]

'Bizden öncekiler' Asr-ı Saadet'te yaşayan örnek nesil ve onlardan önceki Ümmetlerde iman eden Mü'min ve Muvahhidlerdir. Bütün Peygamberler ve Ümmetleri, Ashab-ı Uhdud ve Ashab-ı Kehf ve di-ğerleri... O Mü'min ve Muvahhidlerin başına ge¬lenler, onların yolunu izleyenlerin de başına ge¬lecektir. Tevhid yolunun yolcuları buna hazır olmalıdırlar. Yol budur. Bu yolun dışında bir yol de¬nemek isteyenler, yani Allah'ın Rasulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla göndermiş olduğu ilâhî me¬todun/usulün dışından bir metodîa harleket etmek isteyenler, dosdoğru yoldan sapmış olurlar.

Bu ilâhî metodun/usulün uygulayıcısı Rasulullah Aleyhisselâm'dır. Onun Sünnetinin aynısı uy-gulanmalıdır. Kendisi buyurdu ki, "Benim Sünnetim budur" ve "Benim Sünnetimi işlemeyenler benden değildir." O halde Rasulullah Aleyhisselâmın kabul etmediği, red ettiği, denenmesine izin olmayan gayr-ı İslâmî metodîarla çalışmanın ve İslâm'ı bu yollarla hakim kılmaya uğraşmanın sonucu hüsrandır. De-lilimiz yukarıda zikredilen ayeti kerime ve benzeri ayetler ile Rasulullah Aleyhisselâm'm tüm siretidir.

"Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah işitendir, bilendir. [11]

"Yoksa siz, Allah, içinizden dhad edenleri be¬lirtip, ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayır-detmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız?" [12]

"Öyleyse dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; Kim Allah yo¬lunda savaşırken öldürülür, ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz"

"Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve ço-cuklardan zayıf bırakılmışlar (müstez'ailar) adına savaşmıyorsunuz?"

"İman edenler, Allah yolunda savaşırlar, küf¬redenler de tağutun yolunda savaşırlar, Öyleyse şey¬tanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz şeytanın hi¬leli düzeni pek zayıftır.[13]

"Artık sen, Allah yolunda savaş, kendinden baş-kasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Mü'minleri de hazırlayıp teşvik et Umulur ki, Allah, küfredenlerin ağır baskılarını geri püskürtür. Allah, kahredici bas-kısıyla daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur. [14]

"Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; Onun yo¬lunda dhad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz." [15]

"Yoksa siz, içinizden dhad edenleri ve Allah'tan ve Rasulü'nden ve Mü'minlerden başka sır dostu edinmeyenleri Allah bilip (ortaya) çıkarmadan bırakıhvereceğinizi mi sandınız? Allah, yapmakta ol-duklarınızdan haberi olandır.[16]

"Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp da) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yaran pek azdır. Eğer savaşa kuşanıp çık-mazsanız, O, sizi pek acıklı bir azabla azab-landıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz, O'na hiç bîr şeyle zarar ve-remezsiniz. Allah her şeye güç yetirendir. [17]

"Gerek hafif, gerek ağır olarak (şartlarından do¬layı savaş size kolay da gelse, ağır da gelse, binekli de olsanız, yaya da olsanız, teçhizatınız hafif de olsa ağır da olsa, sağlam da olsanız hasta da olsanız hangi halde bulunursanız bulunun) hep birlikte sa-vaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yo¬lunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. [18]

Allah yolunda ve yalnızca Allah'ın rızasını hedef alarak cihad etmek farz-ı ayn olduğu gibi, gerçek iman edenleri diğerlerinden ayırmak için bir im¬tihan olduğu da hakikattir.

