Tarihte Muhteşem Zaferleri Nasıl Kazandık
İslam ordularının sefere çıkarken niyetleri “İ’lâ-yı kelimetullah” yani Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerimdeki Cihad emrini yerine getirmek idi. Ölümden hiç korkmaz, şehit olmak için can atarlardı. Bu sebeple çok üstün düşman kuvvetleri karşısında dahi zaferler kazanılıyordu. Bunun misalleri çoktur.
Cihadı devlet yapar. Devletin izni ve kumandanının emri olmadan, herkesin başkasına saldırması, cihad olmaz. Çapulculuk, eşkıyalık olur.
Dua ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin ruhu gibidir
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimin pek çok âyet-i kerimesinde cihadı emretmektedir. Mesela Tövbe suresinin 43. âyetinde mealen şöyle buyruluyor: “Ey Müminler! Gerek yaya gerekse binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın, mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için çok daha hayırlıdır.” Yine Tövbe suresinin 73. âyetinde mealen: “Ey Yüce Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran” buyurulmaktadır.
Büyük İslam âlimi İmam-ı Rabbanî hazretleri, zamanın Sultanı Selim Cihangir Han’a yazdığı mektupta buyuruyorlar ki: “Askerin, ordunun vazifesi devleti kuvvetlendirmektir. Bu parlak dinin yayılması devletin yardımı ile olur. (İslamiyet kılıçların altındadır) buyruldu. Devletin kuvvetlenmesi için yardım iki şekilde olur. Birincisi maddî sebeplerle olur. Bu da asker ile ordu ile (teknik, ekonomik vasıtalarla) yapılır. Bunların hepsi meydanda olan, görülen yardımlardır. Yardımın ikincisi, hakiki yardım olup, sebepleri yaratan tarafından yapılmaktadır. Âl-i İmran suresinin 126. ayetinde mealen; “Yardım ancak ve yalnız Allah’tandır. Bu yardıma dua ordusu vasıtasıyla kavuşulur” buyrulmaktadır.
İmam-ı Rabbanî hazretleri başka bir mektubunda da, “Kâfirlerle cihada girerken önce niyeti düzeltmelidir. Muharebeye girmekten maksat Allahü teâlânın ismini, dinini yaymak ve yükseltmek; din düşmanlarını zayıflatıp bozguna uğratmak olmalıdır” buyuruyor.
CİHADI DEVLET YAPAR
Son asır İslam âlimlerinden Hüseyin Hilmi Işık Hazretleri de “Tam İlmihal” kitabında, İslam’ın cihad emriyle ilgili şunları kaydetmektedir: “Cihad, insanların İslamiyeti işitmelerine ve Müslüman olmalarına mâni olan zalimleri, sömürücüleri ortadan kaldırarak, insanların Müslüman olmakla şereflenmeleri için yahut Müslümanlara saldıran kâfir, zalim ordularına karşı Müslümanların mallarını, canlarını ve ırzlarını, namuslarını korumak için, can ile mal ile propaganda ile harp etmek, savaşmak demektir.
Cihadı devlet yapar. Milleti sulh zamanında cihada hazırlamak, yetiştirmek, devletin vazifesidir. Müslümanların cihat yapması, cihat sevabına kavuşması, devletin cihat yapmak veya cihada hazırlanmak için yaptığı davete, çağrıya ve kumandanların emirlerine itaat etmesi, askerlik vazifesini yapması demektir. Devletin izni ve kumandanının emri olmadan, herkesin başkasına saldırması, cihad olmaz. Çapulculuk, eşkıyalık olur. Büyük günah olur. İbni Âbidin diyor ki: “Devletin harp etmesi, bunun için de, zamanın en mükemmel silahlarını yapması, milletin de, devlete yardım, itaat etmesi vaciptir.”
ALLAHÜ TEÂLÂNIN VAADİ
İslam ordularının, kendilerinden birkaç misli büyük olan düşman ordularına karşı zaferler kazanmalarının hikmeti neydi? Allahü teâlâ cihad eden İslam askerine yardım edeceğini Kur’ân-ı kerimin bazı surelerinde bildiriyor.
