Şirk ve Şirke Sevkeden Sebepler
"Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder. Kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur.."
Nisa Sûresi: 48
Bütün dönemler boyunca, insanlık arasında en yaygın sapıklık şirk olmuştur. Onun içindir ki Kur'an-ı Kerim'in en dikkate değer mücadelesi sirke karşı yapılmıştır. Yoğun, kesin ve ısrarlı olan bu savaşta Kur'an, hatıra gelebilecek akli, psikolojik, teolojik, edebi ve tarihi her türlü delili kullanarak şirkin belini kırmış, kainatın genişliği içinde ona en ufak bir yer bırakmamıştır. Bazı ayetler de1 mutlak inkarcıları reddetmekle beraber, esas itibariyle, Allah'ı tanıdığı halde O'na başkalarını şerik yapanları muhatap alır.
Ulûhiyyetin hususiyetlerinden birini, müstakil olarak, bir başkasına tanıyan herkes, Kur'an nazarında müşriktir. Bunlar, ister Allah'a müsavi tutulsun2, ister birtakım yarı tanrılar sayılsın, yaratmada dahli olmayan şefaatçiler sanılsın3, isterse kendisine ibadet edilmediği halde Allah gibi kabul edilsin4, isterse insanlar tarafından uydurulup tazim olunan birtakım varlıklar olsun ve isterse tapılma ve mutlak hüküm hakları mülahaza olunmaksızın sadece kendisine gösterilen sevgi, ancak Allah'a yönetilmesi gereken sevgi derecesinde olsun5.
Kur'an, şirk tanrılarını "yok olanlar", "ölüler" diye niteleyerek hiçlik derekesine indirmiş, onlara "ortada dolaşan kuru isimler olmaktan öte bir hakikat vermemiş6, delilleriyle müşrikleri her taraftan kuşatıp saklanacakları bir tek delik bırakmamış tanrılarının gerçekte bir çekirdek kabuğuna bile sahip çıkamayacaklarını7,hatta bir sineğin zararını bile önlemekten aciz olduklarını8 kafalarına vurmuştur. Bundan sonra da müşriğin vahim durumunu, kendisine has belagatı ile şöylece be-lirtmiştir: "Her kim Allaha şirk koşarsa, sanki o gökten düşüyor da kendisini kuşlar kapışıyor, yahut rüzgar onu uzak, dipsiz bir yere sürüklüyor gibidir"9
Şirkin durumu bu kadar acınacak bir zavallılık gösterirken, nasıl olmuş da insanlığın pek büyük bir kısmı onun eline düşmüş, bu sahte tanrılardan hoşlanır, Hak Mabud'a tek olarak inanmaktan kaçar hale gelmiştir10 ve Kur'an şirkin "örümcek yuvası"gibi zayıf yapısına karşı niçin bu kadar yığınak yapmış, adeta ordularla hücum etmiştir? Şirkten kurtarmak için Kur'an, insanın ayağını kaydıracak saikleri, bütün ayrıntılarıyla bildirmeye ihtimam göstermiştir ki şimdi onları kısaca nakletmeye çalışacağız.Şirkin sadece kaba tezahürleri düşünülerek- insanlık tarihinde uzak bir hatıra şekli de düşünülmemesi için her türlü sebebin mevcudiyetini, bu amilleri gözden geçirmekle daha iyi anlayacağız. Bunları dört gruba ayırmamız mümkündür. Beşeri vakıaların çoğunda olduğu gibi bu şahsi tasnifte de tedahül olabileceğini, bir gruba konulanın tâlî planda öbürünü de ilgilendirebileceğini açıkça belirtmeye lüzum yoktur. Dört grup şunlardır: 1- Müşriklerle ilgili sebepler 2- Dış etkenler 3- Resul ve müminlerle ilgili bahaneler 4-Putlarda düşünülen özellikler.
1. Müşriklerle ilgili sebepler
a) Düşünmemek müşriğin hakim vasfıdır. Bu da peşin hüküm, aklını çalıştırmamak, zan ve tahmine uymakla tezahür eder.
