* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: !!!!!!! TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI VE SOSYAL MEDYA AHLAKI  (Okunma sayısı 451 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
!!!!!!! TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI VE SOSYAL MEDYA AHLAKI
« : Şubat 05, 2020, 09:16:57 ÖS »
TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI VE SOSYAL MEDYA AHLAKI

Muhterem Müslümanlar!

Yüce dinimiz İslam’ın ana gayesi, yeryüzünün en şerefli varlığı olarak yaratılan insanın can, mal, akıl, ırz ve inancını korumaktır. Bu beş temel değeri dokunulmaz kabul eden İslam, hangi sebeple olursa olsun bu değerlerin zarar görmesine rıza göstermez.
Hayatın bütünü için geçerli olan bu durum, internet dünyasında da geçerlidir.

Aziz Müminler!

Teknolojiyi dinin güzel saydığı, ahlakın onayladığı ve akl-ı selimin doğru bulduğu şekilde kullanmak mümince bir duruşun gereğidir. Bu alanı amaçsız, verimsiz ve kontrolsüz bir mecra olarak görmek ise İslam’ın korunmasını emrettiği beş temel değeri ihlal etme anlamı taşır. Zira teknolojinin bilinçsiz kullanımı, kişinin sağlığını tehdit ederek canına, maddi kayba uğramasına neden olarak malına zarar vermekte; gayr-i ahlâkî yönelimlerle iffetini; aşırı ve sapkın ideolojilerle inancını zedelemekte; düşünme ve idrak etme kabiliyetini bozmakta ve zayıflatmaktadır.

Kıymetli Müslümanlar!

Allah’ın verdiği aklı kullanarak teknoloji üreten insan, bunu iyilik yolunda kullanmakla sorumludur.

Eğer kişi, teknolojiyi kullanarak helal kazancın yerine kumara, tasarrufun yerine israfa, iffetin yerine ahlaksızlığa, merhametin yerine şiddete yöneliyorsa, büyük bir yanlışın içerisindedir. Kendi eliyle fesadı yaygınlaştırıyor, geleceğini tehlikeye atıyor demektir. Diğer yandan telefon, televizyon ya da bilgisayar ekranının önünde vaktini heba ediyorsa, kendisine, ailesine ve Rabbine karşı vebal altına girmektedir. Maalesef aynı çatı altında ama birbirinden habersiz yaşayan ailelerin sayısı her geçen gün artıyor. İnsanoğluna zaman kazandırması gereken teknoloji, günümüzde zaman kaybetmenin ve vakit öldürmenin en aldatıcı tuzağı haline geldi.

Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”[1]

Değerli Müminler!

Hepimizin hayatında yerini alan internet ve sosyal medya, başıboş, ilkesiz ve sorumsuz bir alan olmamalıdır. Müslümana yakışan daima sorumluluk bilinciyle hareket etmek, Rabbinin koyduğu sınırlara uymaktır. Her durumda gerçeğin ve doğrunun yanında yer almaktır. Unutmayalım ki gerçek hayatta olduğu gibi sanal hayatta da insanların haklarını ve özel hayatlarını ihlal etmek haramdır.

Mahremiyete saygı göstermeyen her adım Kur’ân’ın, “Birbirinizin kusurlarını ve mahremini araştırmayın.”[2]  emri ile çelişir. Günlük hayatta yalan söylemek, insanları karalamak, iftira atmak nasıl günahsa, yayın dünyasında ve sosyal medyada da aynı şekilde günahtır. Hutbeme başlarken okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”[3]

Aziz Müslümanlar! Günümüzde teknolojiden tamamen uzak bir hayat sürmek elbette mümkün değildir. Zaten İslam’ın da böyle bir talebi yoktur.

Ancak teknolojiyi helal-haram hassasiyeti taşıyarak, ahlaki ilkeleri koruyarak, insan hak ve özgürlüklerini ihlal etmeden kullanmak öncelikli sorumluluğumuzdur. Böylece vaktimizi daha verimli ve emeğimizi daha anlamlı hale getirebiliriz. Yeryüzünü iyilikten ve huzurdan yana imar edebiliriz. Yeter ki her nimet gibi teknolojiyi de Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu ölçü ve sınırlara riayet ederek kullanalım.

----------------------------------------------------

1 Buhârî, Rikâk,

2 Hucurat, 49/12,

3 İsra, 17/36.


NİKAH

Muhterem Mü’minler!

Evlilik, Hz. Adem ve Hz. Havva ile temeli cennette atılan, insanın yaratılışıyla birlikte var olan bir kurumdur. Eş olmak; ana-baba, evlat, dost, akraba olmaktan daha önce insana öğretilen fıtrî bir duygudur. Tek olmak, kimseye ihtiyaç duymamak Allah’a; beraber yaşamak ve çoğalmak ise kullarına yaraşır. Nitekim Yüce Allah, hayatın zorlu imtihan yollarında insanı tek başına bırakmamış  “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”[1] buyurmuşlardır.

