Şeytan’ın Dört Hali Var
Şeytan size sağınızdan, solunuzda, yukarıdan ve içinizden seslenir.
Sağınızdan yaklaşan, ağuyu altın tas içre sunar, bal da onun suç ortağıdır. Batılı hakka karıştırır, onu hakla ambalajlar. Dua istediklerinizin belanız olmaması için buna dikkat edin. Bu Şeytan melek maskelidir. Islah edici olduğunu söyleyen bir bozguncudur aslında. Şeyh kılığına da girer, Peygamber elbisesi de giyer. Size havuç sunar, yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat, iktidar ve dünya nimetlerinin hazzından söz eder. Umud faktörünü kullanır.
Solundan gelen Şeytan tehdit eder, küfreder, bu şekilde sizi yolunuzdan döndürmek ister. Makam, mevki peşinde olan kifayetsiz muhterisleri korkutur, susturur.
Onları kendi yanına çağırır. Karşı cins ve paranın, makamın kendi ellerinde olduğunu söyler. Korku faktörünü kullanır. Islah edici görünürler, sizi çağdışı-mürteci olmakla suçlarken, kendileri aydın, çağdaştırlar.
Yukarıdan seslenen Şeytan buyurgandır. Güç ve otoritesini kullanır. Bahaneler üreterek insanları güdülemek ister. Kural koyar, terbiye etme iddiasındadır. İlah’lık ve Rab’lik taslarlar. İnsanları mahvedebilecekleri gibi, onları zengin kılabileceklerini de söylerler. İktidar ve servetin onların elinde olduğunu söylerler. İktidar sahiplerini ele geçiren Şeytan, ele geçirdikleri siyaset ve bürokratların ağzından konuşurlar. Onların normlarını, yasalarını dayatırlar.
Ve Şeytan’ın dört. hali. Size içinizden, ait olduğunuz, değer verdiğiniz, kendinize benzeyen, kendinizi benzettiğiniz BİZ dediğiniz topluluğun içinden seslenir. O sizin cemaatiniz, partiniz, ait olduğunuzu düşündüğünüz her yerde sizin yanınızda gözükebilir. “Şeytan tüyü” diye boşuna dememişler.
Kulak kabartın, ruhunuzun derinliklerinden, vicdanınızdan gelen sesi, meleklerin sesini duyabileceğiniz gibi Hannas’ın vesvese veren sesini, ya da nefsinize taht kurup oturan Şeytan’ın sesini de duyabilirsiniz. Karar sizin.
Gün gelip Şeytanlaştığınızda, insin Şeytanı olduğunuzda, Şeytan artık sizin ağzınızla konuşur, sizin ellerinizle tutar. Ve siz, böyle gitmeye devam ederseniz artık Şeytan’ın askeri olursunuz! Geri dönülmez bir noktaya gelince kalbiniz mühürlenir. Gözleriniz olsa da görmezsiniz, kulaklarınız olsa da duymazsınız, kalbiniz olsa da hissetmezsiniz. Çevrenizdeki muhlis insanlar uzaklaşır, fasıkları, kâfirleri, münafıkları dost ve veli edinirsiniz. Kan döker, haram yersiniz. Siz de Şeytanlar gibi İlah’lık taslar, Rab’lik iddiasında bulunursunuz.
Ve kimse nefsine karşı böbürlenmesin. En tehlikeli Şeytan nefsimize taht kurup oturan Şeytan’dır. Siz; Hz. İbrahim, İsmail ve Haacer’in Şeytanını taşlarken bile, siz kendi Şeytanınızı taşlamıyorsanız, o sizinle beraber olacaktır, Sizin nefsinize saklanıp hem de Mekke, Medine sokaklarında bile sizinle beraber olacaktır.
Hatta size haramlardan üzülmemeniz için fetvalar getirecek, Hacca, Umreye giderek günahlarınızı sildirebileceğinizi söyleyerek, sizi günaha teşvik edecektir. Dikkat edelim “Şeytan bizi Allah’la aldatmasın.” Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin ki, onlar üzerinden sizi imanınız konusunda şüpheye düşürmesin ve sizi haram işler konusunda fetvaları ile kandırıp rahatlatmasınlar. Kamu malını irtikab edenlerden olmanız için size cami yaptırarak, günahlarınızın kefareti olacağından söz etmesinler.
Unutmayın ihtirasla istediğiniz her şey sizin imtihanınız olacaktır.
