* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: YETİMLER  (Okunma sayısı 743 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
YETİMLER
« : Nisan 19, 2017, 09:28:32 ÖS »
TOPLUMUN UHDESİNDEKİ EN AĞIR EMANET: YETİMLER

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ* وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ*
صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ* صَلُّوا عَلَى طَبي۪بِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ* صَلُّوا عَلَى شَفي۪عِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ*
رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى* وَاُفَوِّضُ اَمْرِي اِلَي اللَّهِ * اِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ*
سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلي۪مُ الْحَكي۪مُ* سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَري۪مُ*
اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ* بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ*
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟ ﴿10﴾
صَدَقَ اللَّهُ الْعَظِيمْ*
وَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ*
أَنَا وَكَافِلُ الْيَتِيمِ فِى الْجَنَّةِ هَكَذَا. وَأَشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى، وَفَرَّجَ بَيْنَهُمَا شَيْئًا
صَدَقَ رَسُولُ اللَّهِ فِيمَا قَالْ اَوْ كَمَا قَالْ*

Muhterem Müslümanlar!

Yüce dinimiz İslâm, Allah’ın insanlar için seçtiği en son ve en mükemmel dindir. Dinimizin en önemli özelliği; bütün insanlığı iyiliğe, güzelliğe, hakka, adalete, barışa ve kardeşliğe çağırmasıdır. İslâm öğretisinde bütün insanlar başlangıçta aynı anne ve babadan meydana gelmiş olmaları sebebiyle büyük bir ailenin fertleri gibi, müminler de kendi aralarında bir vücudun azaları gibi değerlendirilmektedir. Bu durum; birlikte yaşama kültürü, toplumsal barış ve huzurun tesisi, yardımlaşma ve dayanışma gibi konularda çok önemli bir anlayışı ortaya koymaktadır.

İslâm toplumunun temeli Müslümanların kardeşliği esasına dayanır. Bu durum, dinin iki temel öğretisi olan Kur’an ve sünnette açıkça ortaya konulmuştur. “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 10) ilâhî buyruğu ile Allah Rasulünün, “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin, Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.” (Buhârî, Mezâlim,3; Müslim, Birr, 58) ifadeleri örnek olarak zikredilebilir. Bu nedenledir ki; Müslümanlar acıda, tasada iyi veya kötü günde aynı duyguları ortaklaşa hisseder ve birbirinin yardımına koşarlar. Toplumsal problemlerini el birliği ile çözerler.

Kur’an ve sünnette önemle üzerinde durulan “Müslümanların kardeşliği” prensibi içi boş, sadece sözden ibaret bir anlayış değildir. Bu anlayış bizzat imanla irtibatlandırılarak, bireyin kulluk hayatını şekillendirecek bir kuvvette ve aynı zamanda belirli yükümlülükleri, görev ve vazifeleri de beraberinde getirecek bir tarzda ortaya konulmuştur. Bu prensip gereği, komşusu açken tok olarak sabahlayanın kâmil bir imana sahip olamayacağı bizzat peygamber Efendimiz tarafından açıklanmış ve toplumsal duyarlılık üzerine pek çok atıflar yapılmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), insanlara ve diğer canlılara merhamet gösterenlere Yüce Allah’ın merhametle karşılık vereceğini bildirerek şöyle buyurmuştur: “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder, siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16)

Bütün varlıklara şefkat ve merhametle muamele etmeyi bir ibadet olarak telâkkî eden yüce dinimiz, toplumsal duyarlılığın bir gereği olarak özellikle yetimlere ilgi-alâka ve şefkat gösterilmesi ve haklarının korunması konusu üzerinde önemle durmuştur. Nitekim toplum içinde en fazla şefkat ve merhamet gösterilmesi gerekenler de bir kanadı kırık olan yetim, öksüz veya bakıma muhtaç kimsesiz çocuklardır.

Yetimler Topluma Allah’ın Emanetidir. İslâm’ın yetimlere ilişkin konularda yaptığı vurgunun, günümüz itibariyle hem yetimleri, hem öksüzleri, hem de annesi babası tarafından terkedilen, kimsesiz, aç, açık ve muhtaç durumdaki bütün çocukları kapsadığını söyleyebiliriz.