Kıymetli Kardeşlerim!

Evlilik, nikâh ile meşruiyet kazanır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de nikâha derin bir anlam ve yüce bir ruh kazandırmıştır. Dinimizde nikâh, ağır ve sorumluluğu büyük bir sözleşmedir. Nikâh, Yüce Allah’ın adını şahit tutarak eşlerin bir ömrü paylaşmak üzere birbirlerine verdikleri söz; gönül rızası ve hür iradeleriyle beraberce yüklendikleri ahlâkî ve hukukî sorumluluktur. Nikâhla başlayan bu birlikteliğin en güzel şekilde devam ettirilmesi de en az kurulması kadar önemlidir. Evliliği koruyan, güçlendiren değerler vardır. Ailede huzur ve mutluluğun formülü bu değerlere sahip çıkmaya bağlıdır. Merhamet, sadâkat, kanaatkârlık, saygı ve ihsan bunların başında gelmektedir.

Aile, karşısındakini anlama ve onun tarafından anlaşılma ihtiyacının en yoğun yaşandığı ortamdır.

Eşler, kimseye anlatamadıkları ve kimsenin anlayamayacağı duygularının birbirleri tarafından anlaşılmasını beklerler. Kur’an’ın tabiriyle birbirlerinin sırlarına, kusurlarına, yaralarına, üşüyen ruhlarına örtü[2] olmasını arzu ederler. Merhametli olmak tam da bu ihtiyaçları karşılamak demektir.

Merhamet, aile içinde buyurgan tavrı, güce dayalı iktidarı, duygusal bencilliği ortadan kaldıran bir işlev görür. Fedakârlığı güçlendirir ve başkasını kendisine tercih etme anlamına gelen ‘îsâr’ ahlakını pekiştirir.

Kardeşlerim!

Hz. Peygamber’in yaşamında merhametin taşıdığı anlamı, eşleriyle geliştirdiği iletişim örgüsünde görmek mümkündür. Eşlerinin kimi zaman kıskançlıklarını, tartışma ve itirazlarını, kimi zaman küslüklerini anlayışla karşılayan[3] ve asla “onları ıslah etme” gibi bir gerekçeyle şiddete başvurmayan Resûl-i Ekrem’in, “aile içi ilişkilerde olumluya odaklanma” konusundaki şu tavsiyesi son derece dikkat çekicidir: “Mümin bir kimse, eşine nefret beslemesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmese de hoşlanacağı başka bir huyu mutlaka vardır.”[4] Yine kendisine gelerek, başkalarına öyle davranmadığı hâlde ailesine karşı kırıcı konuştuğunu söyleyen ve bu konuda ne yapması gerektiğini soran Ebû Huzeyfe’ye, bunun için günde defalarca Allah’tan af dilemesi gerektiğini söylemiştir.[5] Câhiliye Dönemi’nden intikal eden kadına karşı şiddet kullanma alışkanlığını sürdürme eğiliminde olanları uyararak, “Allah’ın hanım kullarına vurmayın!”[6], “Kadınlar konusunda Allah’tan korkun! Çünkü siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adıyla (nikâh kıyarak) onları kendinize helâl kıldınız.”[7] buyurmuşlardır.

Evlilikte sadâkat, huzur ve güveni sağlayan, eşleri birbirine bağlayan en önemli husus sadakattir. Kanaatkârlık ise evliliğin en büyük servetidir.  Her haline şükreden, zorluklara sabreden eşin azığı ve dünya yolculuğunun huzur biletidir kanaat. Sevgi ve saygı ise mutlu bir evliliğin teminatıdır. Ailenin sadece bugünü değil, geleceği adına da son derece mühimdir. Aile içinde erkeği ve kadını, birbirinin karşısında ve bir güç mücadelesi içinde konumlandırmayan Kur’an, aksine onların birbirlerine muhabbetle davranmaları gerektiğine işaret etmiştir: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler.

Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[8] Harcadıkça çoğalan tek şeyin sevgi olduğu gerçeğinden hareketle, sevginin gizlenmeyerek açığa vurulması hem aileye hem de toplumsal barışa büyük katkı sağlayacaktır.

"Ey rabbimiz!" Bize mutluluk getirecek, göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar bahşet; bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle!"

Amin.

-----------------------------------------------

 [1] Rûm, 30/21.

[2] Bakara, 2/187.

[3] Buhârî, Nikâh, 108.

[4] Müslim, Radâ’, 61.

[5] İbn Mâce, Edeb, 57.