Kamu malı yetim malıdır. Vay o namaz kılanların haline ki, onlar yetimin hakkını yerler! Onların namazları kabul edilmeyecektir. Onlar eğilip doğrulmakla boşa zaman geçirmişlerdir. Onların namazlarının onlara bir hayrı olmayacaktır.
Kem alatla kemalat olmaz. Allah o şeyin bereketini kaldırır. Haram para ile hayır olmaz. Abdestsiz namaz olmaz. Önce haramdan arınmak gerek. Önce “Şeytana kulluk”tan vazgeçip “La ilahe” dedikten sonra İllallah demek gerek. Hem helal haram demeden dünyaya dalmak, hem ahiret hayali kurmak olmaz. Hangisini hangisine kurban ettiniz, bana önce bunu söyleyin! Hem Şeytana kulluk, hem Allah’a kulluk olmaz.
Herkesin Şeytanı, kendini musallat olduğu kişiye benzetir. Yediğine-içtiğine, giydiğine, yaptığı işe, ağzından çıkana, dost olduklarına karışır.
Sağımıza, solumuza dikkat edelim. Nefsimizden gelen sese karşı dikkatli olalım. Yukarıdan gelen sese de. Bir söze bakalım, bir de söyleyene! Dikkat edelim. Şeytan bu, her yoldan gelebilir. Her insana göre ayrı bir kılığa bürünecektir. Sanatçısına, siyasetçisine, iş adamına, bürokratına, gazetecisine, Kanaat önderine farklı gelecektir. Biri eğlenceye çağıracaktır ki kitap bize “dünyanın oyun ve eğlence yeri olmadığını” söyler. Biri vurup kırmaya, biri çalmaya çağırır. Ahireti unutturup dünya malı, makamı ve şöhreti için her şeyi yaptırır.
Haramı helal gösteren, bizi şirke, harama çağıran Şeytanı taşlamaya devam, önce de, Hz. İbrahim’in ve Hz. İsmail’in ve Hz. Haacer annemizin yaptığı gibi, bize gelen Şeytanı taşlayalım. Şeytanın iş birlikçisi Bel’am kılıklı din adamlarının yalan fetvalarına kanmayalım. Kim bu Bel’am derseniz, (Belamızı bulmamak için onu iyi tanıyalım), asıl ismi Bel’am-ı Baura. Hz. Musa zamanında yaşadı. Duası kabul olan büyük bir âlimdi. İnsanlar onu dinlemek ve sözlerini yazmak için uzak diyarlardan gelirlerdi. Yaşadığı şehir olan Belka Valisi Belak, Hazret-i Musa’nın askerlerinin şehre girmemesi için, ondan dua ederek yardım etmesini ve talebelerini bu işle görevlendirilmesini istedi. Valinin adamları ona, valinin talebini yerine getirmezse kendini öldürebileceğini söylediler. O da can korkusu ile ve valinin vadettiği mala, mülke ve paraya aldanarak, Musa aleyhisselama beddua etti ve savaşta Hz. Musa’nın askerlerince öldürüldü. Ayette onun hakkında şöyle buyurulur: “O, dünyaya meyletti ve nefsinin hevâsına uydu. Onun ibret verici hâli, üstüne varsan da, kendi hâline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzer.” (Araf, 176)
Allah indinde makamınızı görmek istiyorsanız, sizi neyle meşgul ettiğinize bakın. Çevrenize toplananlara bakın, kimlere öfkelendiğiniz, kimlerle dost olduğunuza kimlerle kapalı kapılar arkasında kimlere karşı fısıldaştığınıza, sizin adınıza hareket etmesi için kimlere yetki verdiğinize, kimlerin rızasını kazanmaya çalıştığınıza, kimlerin talimatı ile hareket ettiğinize, kimlere hesap verdiğinize bakın.
Nereden geldiğinize ve nereye gitmek istediğinize bakın. Dün neredeydiniz ve neler söylüyorsunuz, bugün neredesiniz ve nereye gidiyorsunuz ona bakın. Ufka bakın eğer hâlâ görebiliyorsanız varacağınız yer bellidir.
Yok, eğer görmüyor, görmek istemiyorsanız, gözleriniz artık görmez olmuştur. Belki son bir çırpınış, kurtuluşunuza vesile olmuş olabilir. Çünkü yarın çok geç olabilir.