Hepimiz hayatta çeşitli şekillerde imtihan ediliriz. Kimimiz hastalık, kimimiz fakirlik, kimimiz evlât acısı vb. örnekleri çoğaltabiliriz. Yetim-öksüz veya korunmaya muhtaç bir çocuk olarak hayatla mücadele etmek zorunda kalmak da en zor sınavlardan biridir. “Hayatın en zor anlarında yalnız olmak nasıldır hiç düşündünüz mü? Babanızın olmaması, size bir kalem, silgi gibi basit bir şeyin bile alınmaması... Küçük çocuk olduğunuz halde, hastalandığınızda, ateşlendiğinizde başınızda kimsenin olmaması… Gençlik döneminde yol göstereninizin olmaması... Askerde iken arayıp soranınızın olmaması... okulda veli toplantısına sizin için gidecek kimsenin olmaması... Anılarınızdan ve hatıralarınızdan bahsederken yuva ve yurttaki anılarınızdan başka anlatacak bir şeyinizin olmaması... Ve gelecek kaygısı ile çocuk yaşta yüzleşmeniz... “Ne yaparım? Nerde kalırım? Ne yer, ne içerim?” diye endişelenmeniz… Yaşananlar bunlarla da kalmaz, ekonomik boyutu da vardır meselenin. Annelerinin kendilerine hem annelik hem babalık yaptığı veya akraba yanında yetişen ya da yurtta kalan bu özel çocukların daha farklı sorunları da vardır muhakkak. Bunları da ancak yaşayan bilir…” (Emre Yapıcı, Bu Çocuklar Özeldir) İnsanın kendisini kimsesiz, yalnız ve köksüz hissetmesi ruhunda derin yaralar açar. Daha hayatın başında, küçük yaşta, sevgiye, ilgiye muhtaç olduğu bir dönemde karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar çocuğun üzerinde olumsuz etkiler bırakır. Çoğu kez bu etkilerin izi silinmez ve ileriki dönemlerde onun hayata ve insanlara bakışını olumsuz yönde etkileyecek şekilde ortaya çıkar. Örneğin; uyuşturucu, madde bağımlılığı gibi zararlı alışkanlıklar ile kapkaç gibi kötü fiiller; küçükken sevgiden, ilgiden mahrum bırakılmış ve mutlu bir çocukluk devresi geçirememiş çocuk ve gençlerde daha fazla görülmektedir.

Bu nedenle yetim çocukların problemleriyle ilgilenmek birey ve toplum olarak hepimizin görevidir. Duyarlı olmak, çevremizde yaşanan acı ve ızdıraba seyirci kalmamak zaten yüreğimizde taşıdığımız imanın bir gereğidir. Onlar bizim imtihanımız, onlara olan ilgi ve alâkamız, sevgimiz, merhametimiz yüce yaratıcının katında ayrı bir değer bulacaktır. Yetimler, öksüzler, kimsesizler topluma Yüce Allah’ın emanetidir. Öyle olduğu içindir ki, Kur’an pek çok ayetiyle yetimlerin hakkını yememeyi, onlara şefkat ve merhamet göstermeyi emretmiştir. Şimdi konuyu ayet ve hadisler ışığında biraz daha açalım:(Diyanet Dergisi şubat 2009 Yunus Akkaya)

Uhud... Bir avuç Müslüman'ın, canlarını ve dünyevî tüm varlıklarını hiçe sayarak eteklerinde şehâdete koştukları dağ... O gün, daha sonra Okçular Tepesi olarak anılacak olan Ayneyn Tepesi de, Uhud Dağı da tanık oldu Hamza'nın, Nadr oğlu Enes'in, Akrabe'nin şehâdetlerine...

Nadr oğlu Enes. “Ah! Cennetin kokusu!” diye mırıldanan Enes... Dudakları titreyerek yanında duran arkadaşı Sa'd b. Muâz'a, “Uhud'un eteklerinde cennetin kokusunu duyuyorum,” diyerek safları yaran Enes... Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 33.

Uhud nelere şahit olmuştu! Yarım urbalı Mus'ab b. Umeyr'e meselâ... Hani Abdurrahman seneler sonra bolluk içindeki bir iftar sonrasında onu hatırlayacak, boğazı düğüm düğüm olacaktı... Hâlbuki o zaman, yokluktan ayaklarına bile yetişmeyen urbasını kefen yapmışlardı Mus'ab'a... Hz. Hamza'nın kefeni de kısa gelmemiş miydi? Allah'ın aslanıydı o! Onun heybeti karşısında inançsızlar titrerdi. Herkes çekinirdi ondan. Allah Resûlü'nün amcasıydı o... Hamza'ydı o! Hamza da Mus'ab gibi son yolculuğuna ayakları kefeninden dışarıya çıkmış biçimde uğurlanacaktı demek ki... Buhârî, Meğâzî, 17.

Ve Akrabe... Uhud'da ardında güzel saçlı bir çocuk bırakan Akrabe...

Çocuk hatırlıyordu, bir gün babasıyla Allah Resûlü'nün yanına gitmişlerdi. Allah Resûlü sormuştu ona, “Yavrum, senin adın ne?” diye... “Bahîr.” demişti kekeleyerek. Bir rivayete göre ise “Hanîn.”. “Olmaz.” demişti Peygamber Efendimiz. Zira “Bahîr”, zayıf, hasta ve mecalsiz demekti, “Hanîn” ise üzgün, dertli anlamına geliyordu. Bu ismi değiştiren Allah Resûlü ona, “Bundan böyle senin adın Beşîr olsun.” demişti. Ne güzel addı bu! Neşeli, müjdelenmiş demekti, yüzlere ve gönüllere sevinç kaynağı olan... Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, XIII, 298.

Allah Resûlü Uhud'dan dönüyordu. Hz. Peygamber'in karşısına dikilecek, babasını soracaktı Beşîr ona. Allah Resûlü'nün yanına vardı; “Babama ne oldu?” dedi. Allah Resûlü'nün ağzından, “Baban şehit oldu. Allah ona rahmet etsin.” sözleri döküldü. Beşîr ağlıyordu...