[6] Ebû Dâvûd, Nikâh, 41-42.

[7] Müslim, Hac, 147.

[8] Tevbe, 9/71.


ÖLÜM VE ÖTESİ

Kardeşlerim!

Hayatta hep yüz yüze olduğumuz hâlde bir türlü idrakine varamadığımız bir gerçek vardır: Ölüm ve ötesi. Oysa Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadislerinde, “Ağız tadını kaçıran, lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın.”[1] buyuruyor.

Şöyle geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki; zengin-fakir, genç-yaşlı, iyi-kötü, zalim-mazlum nice insanlar bu dünyadan gelip geçtiler. Birçoğunun yerinden yurdundan eser bile kalmadı. Her geçen gün bir sevdiğimiz bizi bırakıp gidiyor. Biz de bir gün sevdiklerimizi bırakıp gitmek için her an gelmesi muhtemel ecelimizi bekliyoruz. Şurası bir gerçektir ki, bugüne kadar ölümden yakasını kurtaran hiçbir insan yoktur. Her geçen gün yıpranan bedene, ağaran saça dur demek mümkün değildir. İstesek de istemesek de doğumla geldiğimiz bu dünyadan ölümle ayrılıp gideceğiz. Bu gerçeği Yüce Rabbimiz bizlere şöyle bildiriyor: “Nerede olursanız olun, sağlam ve güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.”[2] “Her canlı ölümü tadacak ve nihayet bize döndürüleceksiniz.”[3]

Kardeşlerim!

İmanın altı esasından biri de ahirete inanmaktır. Ahiret yurdu, bu dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulacağımız, hâlimize göre mükâfat ya da azap göreceğimiz yerdir. Öyle ki artık dünyaya geri dönüş yok; herkes bu dünyadaki amelinin karşılığını eksiksiz görecektir. Kimseye haksızlık da yapılmayacaktır. Yüce Allah bu hakikati şöyle dile getirmektedir: “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”[4]

Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkan kendi işlediklerimizden başkası değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Artık amel defteri ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, ‘Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!’ dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.”[5]

O günün manzarasını yine Yüce Yaratıcının kelâmından dinleyelim: “Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlar, güler sevinirler. O gün nice yüzler de vardır ki toz toprak içindedir. Onları bir siyahlık bürür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha dalanlardır.”[6]

Kardeşlerim!

İnsan, tabiatı gereği dünyaya düşkündür, âhireti ise hatırından uzaklaştırma eğilimindedir.[7] İnsanoğlunun ölümden hoşlanmamasının, ondan ürkmesinin en önemli sebebi, dünyaya olan aşırı tamah, ölümün ve âhiretin unutulup hazırlık yapılmaması, günah ve isyan karanlığında hakikat ışığının görülememesidir. Oysa Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün uyarısı çok ağırdır: “…(Gaflete) dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!”[8]

Hiç düşündük mü? Neden dünyamızda kötülükler, zulümler, haksızlıklar, katliamlar, savaşlar, cinayetler, öldürmeler, suçlar bir türlü sona ermiyor? Neden hırsızlık, arsızlık, edepsizlik, fuhuş, zina, taciz, uyuşturucu, alkol, kumar hiç azalmıyor? Neden yalan, dolan, gıybet, iftira hiç eksik olmuyor? Neden insanlar tabiata, çevreye ve diğer canlılara sürekli zarar veriyor? Neden insanlardaki daha çok kazanma, daha çok tüketme, daha çok sömürme, daha çok eğlenme hırs ve tutkusu, ikiyüzlülük, bencillik, haset, intikam, kin ve öfke bir türlü sona ermiyor?

Bu soruların birçok cevabı yanında çok önemli bir cevabı var: Ölüm, ahiret ve hesap çoğu zaman aklımıza gelmiyor. Ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ettiğimiz anlar oluyor. Unutmayalım ki günah ve haramlardan uzaklaşıp sevaplara, hayırlara ve iyiliklere yönelmek için ölümü, ahireti ve hesabı daima hatırda tutmak gerekiyor.

Kardeşlerim!

Dünya pazarında hiçbir şey karşılıksız verilmezken, ebedî âlemde vaat edilen nimetler çalışmadan, hazırlanmadan kazanılır mı? Mademki ölüm var, ahiret var, hesap var, mizan var, sırat var, cennet var, cehennem var; öyleyse ölüme, ahirete ve hesaba hazır olalım! Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim!

-----------------------------------------------

[1] Nesâî, Cenâiz, 3.

[2] Nisâ, 4/78.

[3] Ankebût, 29/57.

[4] Zilzâl, 99/7-8.

[5] Kehf, 18/49.

[6] Abese, 80/33-42.

[7] Kıyâmet, 75/20-21.

[8] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 17.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]