Bunlar mealen:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allahü teâlâ da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed Suresi)
“Mallarını, canlarını feda ederek din düşmanları ile Allah rızası için cihad eden Müslümanlar, oturup ibadet edenlerden daha üstündür. Hepsine de, Cenneti söz veriyorum.” (Nisa Suresi)
“Eğer Allahü teâlâ yardım ederse, artık size galip gelecek hiç kimse yoktur.” (Âl-i İmran suresi)
“Yüz mümin, iki yüz kâfire galip gelir.” (Enfâl Suresi)
“Allahü teâlâ vaadinden dönmez.” (Rum Suresi)
Görülüyor ki Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerimde zaferi bizzat kendisi vadediyor. Bundan dolayı, savaşta askerlerin moral ve maneviyatlarının çok yüksek olması, en zor şartlarda dahi endişeye, ümitsizliğe düşmemeleri gerekir. İmam-ı Rabbanî hazretleri “Ümitsizlik küfürdür.” buyuruyor. Zafer için daima azimli, gayretli ve ümitli olmalı; Allahü teâlânın yardımını beklemelidir.
DUA, ASKERLERİN RUHU GİBİDİR
İmam-ı Rabbanî hazretleri Mektûbat’ında buyuruyor ki: “Dua; kazayı, belayı def eder. Dua ordusunun askerleri, gazâ ordusu askerlerinin ruhu gibidir. Gazâ ordusunun askerleri, onların kalıpları, bedenleridir. O hâlde, gazâ ordusunun askeri, dua ordusu olmadıkça, iş başaramaz. Çünkü ruhsuz bedene hiçbir yardımın ve kuvvetin faydası olmaz. Bunun içindir ki, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), gazâlarında ve sıkıntılı zamanlarında, muhacirlerin fakirleri hürmetine Allahü teâlâdan yardım dilerdi. Askeri, ordusu olduğu hâlde, muhacirlerin fakirlerini vesile ederek dua ederdi.”
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (aleyhisselam), Bedir Harbi’nde devamlı şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Bana yaptığın vaadini yerine getir. Ya Rabbim, şu bir avuç İslam cemaatini helak edersen artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz.”
Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan, 26 Ağustos Cuma günü Malazgirt Harbi’nden evvel askerlerini toplayıp atından inerek secdeye vardı. Sultan Alparslan “Ya Rabbi, sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ya Rabbi, niyetim hâlistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti.
Osmanlı Sultanı Murad-ı Hüdâvendigâr da Kosova Meydan Muharebesi’nde, savaştan önce komutanlarına şu konuşmayı yaptı: “Hepimiz biliriz ki, zafer ancak Allahü teâlânın yardımıyla gerçekleşir. Küffar ordusu bizden fazladır. Fakat Müslüman mücahid, kâfirden şecaatlidir. Beylerim, paşalarım, hadi göreyim sizi. Bu gece, asker evlatlarımı hoşça tutasınız. Onlara, Yüce Allah’ımıza dua etmelerini vasiyet edesiniz. Helalleşesiniz. Ola ki, yarın çoğumuz Cennet’te buluşuruz.”
ŞEHİTLİĞİN YERİ
Dinimizde şehitliğin çok mühim bir yeri vardır. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde “Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Ama siz bunu anlayamazsınız” buyurmaktadır. (Bakara: 154)
Peygamberimiz de muhtelif hadis-i şeriflerinde buyurdular ki: “Şehit, kabir azabından emindir. Yakınlarından yetmiş kişiye şefaat eder. Allahü teâlâ şehidin bütün günahlarını affeder. Hatta denizde şehit olanların kul haklarını da bağışlar.”
DÜŞMAN ÜSTÜNDÜ AMA…
Peygamberimizin sahabelerinin ve İslam ordularının, sefere çıkarken niyetleri “İ’lâ-yı kelimetullah” yani Allahü teâlânın Kur’an-ı kerimdeki Cihad emrini yerine getirmek idi. Ölümden hiç korkmaz, şehit olmak için can atarlardı. Bu sebeple, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında dahi zaferler kazanılıyordu. Şimdi buna birkaç misal verelim:
Bedir (624): Komutan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam. Eshab-ı Kiram’ın mevcudu 313, müşrik ordusunun mevcudu 1000.