"Andolsun biz, sizden mücahid olanlarla sab¬redenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarmcaya) kadar, sizi deneyeceğiz ve haberlerinizi de sı¬nayacağız (açıklayacağız)" [19]

"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, Onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuş¬kuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlanyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olan¬ların ta kendileridir.[20]

"Ey iman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak olan ticareti haber vereyim mi? Allah'a ve O'nun Ra¬sulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır eğer, bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan Cennetlere ye Adn Cennetleri'ndeki güzel konaklara yerleştirir. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş budur ve se¬veceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan yar¬dım ve zafer (nusret) ve yakın fetih. Mu minleri müj¬dele. [21]

Gerçekten iman eden Mü'minler, bu ticaretin ta-liplileridirler. Allah Celle Celalühu'ya ve Rasulullah Aleyhisselâm'a iman etmişlerdir, mallarıyla ve can-larıyla Allah yolunda, nefs-i emmareyle, tağutlarla ve tağutî düzenlerle, zalim, münank, fasık, mürted ve müşriklerle cihad etmektedirler. Bu ticaret Allah ile yapılmakta ve Müslümanlar ticaretin şartlarına bağlı kaldıkça kendilerini acıklı bir azaptan kur¬taracaklarını da bilmiş olsunlar. Karşılığında Cen¬net ve Allah'ın rızası olan bir alış-veriştir bu... Ne güzeldir, ne hoştur...

"Mü'minlerden özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre, derece olarak üstün kıl¬mıştır. Tümüne güzelliği (Cenneti) vaad etmiştir, ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Onlara) kendinden de¬receler, bağışlanma ve rahmet (vermiştir). Allah ba-ğışlayandır, esirgeyendir. [22]

"Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince: Biz, onlara elbette yollarımızı göstereceğiz. Şüphesiz ki Allah, her halde ihsan erbabıyla beraberdir.[23]

Cihadın farziyeti konusunda iki ayet daha zik¬redip bu konudaki hadis-i şeriflere geçelim:

"Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve saydırıcı davran. Onların barınma yerleri Cehennemdir, ne kötü bîr yataktır Ol. [24]

"Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahi-ret gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasulü'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslâm'ı) din edinmeyenlerle; küçük düşürülmüşler olarak cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. [25]

Rabbimiz Allah'ın emirlerinde gördüğümüz ve iman ettiğimiz odur ki, cihad, bütün zamana ve me¬kana şamil ilâhî bir davettir. Yeryüzüne Allah'ın dini hakim oluncaya ve Mü'minlerin de yeryüzünün hakimiyetini ele geçirip Allah'ın hükümleriyle hük-medinceye kadar cihad devam edecektir. Ne adil imamın adaletle yönetmesi, ne de zalim meliklerin zulmü cihad eden mücahidleri durduramayacaktır.

Çünkü Önderimiz Rasulullah Aleyhisselâm bu¬yuruyor ki:

"İyi biliniz İd, Cennet, kılıçların gölgesi al¬tındadır. [26]

İmam Buhârî ve İmam Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri hadislerde şöyle buyuruyor Rasulullah Aleyhisselâm:

"Allahü Teâlâ kendi yolunda cihada çıkan kim¬seye, 'Onu evinden çıkaran şey, yalnız bana iman ve Peygamberlerimi tasdik ise, nail olduğu ecir veya ganimetle (evine) geri getireyim, yahud Cennete ko-yayım' diye icabet eyledi. Ümmetime meşakket ola-cağını bilmezsem hiç bir seriyyeden geri kalmazdım. Allah yolunda Öldürülüp dirilmeyi, sonra öldürülüp dirilmeyi ne kadar isterdim.[27]

"Sabahleyin ve akşamleyin Allah yolunda bir defa (cihad için) yürüyüş, dünyadan ve dünyadaki şey¬lerin hepsinden hayırlıdır. [28]

"Ebu Said el-Hudrî Radıyallahü Anh rivayet edi¬yor:

Ya Rasulallah, insanların en faziletlisi han¬gisidir? diye soruldu da Rasulullah Aleyhisselâm:

Canıyla ve malıyla Allah yolunda cihad edip sa¬vaşan, Mümindir, buyurdu.

Ashab:

Sonra kim? diye sordular. Rasulullah Aley¬hisselâm:

Vadilerden bir vadide yalnızlığı tercih eden bir Mü'mindir ki o, Allah'tan korkar da, insanları kendi şerrinden rahat bırakır, buyurdu. [29]

"Kim Allah yolunda gazaya giden bir askerin teç-hizatını verirse, gaza sevabı alır. Kim de Allah yo-lunda gazaya giden askerin ailesinin işlerini hayırla yerine getirirse gaza sevabı almış olur. [30]

