Ne Çaputtan Ne Faldan Yardım Yalnız Allahtan
İnsan, hangi çağda ve nerede yaşarsa yaşasın, hayatını devam ettirebilmek, moral açıdan güç bulmak, sağlıklı olabilmek, karşısına çıkan ya da çıkması muhtemel engelleri aşabilmek, onlara karşı koyabilmek için hep bir yüce güce-varlığa inanmış, sığınmış ve ondan yardım dilemiştir. Bu, fıtrî bir ihtiyaç, tabiî bir gerçektir.
Söz konusu bağlanmanın yeri ve şekli belki değişiklikler arzetmiş fakat, insan "yüce" olarak kabul ettiği bir varlıktan birşey istemeden, umut bağlamadan (sırf beyninin ürettikleriyle) yaşamayı hiç denememiş, bunun bir örneği görülmemiştir. Özellikle zor ânında dua’ya sarılmasına Kur’an’da da işaret edilmektedir.
Yaşanan hayat şartlarına karşı insanların gösterdiği tepki, bilgi ve kültürlerine göre değişiklik arzetmektedir. Özellikle sağlam bir inanca sahip değilse o kişi, akla-hayale gelmedik fantazilere, hurafelere başvurabiliyor. Konuya islâm inancı açısından bakıldığında yapılan yanlışın, bilgisizlik ya da yanlış bilgilenmeden kaynaklandığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Öylesi bir yanlış ki; yapılanın İslâmî olduğu bile zannedilebiliyor.
Mesele, İslâm’dan kaynaklanmasa da, müslümanları ilgilendirmesi bakımından "doğru"nun sunulması gerekiyor.
Çünkü suyun akması engellenirse, ihtiyacı olanlar bunu, tabiî olarak bataklıktan temin yoluna gideceklerdir. Hiç değilse tercih sahipleri için çeşmeden suyun akması gerekiyor. Bunu doğrunun sunulması, İslâm ile insan arasındaki engellerin kaldırılması anlamında söylüyorum. Evet, İslâm ile insan buluşturulmalı, böylece insanın etrafını karartan kara bulutlar dağıtılmalıdır. Bu, düşünen, hakkı-doğruyu arayan insanın ufkunu genişletecek, yaşanmaya değer hayatı benimsemesini kolaylaştıracaktır.
Sıkıntı anında insanın kendisine "Şah damarından daha yakın olan" Allah’a dua etmesini Cenab-ı Hak bizzat kendisi istemekte, "güçsüzlerin yardımcısı" olduğunu, dualara icabet ettiğini bildirmektedir. Böylece, kulun ar-darda kaldığında nereye (kime), başvuracağı açıklanmış oluyor. Allah’tan başkasından istemek yanlıştır, bâtıldır. Türbelere çaput (bez) bağlamak ve bununla ondan birşeyler dilemek, ülkemizde şahit olduğumuz hurafelerin (yani; dinî bilgiler ve kaidelerin arasına karışmış yanlış inançların) başında geliyor.
İFLAH OLMAZ HASTALIK
Büyünün haramlığı ve bununla uğraşanların "iflah olmayacaklarına" dair kesin uyarılara rağmen büyü yaptırmak, fal baktırmak, kurşun döktürmek, Peygamber
Efendimiz (s.a.s) tarafından sihir ve kehanet nev’inden olduğu bildirilen baykuş ötmesini, onüç rakamını ve kimi şeyleri uğursuz saymak da hurafelerden bir kaçı...
Bunların dışında, bir kötülükten korunmak için tahtaya vurmak, saç ve kulak çekmek, "şeytan kulağına kurşun" gibi ne anlama geldiği belli olmayan ifadeler; Sah günleri "sallanır" endişesiyle iş yapmamak, Cuma günleri ev temizliği yapmamak, akşamları aynaya bakmamak, türbelere horoz adamak ve kesmek, kurban kanını alına sürmek, yola gidenin arkasından su dökmek, gelinin odasının eşiğine yağ sürmek, okunmuş şişeler ve dua küpleri... Ve burada sayılması mümkün olmayan daha birçok davranışlar, İslami olmayan, fakat toplumumuzda yer bulabilmiş inanışların tezahürüdür.
Hayatın keşmekeşinden bunalan insan kendisine bir sığınak ararken, hurafelerle tanışarak yeni bir batağa saplanmakta... Bu inanç bozukluğu maalesef hanımlarda daha fazla göze çarpıyor.
"Fala inanma, falsız da kalma.
anlayışıyla bu tür şeylere inanmadıklarını söyleyenlerin, "lüks" arabalarının önünde bile "at nalı", evlerinin dış duvarında kocaman "nazar boncuğu", gazetelerinde "fal köşeleri" bulunmakta, önemli işlerinde "medyuma" inanmadıklarını söyleseler de- danışmakta, hatta; günlük işlerini (900’lü telefonlardan), günlük fallarını öğrenerek planlamaktalar.
Bu yanlış fiillerin bazıları da -ne yazık ki- sevap kazanma umuduyla; bazıları bilgisizlikten, kimileri de daha çok kazanmak için yapılmakta, en kötüsü de; yapılan yanlışın faturası hocalara ve İslâm’a çıkartabilmektedir.
Bu durumda, herbirimize düşen görev dinimizi daha iyi öğrenmeye, hükümlerini anlamaya gayret ederek, hayatımızı daha anlamlı ve şuurlu kılmaktır. Müslüman aydınların ve ilahiyatçıların, özellikle din görevlilerimizin de bu konuda ve diğer alanlarda halkın daha iyi bilgilenmesi için seferber olmasıdır.