Mute (629): Komutanlar; Zeyd Bin Harise, Cafer-i Tayyar, Abdullah bin Revaha. Bunların şehadetinden sonra, Halid bin Velid. İslam ordusu 3 bin, Bizans ordusu 100 binden fazla.
Yermük (636): Komutan Halid bin Velid. İslam ordusu 46 bin. Bizans ordusu 240 bin.
Kadisiye (636): Komutan Sa’d bin Ebu Vakkas. İslam ordusu 34 bin. İran ordusu (Sasani) 120 bin.
Nihavend (642): Komutan Numan bin Mukarrin. İslam ordusu 30 bin. İran ordusu 150 binden fazla.
Malazgirt (1071): Komutan Muhammed Alparslan. Türk ordusu 40 bin, Bizans ordusu 200 bin.
Kosova (1389): Komutan Murad-ı Hüdâvendigâr. Türk ordusu 60 bin, Haçlı ordusu 100 binden fazla.
Mohaç (1526): Komutan Kanuni Sultan Süleyman. Türk ordusu 70 bin, Haçlı ordusu 100 bin.
Panipat (1526): Komutan Babür Şah. Müslüman ordusu 13.500. Hint ordusu 150 bin.
MAĞLUBİYETİN SEBEPLERİ
Birinci Dünya Harbi’ne gönüllü olarak katılan Konyalı müderris Abdullah Fevzi Efendi hatıralarında İttihat ve Terakki devrindeki Osmanlı ordusunun başarısızlığının sebebini, komutan ve askerlerin İslamî değerlerden uzaklaşmasında görüyor, savaş zamanında orduda namaz kılan, oruç tutanların çok az olduğunu belirtiyor. Ayrıca, cihaddan maksadın sadece vatan ve istiklalden ibaret olduğu, Kur’an-ı kerimde emredilen İ’la-yı kelimetullah, Allahü teâlânın ismini ve dinini yüceltmek, İslam’ı yaymak ve şehitliğin yüksek fazileti gibi hususların düşünülmediği, aksine askerin bütün arzusu, savaşın bir an önce biterek evine, köyüne dönmek olduğundan, eskiden olduğu gibi büyük zaferler kazanılmadığını ifade etmektedir.
GÜNÜMÜZÜN EN MÜHİM CİHADI
Günümüzün en büyük savaş vasıtaları; güçlü ordular, atom bombası ve nükleer silahlardır. Bunlara sahip devletler, milletler, kendilerini her zaman güçlü ve emin görmektedirler. Yakın zamanın büyük fen ve İslam âlimi Hüseyin Hilmi Işık hazretleri, ‘Tam İlmihal’de diyor ki:
“İstikbâlin harpleri, atom silahları ile yapılacak, atom kuvveti bulunmayan milletler, yaşamak hakkı bulamayacaktır. Müslümanların, düşmanda bulunan silahları öğrenmesi ve yapması, farzdır. O hâlde, bugün atom bombasını yapmaya ve bunun için lüzumlu matematik, fizik, kimya bilgilerini öğrenmeye çalışmak farzdır.
Önümüzde bulunan atom harbine hazırlanmazsak, dinimizi, milletimizi koruyamayız. Harp için, atom tesislerini hazırlamak, bunlardan sulh zamanında, insanların refah ve saadeti için istifade etmek, dînî vazifemiz ve ibadetimizdir. Devletin, milleti cihada hazırlaması, ibadettir.
Hazırlamaması, büyük günahtır. İbni Âbidîn buyuruyor ki: (Düşman hücum ettiği veya hücum korkusu olduğu zaman, her Müslümanın harp etmesi farz-ı ayndır.) Bu sebeple, atom bombası ve nükleer silahlarla harp muhakkak olduğundan, buna hazırlanmak, farz-ı ayn hâline gelmiştir.”
Günümüzde kitap, gazete, radyo, TV ve internet gibi neşriyat ile yapılan emr-i maruf da, silahlı cihad gibi çok önemlidir. Bu gibi neşriyat vasıtalarıyla hem İslamiyet’i doğru anlatmak ve hem de din düşmanlarının yalan ve iftiralarına cevap vermek Müslümanlara farzdır...
Numan Aydoğan Ünal