"Mücahid kadınlarına (evlerinde) oturan er¬keklerin  hürmeti,  annelerine  hürmetleri  gibidir. (Evinde) oturanlardan bir erkek, mücahidlerden bir adama ailesi hususunda halef olur da, onlar hak¬kında kendisine hiyanet ederse, kıyamet gününde durdurulur da onun amelinden dilediğini alır. Ne zannediyorsunuz.[31]

Mücahid, hangi halde olursa olsun Allah yolunda, küfür ve şirk taraftarları olan tağutlarla cihad eden¬dir. Allah'ın dini hakim olsun diye mücadele ve¬rendir. Böyle bir Mücahid, savaş alanlarına gider veya tağutlar tarafından tutuklanıp zindana atı¬lacak olursa, geride kalan Müslümanlara onun ai¬lesine bakmaları kaçınılmaz bir vazifedir.

Geride kalanların, zindandaki mücahidin kur¬tulması için çalışırken, mücahidin ailesine İslâmî öl¬çülerde sahip çıkmaları ve yardım etmeleri de ge¬rekir. Elbette şehid ailesi de aynı hükme tabidir. Ümmetin fertleri Mücahide, ailesine ve Şehidlerin ailelerine bakmakla mükelleftirler.

"Bir adam, Nebi Aleyhisselâm'a gelerek:

Bir adam ganimet elde etmek için savaşır, bir di¬ğeri de yiğitlikteki derecesi görülsün diye savaşır. Bunlardan hangisi Allah yolundadır, diye sordu. Ra-sulullah Aleyhisselâm:

Kim Allah'ın kelimesi en yüce olsun diye sa¬vaşırsa, işte o Allah yolundadır, cevabını verdi. [32]

"Ümmetimden bir cemaat, Allah'ın emirlerini ye¬rine getirmekte (onlarla hükmetmekte) devam edeçektir. Onlara yardımdan çekinenler, yahud onlara muhalefet edenler, onlara hiç bir zarar ve-remeyecektir. Allah'ın kıyamet emri onlara ge¬linceye kadar bu hal üzere devam edeceklerdir.[33]

Bu konuda Şehid Seyyid Kutub'un bir tesbitini zikretmek yerinde olur:

"Müslüman, savaş meydanına atıyla cihada çık-madan önce kendi içinde cihad yapar, kendi nefsî is-tekleri, şehevî duygulan ve kötü istekleriyle cihad eder... Kendi menfaatleri ve kabilesinin menfaatleri ile; İslâm dışı her şeyle cihada çıkar. Yalnız Allah'a kulluk fikrini gerçekleştirmek, yeryüzünde Allah'ın saltanatım gasbeten putları ve putçulan yıkmak ve Allah'ın hakimiyetini sağlamak için cihada çıkar. [34]

Allame İbn Abidin, mücahede için şunlan söyler:

"Mücahede, lügatta muharebe manasına gelir. Şe-riatta ise kötülüğü emreden nefis ile muharebe et-mektir. Şeriatta ise; matlup olan şeylerden nefse güç gelenleri ona yüklemek demektir. Buna, Cihad-ı Ekber (büyük cihad) adı verilen hadis varid ol¬muştur. Irakî, bu hadisi Beyhakî'nin zayıf bir se¬netle Câbir'den rivayet ettiğini söylemiştir. Aynı ha¬disi Hatib-i Bağdadî, Tarih'inde Hazreti Câbir'den şu lafizlarla rivayet etmiştir:

Peygamber Aleyhisselâm bir gazadan geldi de, "Hoş geldiniz, ama küçük cihaddan büyüğüne gel¬diniz" buyurdular. Ashab, "Büyük cihad nedir?", diye sordular. Rasulullah Aleyhisselâm, "Kulun heva ve hevesiyle mücahedesidir" buyurdular. [35]

Şimdi de Şehadetten bahsedebiliriz. Evet, şe-nadetten bahsetmeliyiz. Cihad farziyetinin meyvası olan, bereketi olan ve en mertebelerden biri olan şehadetı anlatmalıyız. Onlarca yıldır, İslâm topraklarını işgal eden müstevli tağutîlerin bizlere unutturmak istediği şehadeti canlandırmalıyız Jakat sadece sözde değil, sadece yazıda değil... Şahedetin hakikatini anlatırken, ne demek olduğunu yaşayarak da ortaya koymalıyız. Şehadet aşkının ol¬duğu yerde hürriyet vardır, izzet ve şeref vardır namus ve şahsiyet vardır!..

