Şeytanı Aciz Bırakan Cevher
Riya ve menfaat duygusu, ihlası bozan öyle bir hastalıktır ki infakı, irfanı ve hatta şehadeti dahi zayi edebilir.
Mutasavvıfların “Meleklerin görüp yazamadığı, şeytanın görüp de bozamadığı gizli cevher” şeklinde tarif ettiği ihlâs, Müslümanın şeytan karşısındaki en güçlü silahıdır. (Serrac, Lüma, s. 290) Salih amelleri ve hasenatı gösteriş ve menfaat kaygılarından arındırıp sadece Allah rızasını gözeterek yapmayı ifade eden ihlas öyle bir samimiyet duygusudur ki, kalpte kaim olduğu için melekler onu sâlih amel olarak kaydedemediği gibi şeytan da onu engelleyecek bir yol bulamaz. (İsfahânî, Müfredât; Lisânü’l-Arab, ḫlṣ md.). Kur’an-ı Kerim’de İblisin; “Rabbim! Benim azmama müsaade etmene karşılık andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlasa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” (Hicr, 39-40) dediği ve ihlaslı kulları saptıramayacağını, onlar karşısında aciz kalacağını itiraf ettiği anlaşılmaktadır.
Sosyal medya ve diğer medya araçlarının etrafımızı çepeçevre kuşattığı son yüzyılda her halimizi fotoğraf ve videolarla kayda alıp sevdiklerimizle paylaşırken yaptığımız iyiliklerden ahirete bir nasibimizin kalıp-kalmayacağı veya sevaplarımızı azaltıp-azaltmayacağı endişesi içimizi kemirir durur. Elbette yapılan iyiliklerin, hayırlı hizmetlerin gizli kalması daha uygundur. Rabbimiz “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” (Bakara, 271) buyurmuş, asıl olanın gizlilik olduğuna işaret etmiştir. Ancak ayetin ilk bölümünden ilham alarak şu da söylenebilir ki; iyiliklerin başkalarına örnek olmak, insanları teşvik etmek, fikir ve hizmet üretiminde yol göstermek maksadıyla paylaşılması faydadan hâlî değildir. (Elmalılı, II, 223) Abdullah b. Ömer’den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s.) “Gizlice vermek açıkça vermekten daha efdaldir. Açıkça verdiğinde kendisine uyulmasını isteyen kimse için de açıkça vermek efdaldir” buyurmuştur. (Suyuti, Camiu’s-sağir, 2/67) Bu durumda dikkat edilmesi gereken husus ise niyetlere riya/gösteriş ve dünya menfaati karışmamasıdır.
Nitekim Hz. Peygamber’in “Ameller niyetlere göre değer kazanır” (Buhari, Bed’ül-vahy, 1) ve “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, V, 185) buyurması; Allah’tan ihlasla şehitlik isteyen kişinin yatağında ölse bile şehitlik mertebesine ulaştırılacağını müjdelemesi (Müslim, İmare, 157) gibi örnekler göstermektedir ki Allah, insanın zahirine/dış görünüşüne değil, kalplerdeki ihlas ve samimiyete değer vermektedir. (Müslim, Birr, 33)
Riya ve menfaat duygusu, ihlası bozan öyle bir hastalıktır ki infakı, irfanı ve hatta şehadeti dahi zayi edebilir. Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber, mahşerden bir tabloyu gözler önüne sererek riya için can veren insanın şehit olmadığını, gösteriş için ilim öğrenen insanın âlim olmadığını ve yine riya için infak eden insanın da cömert olmadığını ifade etmiş, bu amellerinden dolayı ahirette bir nasiplerinin bulunmayacağını bildirmiştir. (Müslim, İmare, 152) Bu meyanda, müminin öncelikle kalbini yoklaması ve amellerini sadece Allah rızası için yaptığına kani olması, amellerini zayi edecek her türlü dünyevi menfaatten uzak durması, bunu sağladıktan sonra da açıktan yaptığı güzelliklerle birlikte bazen hiç kimsenin bilmediği iyilikleri de bulundurması ihlasa daha uygun olacaktır.
İnsanın söylemi ile eyleminin örtüşmesi de ihlasın göstergesidir. Eyleme dönüşmeyen bir söylemin ihlasla ağızdan çıktığını iddia etmek mümkün değildir. Sözlerin tesirini ve değerini yitirmesindeki yegâne sebeplerden birisi de işte budur. Nitekim Hz. Peygamber, insanlara namazı emrederken sadece kuru bir bilgi vermemiş, “ namazı benden gördüğünüz gibi kılın” demiştir. (Buhari, Ezan,18) Haccın nasıl yapılacağını insanlara anlatırken “haccın menâsikini benden alın” buyurarak haccı bizzat yaşarken öğretmiştir. (Tirmizi, Hac, 38; III, 216) Savaşlarda ümmetine önderlik etmiş, açlık ve kıtlıkta en büyük eza ve cefaya önce kendisi katlanmış, diğer hükümdarlar gibi yaşamayı reddetmiştir. Ama bunun neticesinde, kısa sürede birler bin olmuş kitleler samimiyetine inanarak ardından yürümüştür. Bu tablo, söylemlerin ancak eyleme dönüştüğünde kalplere tesir edeceğinin kanıtıdır.
Hz. Mevlana’ya göre salih ameller insanın imanına tanıklık eder. Namaz, oruç ve cihat itikadın şahitleridir. Açları doyurmak, misafir davet etmek Allah’a olan samimi sevginin delilidir. Dindarın hayatında şekil ve öz, iman ve amel birlikte bulunduğunda bir anlam ifade eder. Bu nedenle müminin hedefi sadece iyilik olmamalı, bu iyiliği Allah’a götürecek samimi inanç ve ihlas içinde bulunmak olmalıdır. (Mesnevi, II, 76) Onun için ağızdan çıkan söz, ilhamını kalpteki ihlastan alarak önce bireyin kendi bedenini hareke geçirmeli, ardından da bu yapılan amelin rıza-i Bari’ye ulaşması için her türlü riyakâr duygudan ve menfaatten sakınılmalıdır.