Ad kavminde, kendilerini şirkten temizlenip yalnız Allah'a kulluğa davet eden, öğütler veren Hz.Hud (a.s.)a müşrikler şöyle derler: "ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir"12. Bu reaksiyon peşin hükümden, inattan başka bir şey değildir. Ne zaman ve hangi konuda olursa olsun, bu davranışa sahip olan muhatabı, söyledikleri üzerinde düşündürmeyi başaran hiç bir insan olmamıştır. Gün ortasında gözlerini kapayan insan, dışarıda olmasa da, kendi dünyasında geceyi bulabilir. Birçok durumda müşrikler, akıllarını çalıştırmamakla nitelenirler13. "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar akl etmezler"14. Onlar, ahirette de: "Eğer işiten ve düşünen kimseler olsaydık, çılgın alevli cehennem ehli içinde olmazdık"15 diye kulak vermediklerini ve düşünmediklerini itiraf edeceklerdir. Fâtır 40 ayetinden anlıyoruz ki şirk, ne arzdan (tecrübeden), ne gökten (gözlemden), ne de doğru bir bilgiden (ilahi kitaptan) gelmemektedir. Düşünen kimse için, şirkin, varlıkta hiçbir yeri yoktur.
Müşriklerin düşünmemeleri ve aklî muhakemeye dayanmamaları, iman konusunda sadece bir zann ve bir esasa istinad etmeyen, tahminden öte geçememeleri sonucunu doğurur. Yüce Allah, mü?riklere hitaben: "(...) Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz" der16. "İyi bilin ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah'ındır. Allah'tan başka şeriklere tapanlar, sadece zanna tabi oluyorlar. Onlar ancak tahminde bulunuyorlar"17. "Onların çoğu zanna uyuyorlar. Halbuki zan, hakikat karsısında hiçbir şey ifade etmez"18.
b) İlme dayanmamak
Allah (c.c.) müşriklere şöyle dememizi emreder: "De ki: Nezdinizde bir ilim varsa, onu çıkarıp bize gösterin"19. Buradaki ilimden maksad: Allah'ın, müşriklerin şirklerinden razı ve şirkin geçerli olduğuna dair ilimdir20. Bu konuda onların hiçbir bilgileri yoktur. Mümin suresinin 42. ayetinde de inkar ve şirkin, ilimsiz, delilsiz olduğu bildirilmektedir. Allah ile beraber başkalarını kabul edenler "bilmeyenler"dir21, kıt düşünceli olanlardır22.
c) Şüphecilik
Kendilerini tevhide çağıran Hz. Salih (a.s.)a müşrikler şöyle demişlerdi: "Ey Salih! Sen, bundan önce, aramızda (fikir bakımından) ümit bağlanan bir kimseydin; şimdi babalarımızın taptıklarına bizi tapmaktan men mi ediyorsun? Doğrusu, bizi çağırdığın şeyden tam bir şüphe içindeyiz"23.. Bu şüpheleri tefekküre dayanan metotlu, bir dereceye kadar haklı bir şüphe değildir. Hatta, daha önce pek güvendikleri bir şahsın söylediğine, taraftar olmaları normal olarak beklenirdi. Fakat gelenek sebebiyle bırakmadıkları şirke, şüphe bahanesini bulmuşlardır. Zira makbul şüphe, az da olsa, tefekkürü gerektirir. Halbuki, başka yerlerden olduğu gibi buradan da anlaşılıyor ki onlar bu şüpheye düşünme sonucunda ulaşmış değildirler. Şüpheyi, gerçeğe ulaşmak için metod olarak uygulasalardı, asırlardan beri körü körüne bağlandıkları putlara tapma hususunda da kendilerine bir şüphe gelmeliydi. Nuh, Ad, Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin davranışı : "Onlara resulleri açık delillerle geldiler. Fakat (müşrikler) ellerini ağızlarına götürüp: "Biz, sizinle gönderileni inkar ettik! Bizi çağırdığınız şeyden de tam bir şüphe içindeyiz"24. Onlar şayet ilmî bir anlayışa sahib olsalardı, şüphe etme kabiliyetinde kimseler olsalardı, ilkin, eskiden beri delile dayanmaksızın, bilakis Tanrı olmadıklarına dair her türlü delilin bulunduğu putlar aleyhinde bir şüphe sahibi olmaları gerekirdi. Kendilerine yeni bildirilen bir konu hakkında ise, yeterince düşündükten sonra şüphe etmeye hak kazanırlardı. Oysa bunların yaptığı tam tersinedir: Şüphe etmeksizin eskiye sarılıyorlar, yeniyi ise duraklamaksızın reddediyorlar (Ayetteki "fe reddû"daki "tâkîb" belirten "fa" gösteriyor ki, duyar duymaz. duraklamaksızın reddetmişlerdi25) Demek ki onların şüpheleri, hesaba alınacak bir şüphe değildir. Bunun bir delili de önce "red ve inkar ettiklerini", arkasından "şüphe içinde olduklarını" ifade etmeleridir. Red peşindir, şüphe ise "sümmet tedarük" bir bahanedir.