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hacc: 22/39.

[2] Abdulfettah El-Kâdî, Esbâb-ı Nüzul, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Fecr Yayınevi, Ank.1986, sh.258. babları, bab:23, hds.no.3383.

îbn Hişam, Siret (islâm Tarihi), çev. Hasan Ege, Kahraman Ya¬yınlan, İst. 1985, c.2, s. 126.

[3] M.Asım Koksal, islâm Tarihi (Hazreti Muhammed ve İslâmiyet) Mekke Devri, Şamil Yayınları, îst.1987, c.6, s.41-42.

[4] Nahl: 16/106.

[5] Hac: 22/40.

[6] Bakara: 2/193.

[7] Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Hzr. Ali Buiaç, Girişim Ya¬yınlan, îst.1990, sh.3O.

[8] Yusuf Kerimoğlu,   Kelimeler   Kavramlar,   İnlulâb   Yayınları, tat. 1985, 9.96 (Fitne maddesi)

[9] Bakara: 2/216.

[10] Bakara: 2/214.

[11] Bakara: 2/244.

[12] Âl-ilmrân: 3/142.

[13] Nisa: 4/74-76.

"Müstez'af: potansiyel güç bakımından zayıf olmadığı halde, başkaları tarafinda zayıf bırakılan, güçten düşürülen insanlar, geniş halk yığınları. Allah, Müslümanlardan bu zayıf bırakılmış insanlar uğrunda sa¬vaşmalarını ister. Eğer Müslümanlar savaşı göze alırlarsa insanların ve¬lisi (koruyucuları, dost ve müttefikleri) olacaktır, böylelikle İslâm, dünya ölçüsünde güç ve saygı kazanır," Ali Bulaç, Kur'an-ı Kerim ve Türkçe An¬lamı, s.90.

[14] Nisa: 4/84.

[15] Mâide: 5/35.3

[16] Tevbe:9/16.

[17] Tevbe: 9/38-39.

[18] Tevbe:9/41.

[19] Muhammed: 47/31,

[20] Hucurât: 49/15.

[21] Saf: 61/10-13.

[22] Nisa: 4/95-96.

[23] Ankebut: 29-69.

[24] Tevbe: 9/73.

[25] Tevbe: 9/29.

[26] Sahihi Buhârî, Kitabu'l-Cîhad ve's-Siyer, bab: 22, hds.no.34.

[27] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-îmaret, bab: 28, hds.no.1229.

[28] El-Lülüü ve'I-Mercan, Kitabul-lmaret, bab: 30, hds.no. 1234.

[29] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-lmaret, bab: 34, hds.no.1237.

[30] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-lmaret, bab: 38, hds.no.1239.

[31] Sahihi Müslim, Kİtabu'l-îmare, bab: 39, hds.no.1897. Sahihi Müslim Sarihi imam Nevevî, bu konuda şunları kaydeder: "Bu hürmet iki şey hususundadır: Biri mücahid kadınlarına bakmak,

onlarla başbaşa kalmak ve konuşmak gibi şeşlerin haram edilmesi, di¬ğeri onlara iyilik etmek, fitne ve fesada, şüpheye sebep olmamak şartı ile hacetlerini görmek gibi şeylerdir," Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, Ist.1983, c.9, s.5292.

[32] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'I-lmaret, bab: 42, hds.no.1243.

[33] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'l-îmaret, bab: 53, hds.no.1250.

[34] Mevdudî-Seyyid Kutub, Cihad, çev. Yüksel Durgun, Dünya Ya¬yınlan, lst.1990, 4.baskı, s.50

[35] Ibn Abidİn, Reddu'l-Muhtar Ale'd-dürrul-Mmuhtar, çev. Ahmed Davudoğlu, Şamil Yayınlan, ist. 1982, c.l, a.68.

Zikredilen hadis hakkındaki görüşler için bkz. Alİyyu'1-Karî, zayıf ha¬disleri öğrenme metodu (Mevzuad), çev. Ahmet Serdaroğlu, Ilım Ya¬yınlan, îst.1986, s.69. (Rı-Harfi).

Kul  Sadi   Yüksel.

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]