Şeytanın Manipülasyonu Ya Da Allah’ın Rahmetiyle Aldatmak
Bilindiği gibi manevi ve ahlakî değerler bağlamında, Kur’an birbirine zıt iki kutuplu bir varlık tasavvuru ortaya koyar. Yani insandaki şer kuvvetlerle hayır kuvvetleri arasındaki mücadeleyi bize anlatır. Bu mücadele, kaynağını insanın iç dünyasından almakta ve onun psikolojik hayatının önemli bir gerçeğini ortaya koymaktadır. İnsan, farkında olsun veya olmasın bu gerilimi hayatı boyunca yaşar. Bunlardan birisini melek temsil eder. Melek, Allah’a teslimiyetin O’nu tesbih ve takdis etmenin, yüceltmenin bir sembolüdür. Başka bir ifadeyle, onlar âdeta ibadet ve itaat etme ilkesi kendilerine kotlanmıştır. (Bakara, 30) Ötekisini ise şeytan temsil eder. Şeytan, Kur’an’ın dilinde başta İblis olmak üzere bütün şer ve karanlık güçleri ifade eder. Varoluş gayesini, vahyin yolundan insanı saptırmak şeklinde belirler. (Â’râf, 16) Ardı arkası kesilmeden, dur durak demeden insanın yapacağı kulluğu engellemeye, işleyeceği hayırları bloke etmeye çalışır. Bu anlamda Allah’a yürüyüşün ve manevi yükselişin önündeki en önemli engeldir. Kur’an’ın yaklaşık yüz ayetinde bu olgu değişik yönleri ile işlenir. Peki, müminler olarak bizler, zihin, duygu ve kalp dünyamızın oldukça önemli bir gerçekliğini ifade eden şeytan hakkında yeterince bilgi ve bilinç sahibi miyiz?
Şeytan, insan üzerinde etkinliğini son derece sinsi bir şekilde yürütmektedir. (Nâs, 4) Çoğunlukla insanlar bunun farkında değildir. Kendilerine göre düşünce ve davranışları makul olup son derece haklı gerekçelere dayanmaktadır. Nitekim bu durum, yaptıkları amellerin insanlara süslü ve güzel gösterilmesi şeklinde dile getirilir. (Neml, 24) Dolayısıyla ilahî değerler sistemi, insanlara fiillerinin bir kısmının şeytanın arzuladığı işler olduğu hatırlatmasını yapar. Nitekim Kur’an, kamufle edilmeye çalışılan bu şer tezgâhı konusunda insanı bilinçli hale getirmek için şeytan olgusunu âdeta tablolaştırır ve o şekilde insana tanıtır. Bu bağlamda şu beyan, deruni ve soyut oluşumların somut bir anlatımla dile getirilmesine bir örnek oluşturmaktadır: “Çünkü o ve kabilesi onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler…” (Â’râf, 27) Anlaşılan o ki, şeytani güçlerin insanı görmesi, sürekli bir şekilde onu ayartma ve saptırma çabası içerisinde bulunmalarıdır. İnsanın onları görmemesi de son derece sinsi bir şekilde gerçekleştirilen bu yönlendirmelerin çoğunlukla onlar tarafından farkına varılamamasıdır.
Ancak Allah rızasına ayarlanmış sorumluluk sahibi kimseler bunların dışındadır. Onlar, iç dünyalarında yaşanan hayır-şer geriliminin, şeytan kaynaklı olduğunun bilincindedir. Manevi bir duyarlılığa sahip bu kimseler, deruni hayatlarındaki olumsuz çağrıları sezebilmekte ve şeytani oluşumların farkına varabilmektedir. (A’râf, 201) Onlar, zaman zaman iç dünyalarında olumsuz çağrılarla yüklü birtakım duyuş, düşünüş, hatıra ve imajların canlandığını sezer.
Bütün bu içsel oluşumlar, çoğunlukla o anda insanın içerisinde bulunduğu zihinsel ve fiziksel şartlarla da alakalı olmayabilir. Namaz kılan bir insanın, hiç alakası olmayan bir hatıra ve hayalle zihin dünyasının meşgul edilmesi bunun örneğini oluşturmaktadır. Ancak iç dünyamıza yöneldiğimizde veya deruni bir murakabeye daldığımızda, bu tür tecrübeleri tespit etmemiz mümkün olabilmektedir. Bahsettiğimiz bu oluşlar, ahlakî bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, bir kısmının çirkin, bir kısmının güzel veya bir kısmının hayır bir kısmının da şer yüklü mesajlar içerdikleri görülür. Bu açıdan insanın iç dünyası karmaşık bir yapı arz eder. Şeytan, sürekli olarak doğrulardan uzaklaştırarak şer yönünde insanı manipüle etmeye çalışır. Bütün insanlar bu durumları yaşar. İşte insanın zihin dünyasında meydana gelen bütün bu oluşumların sebepsiz olması mümkün değildir. Şu halde insan şeytanı görmese de onun vesveselerinin farkına varabilmektedir.
