4 BÖLÜM MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZE İKAZ
Allah'u Teâlâ (c.c.)'nın kulları üzerindeki en büyük hakkı, varlığını ve birliğini kabul edip, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Çünkü şirk, günahların en büyüğüdür. Kur'an-ı Kerim'de bu hususta şöyle buyurulmaktadır:
"Doğrusu Allah, kendisine eş koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını, dilediği kimse için bağışlar ve mağfiret buyurur. Kim de Allah'a eş koşarsa, gerçekten pek büyük bir günah uydurmuş olur." (Nisa: 48)
Her kim imandan sonra küfre düşerse, yaptığı ameller boşa gider ve o ahirette hüsrana uğrayanlardandır." (Maide:5)
Bu ayet-i kerimelerden anlaşılacağı gibi, Allah (c.c.) şirk ve küfrün hiçbir çeşidini affetmez, imandan sonra bu duruma düşenlerin daha önce işledikleri namaz, oruç, hac, zekat ve hayırlı amellerinin sevabı defterinden silinir. Ona ne bir peygamber şefaat edebilir ne de bir veli, mü'minler de ona merhamet olunması için dua edemezler.
Buhara ve Semerkand ulemasına göre bilmemek bu hususta mazeret değildir. Mazeret iki halde kabul edilir:
1. Lisanın sürçmesi; Kişi bazen söylemek istemediği halde bazı sözler irade dışında kendisinden sadır olur. Çok sevinen bir insanın Allah (c.c.)'a şükrederken yanlışlıkla, "Sen benim kulunsun, ben de senin Rabbin" demesi gibi.
2. Aklın gitmesi; Kişinin delirmesi, bunaması ve benzeri ağır akıl ve ruh hastalıklarına müptela olması durumunda söz ve işlerinden dolayı hesaba çekilmeyeceği bilinen bir husustur.
Küfrün çeşitlerinden herhangi birisi ile imandan ayrılan kişi, sadece istiğfar ederek imana giremez. Bu ona fayda vermez, belki günahı daha da arttırır. Küfrüne sebep olan itikadı yanlışlığını anlayıp bunu düzeltmesi, sonra şehadet kelimesini kalbiyle tasdik ederek söylemesi ve bir daha o bozuk itikada dönmeyeceğine dair Cenab-ı Hak'ka söz vermesi gerekir.
Küfür üç kısımdır: Lafzi, fiili, itikadi.
Lafzi küfür: Allah'a, peygambere, dine, imana sövmek, (v.s.)
Fiili küfür: Kur'an-ı Kerim'i veya Kur'an-ı Kerim'den bir ayeti ya da Allah (c.c.)'ın ismi yazılı olan bir kağıdı bilerek pisliğe atmak.
İtikadi küfür: Allah (c.c.)'ı semada bilmek gibi, O'nu noksan sıfatlarla bilmek. (Allah (c.c.) mekansızdır) Melekleri Allah (c.c.)'ın kızları bilmek, v.s.
Gerek memleketimizde gerekse İslâm dünyasının pek çok yerinde, lakapları hoca, hatta şeyh olan çok kimse vardır ki, bunlar şirk ve küfür içindedirler. Bu yetmiyormuş gibi yanlarına gelen, kendilerine herhangi bir hastalığın tedavisi için müracaat eden zavallı Müslümanları da saptırıp, küfür çukuruna düşürürler.
Bu küfrün en önemli sebebi ise, gayba dair haber ve bilgi vermeleri, karşıdakilerin de buna inanmalarıdır.
PEYGAMBERLER GAYBI BİLİR Mİ?
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: Eğer ben gaybı bilseydim, elbette çok hayır yapardım..."