d) Antropomorfizm
Putların ortaya çıkış sebeplerinden biri de insanların, Allah'ı, yaratıklara kıyas etmiş olmalarıdır. Müşriğin hayal gücü, Allah'ı, insanların vasıflarının ileri derecesini haiz bir varlık olarak tasavvur eder. Bu tasavvur da, Onun bütün kainata Rab olarak yeteceğini düşünemez, tevhide çağıran Resûllullah (a.s.) hakkında "Ne o! Tanrıları bir tek Tanrı mı yapmış, doğrusu bu şaşılacak bir şey!"26 derler. Kur'an'ın birçok ayetinde, müşriklerin, Allah'ın hükümranlığında ortağa, yardımcıya27, zevce ve çocuklara, neslini sürdürmeye28 insanlardan gelecek menfaata29 muhtaç sandıklarını anlayabiliriz.
Heva ve hevese uymak.
İnsanların, arzularına göre ve akıllarına esen her şeyi yapmaları Allah'tan uzaklaşıp, şıpsevdi nefis ve hevalarının hoşlandığı her şeyi, bazan kendi kendilerini bile tanrılaştırmalarına yol açmaktadır. Sahte tanrılar icadedenler hakkında şu ayeti dinleyelim: "Bunlar, sizin ve geçmiş babalarınızın taptığı bir takım kuru isimlerden başka bir şey değildir. Allah onları teyid eden bir delil indirmemiştir. Onlar sadece zanna ve nefislerinin heva'sına uymaktadırlar"30. Kur'an, bundan da öte, nefsin tanrılaştırılmasından bahseder: "Baksana şu heva'sını tanrı edinene!"31. İster hevay-ı nefse göre insanlar, tanrılar topluluğu (panteon) düşünüp onları kendi aralarında uzlaştırsın, savaştırsın seviştirsin, ister arzularının istediği şeyleri onlara emir veya nehyettirsin, isteklerini güzel veya çirkin göstertsin, isterse kendi öz arzusunun geçerli ve tatmin olunmaya değer en önemli gaye olduğunu düşünsün, bütün bu durumlarda, insan, heva'sını tanrılaştırmış olmaktadır (Burada yazılan-lan: mitolojiler, Epiküriyenler, din dışı hümanistler, din dışı egzistan-siyalistler, "yaratıcı sanatçı"lar; tanrı, tapmak ve yaratmak kutsal kavramlarını ucuz ucuz dağıtan zihniyetler, artistler ve sporcular için "yıldız" (ki bu eskiden yıldızlara tapınmanın hatırasını saklamaktadır) veya bir kısmı için "ilahe" gibi deyimleri bol bol kullananlarla birlikte hatırlayalım. Hevay-ı nefs, bütün çağlarda, dar ve geniş anlamdaki şirkin başlıca sebebi olmuştur.
