Müslümanın Bedeli
Cihadda Bedel
Bedirde, küfre karşı canlarıyla mallarıyla mücâdele eden bir avuç müslümana, Rabbimiz (cc) Melekler ordusuyla yardım etti. Afganistan’da Hindukuş dağlarında mücâhidlere yeşil yeşil kuşlarla ilâhî yardım geldi.
Araştırmacı yazar Sütlü, “Çanakkale Savaşı’nda aklın ve fennin mahcup olduğunu görüyoruz” dedi. Öyle hâdiseler oldu ki buna akıl da fen de bir şey diyemez. Bir gün düşman çıkarma yapacak. Yoğun bombardıman oldu. Bir mevkiyi bombalamaya başladılar. Yüz binlerce mermi attılar. Taş üstünde taş kalmadı. Kıyıda siper hattımızdaki askerlerimizin sağ çıkması mümkün değil. Biz askerlerimizin şehid olduğunu ve oradan kalkan toprağın altına gömüldüklerini düşündük. Bir de baktık ki, önümüzde ‘Allah Allah’ nidâsı her tarafı inletti. Bütün siper hattı hücûma kalktı. Âdetâ melekler kanatlarını germişti.
Bir cephede ciddi bir çarpışma esnâsında asker zor durumda kalmış. Düşman başarılı olmuş. Askerimiz cepheden geriye savrulurken arka cephede, bir komutan, bir anda haykırarak, ‘Yetiş Yâ Muhammed (sav) Kitâbın gidiyor’ diye ön plana çıkmış. Bunun üzerine bize de bir şevk geldi. Onun peşinden biz de akmaya başladık ve düşmanı kovaladık.
Çanakkale boğaz harbinde yedi düvele karşı muzafferiyeti Allah Teâlâ bir bedel karşılığı lütfetti. Yavrularını askere gönderirken halk, âdetâ bir düğün havası içinde gönderdi. Analar kuzularını, ciğer pârelerini, “ölürsen şehid kalırsan gâzi” diye yolladı cihâda. Zâhirde güç yetmeyen orduya galebe çalan mücâhidleri Mehmed Akif Ersoy şu şekilde tavsif eder:
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
“Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?” diyordun. Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da âniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır. Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. ‘Yardım ve zafer’ (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sâhibi olan Allâh’ın Katındandır. (Âl-i İmran, 124, 125, 126.)
Bu kadar şanlı mücâhidin vasfını ancak Aleyhissalât ü Vesselâm Efendimiz yapar. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashâbına şöyle dedi: “Uhud’da şehîd olan kardeşleriniz var ya! Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar cennetin nehirlerine giden, cennet meyvelerinden yiyen ve Arş’ın gölgesine asılmış altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehitler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler: Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki bizler Cennet’te dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar Cennet’e karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!” Allâhu Teâlâ onlara cevâben: “Sizin haberinizi Ben duyuracağım.” buyurdu ve şu âyeti indirdi: “Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis onlar Rabb’leri katında diridirler. Allâh’ın bol nimetinden onlara verdigi şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler.” (Âl-i İmrân, 169)
İslâh-ı Nefs’de Bedel
Cenâb-ı Hakk herkes için geçerli olan âyet-i celîle’de, “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 39.) buyurur. Ama mü’minler çalışırsa Allah Teâlâ’nın yardımı vardır ayriyeten.
Kırk yedi yılın netîcesi Yûnus Emre Hakk’ın ve halkın mergûbu oldu. Nefsini islah yolunda yıllarca dağdan odun getirdi cetvel gibi, “Şeyhimin kapısına eğrisi yakışmaz” diye. Yûnus gibi, İbrâhim b. Edhem de, on altı yıl odun çekti dağdan. Bir himmet istemesi kovulmasına sebep oldu. Sebâtıyla sonunda da, Yûnus Emre gibi sıddîklardan oldu. Üstâz-ı Âlîleri tarafından yapılan darbeler, onları kemâle erdirmek içindi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ks) bin bir günlük çileyle elde ettiği rûhî olgunlukla, cümle âleme örnek oldu.
Mevlânâ Celâleddin yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da seviliyor ve tanınıyor: Mevlânâ Celâleddîn’in Îmânı, şiiri, sanatı yalnız yurt içinde ilgi toplamıyor, Batı’yı da yakından ilgilendiriyor. Artık Almanlar, İngilizler, Fransızlar onun Dîvân-ı Kebîr’ini, Mektûbât’ını dillerine çeviriyorlar. Dünyâ’nın ve Avrupa’nın uyanışında Mevlânâ Celâleddîn’in etkilerini inceliyorlar.
İlimde Bedel
İlim yolunda çekilen çilelerle âlim, müderris, müctehid ve mezhebde imam oldular. Cabir b. Abdullah (ra) bir hadîs-i şerif için bir aylık yol giderek Şam’a varır. Abdullah b. Üneys’e ulaşır.
Alkame b. Kays en-Nehai ve Esved b. Yezid en-Nehai (r.aleyhim) ki bunlar Irak’tan Kufe’dendiler, kendilerine Ömer’den bir hadis ulaştığı vakit bununla tatmin olmaz ve onu tâ Medîne-i Münevvere’ye bizzat ondan dinlemeye giderlerdi.
Said b. Müseyyeb (ra) “Bir hadîs-i şerif için günlerce gecelerce yolculuk yapardım” demiştir.
Ahmed b. Hanbel (rha) on altı yaşında hadis öğrenmeye başladı. Beş defa hacca gitti. Üçünde yaya idi.
Fudayl b. Iyad (rha) der ki: “Çoğu kere geceleri oturur fıkıh müzâkere ederdik. Çoğu kere sabah ezanı okununcaya kadar kalkmazdık”.
İmam Buhârî (rha) gece uykudan uyanır, lambasını yakar, hatırına gelen faydalı bir şeyi yazardı. Sonra lambasını söndürür yatardı. Tekrar kalkar, tekrar kalkardı. Hattâ bir gecede yaklaşık yirmi defa kalktığı olurdu.
Taberi yüz yıl yaşadı. Yazdığı eserler yetmiş beşi aştı. Zekvani diyor ki: “Taberani’ye çok hadis rivâyet edebilmesinin hikmetini sordular; “otuz yıl hasır üzerinde uyudum” diye cevap verdi.
Bilim ve Teknolojide Bedel
Ödenince bedel, teknolojide de başarı elde edilir. Tren, uçak, otomobil, telefon vs. gelişmelerde en güzelini îmanla yaptı ecdâdın şanlı torunları. ASELSAN Silah, Sensör ve Komuta Kontrol unsurlarını içeren komple sistemler üreterek başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere dünyâ ordularına bu alanda çözüm sunma başarısını elde etmiştir.