Gaybı cin ve hakikiler dahi şeyh bilemeyeceği gibi, Allah (c.c.)'ın elçisi olan peygamberlerin bile vahiy olmaksızın kendiliklerinden bilmeyecekleri Kur'an-ı Azimüşşan'da bildirilmiştir. Hanefi mezhebi alimleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)in umumi olarak gaybı bildiğine inananları tekfir etmişlerdir. Şu Ayet-i kerime'ye kulak verelim;
"De ki, ben Allah'ın hazineleri yanımdadır diye size söylemiyorum, gaybı da bilmem..." (En'am:50)
"De ki, eğer gaybı bilseydim, elbet daha çok hayır yapardım.." (A'raf:188)
Görülüyor ki; kâinatın efendisi (s.a.v.) için dahi böyle bir itikada yer yokken, "bizim şeyh efendi bütün hallerimizi ve kalbimizden geçenleri bilir" diye inananlara, hatta cinci hocalardan gaybı soranlara ne demek lazım? Evet Cenab-ı Hak'kın peygamber olmayan salih kullarına ilhamları vardır. Kerametten bir şube olan bu ilahi ihsan sayesinde, bazı gizli bilgi ve sırlara aşinalık mümkündür. Ancak bu iş, hiçbir zaman umumî ve küllî manâda gaybı bilmek derecesinde ve vüs'atinde olamaz.
Bazı şeyhler vardır ki; görünüşte yanlış bir işleri yoktur. Müridlerine zikir yaptırırlar. Ancak ilimleri yoktur. Dinin zaruriyatını dahi bilmezler. Sorulduğunda da, kendi şeyhlerinden icazet aldıklarını söylerler. Halbuki Peygamber (s.a.v.), "Allah (c.c.) cahilden dost edinmez, eğer edinirse ona ilmi öğretir" buyuruyor. Bu şeyh taslaklarının çoğu Fatihayı doğru dürüst okumayı bilmez. Namazın farzlarını, vaciblerini ve sünnetlerini bilmez. Hatta Ehl-i Sünnet inanç ve akidesinden dahi haberleri yoktur. Bunlar şeyh olmak şöyle dursun, mürid bile olamazlar. Çünkü dinde zaruri olanı bilmek herkes üzerine farzdır. Ahmed Namık Cami hazretleri de ümmi idi. Fakat Allah (c.c.) onu dost ittihaz etti ve ona ilim öğretti. Üçyüz civarında eseri vardır. Hepsi ayet ve hadise dayalıdır. Hiçbir ilim ve hikmet sahibi ona itiraz etmemiştir. (Nefehatü'l üns, Molla Camii)
Allah (c.c.) kendisinden korkan ilim sahiplerini sever. Efendimiz (s.a.v.), "Bîr alimin abide üstünlüğü, benim size olan üstünlüğüm gibidir." buyurmuştur.
Bir peygamberin ashabından üstünlüğü, nasıl kıyas kabul etmezse alimin ilim sahibi olmayıp da sadece ibadet eden insana üstünlüğü de öylece kıyas kabul etmez.
Bir kimse şeyh midir, değil midir? Alay ve küçümseme olmaksızın imtihan etmek caizdir, uyanık olalım!
Şu satırları düşünerek okuyalım;
Nakşibendi Meşayıhından Şeyh Osman Sıraceddin'in bir arkadaşa yazdığı mektupta şöyle diyor: Bir insan mürşid olmadan o iddiada bulunursa insanların sapıtmasına doğru yoldan çıkmasına sebep olur.
RUHU'L - Furkan tefsirinde Hacı Mahmut Efendi Hazretleri bu mevzuyu şöyle izah etmiştir:
"Meşayih'ten bazısı buyurmuştur ki:
Nefsini temizlemeden, dünya ve ahiret meselelerini bilmeden sadece dünyevi menfaat için kendisinin irşat ve gönül ehli olduğunu iddia edenlerin azabı, Miraç gecesi Efendimizin (S.A.V.) makaslarla göğüslerini kesildiğini görüp te Cibril-i Emine sorduğunda, bunlar zinadan çocuk doğuran zaniye (zina edicilerdir dediği kadınların azabından kat kat fazla olacaktır. Delilsiz dava batıldır. Sahibi ise hem sapık hem saptırıcıdır.