Başlıkta verdiğimiz ayet mealinde görüldüğü gibi, insan kimi zaman şeytani güçlerin çok yönlü operasyonuna maruz kalır; sonuçta gönül, kalp ve zihin dünyası itibarıyla âdeta karanlık arzuların istilasına uğrar. (Mücâdele, 19) Böylece günahın kendisine herhangi bir zararı olmadığı, aksine bu sayede birçok faydalar elde edeceği ve lezzetleri tadacağı yönünde inanmaya başlar. Bu durumda insan batılı hak, yanlışı doğru ve çirkini güzel görür. İbadetlerin insana külfet ve yorgunluktan başka bir şey kazandırmadığı, bunların anlamsız ve saçma işler olduğu, boşu boşuna müminlerin bunlara katlandıkları vesvesesi verilir.
Yine bu süreçte insan, sürekli olarak, dünyevi haz ve lezzetlerin bir daha ele geçmeyeceği, dolayısıyla eldeki fırsatların helal-haram demeden değerlendirilmesi gerektiği yönünde âdeta ikna seanslarına tabi tutulur. Aynı şekilde ahirette vaat edilen nimetler uzun vadede insan için söz konudur. Bu itibarla insana, bu hayatta peşin bir şekilde yaşanacak haz ve lezzetler dururken bunlardan kendini mahrum edip de gelecekte vaat edilen nimetlerin peşine düşmesi anlamsız bir çaba olarak gösterilir. Bu mantığa göre dünyevi lezzetler, yakın özelliği gösterirken ahirette elde edileceği iddia edilen nimetler ise şüpheli bir durum ortaya koymaktadır.
Ayetin sonunda şeytanın insana aldatmaktan başka bir şey vaat etmediği ifade edilir. Onun aldatma yollarının en önemlilerinden biri, Allah’ın affına ve bağışlamasına insanı güvendirmesidir. (Fâtır, 5) Bu süreçte insanın zihin dünyası şu tür telkinlere maruz bırakılır: Şu anda keyfine göre yaşa, henüz yaşın erken, ibadet yapacak zaman çok, hayatın tadını çıkarmaya bak, üstelik Allah’ın merhameti ve bağışlaması sonsuzdur.
Elbette ki, mümin insanın Allah’ın rahmet ve merhametine güvenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Ancak görüldüğü gibi bu, insanın gözünde öyle büyütülüyor ki, telkin ve vesveseyle günah işlemekte herhangi bir mahzur görmeyecek bir hale gelebiliyor. Bu şeytanın yola getirmekte zorluk çektiği kişilere karşı denediği en aldatıcı metottur. Burada Allah’ın sıfatlarından birini kullanmakta, böylece O’nun af ve mağfiret deryasının genişliğini telkin ederek insanı zaafa düşürebilmektedir.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Şeytanın insan üzerindeki etkisi izafi bir durum ortaya koymakta, yani manevi durumuna bağlı olarak kişiden kişiye değişmektedir. Başka bir anlatımla şeytanın insan üzerinde etkisi, onun manevi donanımıyla ters orantılı bir nitelik ortaya koymaktadır. İnsanın manevi ve ruhi donanımı arttıkça, şeytanın insan üzerindeki yönlendirmesi azalmakta, ruhi donanım azaldıkça etkisi artmaktadır. (Nahl, 99-100) Öyle ise insanın kötülüğe kapılmasında esas etkili olan, iç dünyasından gelen olumsuz dürtülere ve ayartmalara kendisini kaptırmasıdır. Veya kendi iradesiyle yaptığı tercihlerdir. Nitekim hesap gününde şeytan bu konudaki rolünü bizzat kendisi itiraf eder. (İbrahim, 122) Dolayısıyla şeytanın bütün mahareti insanı vesvesesiyle çağırması, çirkin olanı güzel, şer olanı da hayır şeklinde insana göstermesidir. Nitekim bundan dolayı “beni suçlamayın yalnızca kendinizi suçlayın” der.