e) Kibir
Hükümranlık, saltanat, dünyaca güçlü olmak, refah içinde yaşamak da, şirk ve inkara götürebilmektedir. Halkının yalnız kendisine tapmasını isteyen Firavun32 -adeta tanrılığının dayanaklarını bildirircesine- onlara şöyle diyordu: "Mısır hükümranlığı ve ülkemde akan bu ırmaklar, kanallar benim degil mi, görmüyor musunuz!"33
İşte bu gururdur ki, Rabbu'l ale-minin elçisi olarak geldiğini söyleyen Hz. Musa (a.s)'a karşı ona:
Rabbu'l-aleminde ne imi?!"34 dedirtecektir35
Bu gurur, toplum planında da görülebilir. Ad kavmi haksız yere büyüklük taslamış ve "Bizden daha güçlü kim vardır?"demişlerdi. Görmüyorlar mıydı ki kendilerini yaratan Allah onlardan daha kuvvetlidir!" 36 Ayetin son kısmı, onların gururlarının Yüce Allah'a karşı olduğunu göstermektedir.
Eski Yunan mitolojisinde, insanların tanrılarla mücadelelerini (mesela Prometheus), yarışmalarını ve eski Yunan düşüncesinden kaynaklanan çağdaş bazı akımları, Uluhiyyet karşısındaki beşeri gurur bahsinde unutmamız mümkün değildir. Nietzsche, bu kibir içinde "Biz Tanrıyı öldürdük"37 diyerek, Allah'a olan düşmanlığın en aşırı örneğini vermiştir.
Düşmanlık, diyoruz, çünkü o, herhagi bir ilgisiz münkir değildir: Tanrıyı altetme gayretkeşliğini, bir anlamda bildiği Tanrıya düşmanlığını dile getirmiştir. Yine de Mabud ihtiyacını yok edememiş, bazen gururu tanrılaştırmaya (supermann) gitmiştir. Şimdiki kavram kargaşasında, çok masum hisleri anlatır hale dönüştüğü de görülen hümanizme ise, başlangıçta -ve şimdiki din dışı humanizmde (Sartre vb.)-, Uluhiyyetin aleyhine olarak insan iktidarını çıkarmak iddiasından başka bir şey değildir38. "Allah'in ayetleri üzerinde, kendilerine gelen bir delil olmaksızın tartışanların kalblerinde, ulaşamayacakları bir kibir vardır" "Kâfir, zaten, kendi Rabbine karşı durana arka çıkar"40 Sadakallahu'lazîm.
----------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar : 1. İbrahim 10 / Mümin 42, 2. En'am 150 / Şuara 98 3. Zumer 3 / Yunus 18 4. Tevbe 31 / Nisa 117 / İbrahim 22 5. Bakara 165 6. Nahl 21 / Necm 23 7. Fatir 13 8. Has 73 9. Hac 31 10. Krş-İsra 46 / Zumer 45/Mumin 12 11. Ankebut.41 12.Şuara 136 13. Yunus 42-43/Enfal 22 vb. 14. Bakara 171 15.Mülk10 16.En'am148/Krs. Hud 27 17. Yunus 66 18.Yunus 36.19. En'am 148 20. İbnü Kesîr, Tefsir, 3, 352 Âlusi, Ruhu'l-meâni 8, 51, 21. Neml 61 22. Neml 62 23. Hud 62 24. İbrahim 9 25. Âlûsî, Ruhu'l-meani 13,194, 26. Sad 5 27. İsrâ 111 28.Cin 3 29. En'am 136 30. Necm 23 31. Furkan 43 32. Krs. Kasas 38. 33. Zuhruf 51 34. Şuara 23 35. İbnu Kesir, Tefsir, 147-148 36. Fussilet 15 37. H Rousseau, Les Religions, Paris P.U.F. 1971, s.5. 38. E. Schilleback, Dieu et I'homme, Bruxelles-Paris, 1965 Din dışı humanist cemiyetlerinin, kendi beyanlarına ve onlar hakkındaki resmi açıklamalarına dayanarak, Uluhiyyet hakkındaki düşünceleri ve ilgili diğer konular için bu kitabın özellikle 41-42, 252-253 sh. bkz 39. Mü'min 56 40. Furkan 55
Prof. Dr. Suat Yıldırım