Asılsız iddiada bulunan, zina eden kadın gibidir. (Bu teşbih benzetmedir ki, teşbihte hata yoktur.) Şöyle ki; zinadan meydana gelen bir çocuğun mürebbi (yetiştirici)si bulunmadığı gibi bu batıl sapık kişilere uyanlarda hakiki bir sahip bulamamışlardır. Bidat ehli olan (Ehli sünnet harici) bir kişiye uymak ancak bid'at ve ilhad (Zındıklık) meydana getirir." (C. 1 S. 531)
Tasavvuf ve Tarikatın özünü Seyyid Ahmed Rufai hazretlerinin sözleri daha açık anlatmaktadır. "El-Bürhannül-Müeyyed" isimli kitabında şöyle buyurmaktadır:
"Tarikat şeriatın aynıdır. Aralarındaki fark lafızdadır. Maddeten ve manen netice birdir. Şeriatın reddettiği her şey zındıklıktır. Efendiler... Ebu Yezid şöyle dedi. Haris böyle dedi, Hallaç şu sözlerde bulundu deniliyor, bu nasıl sözdür? Bu lakırdılardan önce İmam-ı Azam, imam Şafii, Imam-ı Malik Imam-ı Ahmed bunlar ne dedi, bunlara bakmalısınız. Kulluk işlerinizi bunların sözleri ile tashih etmelisiniz. Bundan sonra fazla sözler ile menfaatlenebilirsiniz. Ebu Yezid'in Ebu Haris'in sözleriyle bir şey çoğalıp azalmaz. Ama Şafii, Malik, Ahmed ve Numan'ın sözleri en güzel yollardır ilim ve amel ile Şeriatın temelini muhkem kıldıktan sonra ilim ve amelin kapalı olanlarına himmetinizi yürütünüz." (Muvvazah ilmi kelam, Ö. Nasuhi Bilmen)
Müslüman kardeşlerimizin ayağını kaydıran ikinci bir husus ise, gaybe dair verilen bilgiye inanmaktan başka, hastalık tedavisi hususunda yada kendince makbul bir gaye uğrunda sihre giden işler yaptırmalarıdır.
Sahtekâr üfürükçüler kendilerine müracaat eden Müslümanları yanlış bilgilerle aldattıktan başka, Kur'an-ı Kerim'i şeriatın cevaz verdiği şartlar dışında okumak ve yazmak, ya da büsbütün şirk kokan sözler ve tılsımlar istimal etmek gibi işlerle küfre sokuyorlar.
Bunlar arasında domuz yağına ayet okuyanlar, Kur'an yazılı kağıtları belden aşağıda taşıtanlar, hatta bu kağıtları helaya attıranlar var. Kan gibi necis mürekkeple muska yazanlar var. Yazılı materyale bevl ettirenler bile var. Bunlar hastalık tedavisi için de caiz olamaz, karı-kocayı birleştirmek için de... Yani hiçbir gaye bu çirkinliği meşru kılamaz, kaldı ki bu işlerden gerçek bir fayda gören de şimdiye kadar çıkmamıştır. Çünkü Cenab-ı Hak haramda şifa yaratmamıştır.
O halde, tedavisi gereken hastası, bulunması gereken kaybı, birleşmeleri gereken nikâhlı yakınları, evlenmesi gereken bekârı, açılması gereken ticareti ve rızkı, muvaffak olması gereken imtihanı ve kurtulması gereken düşmanı olan müslümanlar ne yapmalıdır?
Bunlar için kesinlikle fal baktırmak ve sihir yaptırmak gibi küfrü mucib işler yapılamaz. Başımıza gelen her olumsuz hadiselerde sihrin, cin uğramasının veya nazarın tesiri olmadığı ehline malumdur. Şunu iyice bilmek gerekir ki; hepsinin ilacı Kur'an-ı Kerim'dir. Bilhassa Fatiha, Ayet-el Kürsi, Ihlas, Felak ve Nas Sûreleridir.
Tabii ki, dinimizde maddî sebeplere tevessül etmekte vardır. Yani bir kısım hastalıklarda tabiblere nüracaat etmek gerekir. Ancak bu işleri çirkin bir ticarete vesile edenler, elbette hastayı doktora göndermek yerine "sende şu var, bu var" diyerek oylamaya ve parasını almaya çalışırlar. Cenab-ı Hak hepimizi bu gibilerin şerrinden korusun ve kendi rızası istikametinde yaşamayı nasib etsin.
"Rabbimiz, bizim için senin öğrettiğinden başka im yoktur. Alim ve hakim olan şüphesiz sensin." (Bakara: 32)
Arif Çoşkun.