Allah Resûlü durdu. Küçük bir çocuk için bekledi. Çünkü onun için çocuklar çok kıymetliydi. Beşîr ağlıyordu, babası ölmüştü... Allah Resûlü, “Ağlama!” diye teselli etti Beşîr'i. Sonra, “Ben senin baban olayım, Âişe senin annen olsun istemez misin?” dedi. Hiç düşünmeden “Evet, çok isterim.”
dedi Beşîr. İbn Hacer, İsâbe, I, 302. Allah Resûlü, eliyle Beşîr'in saçlarını okşadı, kucakladı, bağrına bastı. Ne hoş bir tecellidir ki Allah Resûlü'nün ilgisi ve duası vesilesiyle Beşîr'in dilindeki kekemelik geçiverdi. Ayrıca Beşîr yaşlanıp da saçları ağardığı zaman Allah Resûlü'nün o gün mübarek elinin değdiği kısımlar hâlâ siyahtı. İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, X, 300.

Allah Resûlü şehit yavrusu Beşîr'i kucaklamış, hayattaki yalnızlığını dağıtmış, ona yetim kaldığını unutturmuştu. “Yetim”, Arapçada “yalnız, tek başına” demekti. “Yavaş giden, geride kalan” gibi bir mânâsı daha vardı yetimin. Yetim kelimesinin “gaflet ve şaşkınlıktan” geldiğini söyleyenler de vardı İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, LV, 4948. ama Allah Resûlü'nün yanında gafil olunur muydu hiç?
İslâm'ın ilk yıllarıydı ve ardı ardına inen âyetler inananlara yetim hakkını hatırlatıyordu:

كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَت۪يمَۙ ﴿17﴾

“Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.” Fecr, 89/17.

اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ ﴿6﴾

 “Seni yetim bulup da barındırmadı mı?” Duhâ, 93/6.

فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ ﴿9﴾

 “Sakın yetimi aşağılama!” Duhâ, 93/9.

اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ ﴿1﴾ فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ ﴿2﴾ وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ ﴿3﴾

 “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.” Mâûn, 107/1-3.

Ca'fer... Peygamberimizin amcasının oğlu. Efendimiz ona “kardeşim” derdi. Ebû Dâvûd, Teraccül, 13. Beklemişti Allah Resûlü. Ca'fer'in ailesine üç gün zaman vermişti, içlerindeki üzüntü gözyaşlarıyla aksın, biraz olsun sakinleşsinler diye. Babaları Mûte Savaşı'nda şehit düşmüştü.
Allah Resûlü, Ca'fer'in derin bir hüzne boyanmış olan evindeydi. “Bugünden sonra kardeşime ağlamak yok.” diye söze başladı. Sonra, “Getirin bana kardeşimin çocuklarını.” dedi. Ca'fer'in oğlu Abdullah, kendisi anlatıyor: “Bizi getirdiler, Allah Resûlü'nün karşısında dizildik. Kuş yavruları gibiydik.” diye... Nesâî, Zînet, 57.

Allah Resûlü, beklenmedik bir şey yaptı. Hayatın aktığına bir alâmet olsun, üzüntü ve kahırdan saçları darmadağın olmuş bu yetimlerin yüzleri açılsın, ışıl ışıl parlasın diye berber çağırdı. O an bir berberin çocukların saçını kesmesi en son düşünülecek şeydi sanki...

Allah Resûlü, çocukların saçlarını kestiriyordu, yarın bayrammış gibi...

Allah Resûlü'nün aralarını hafifçe açtığı işaret ve orta parmaklarını göstererek ashâbına seslenişi, tüm canlılığıyla gözlerimizin önünde duruyor: “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” Buhârî, Talâk, 25. Peygamber Efendimiz, gönüller anlasın, gözler canlandırsın diye dünyada bir yetimi kollayan, onun derdine ortak olup sofrasında yetimle ekmeğini paylaşanların, cennette bu şekilde kendisinin yanı başında bulunacağını anlatıyor bize. Yetim Peygamber yetimlere sahip çıkıyor...

Allah Resûlü, babasını yitirmiş yavrulara kol kanat geren, her zorluğa rağmen onların üstüne titreyen, hatta onları kendisine tercih eden anneleri de unutmuyor: “Ben ve (karşılaştığı sıkıntılar ve bakımsızlık yüzünden) yanakları kararmış kadın kıyamet gününde şu ikisi (işaret parmağı ve orta parmak) gibi (yakın) olacağız. O kadın ki kocasının ölümü sebebiyle dul kalır da asil ve güzel olduğu hâlde çocukları yetişinceye ya da ölünceye kadar kendisini yetim çocuklarının bakımına hasreder (ve evlenmez).” buyuruyor. Ebû Dâvûd, Edeb, 120, 121. Annesiz babasız büyümüş Allah Resûlü'nden daha iyi kim anlayabilir yetimleri...

Kalbinin katılığından dert yanan bir adama Peygamber Efendimizin “Yetim(ler)in başını okşa, fakir(ler)i doyur!” buyurduğu nakledilir. İbn Hanbel, II, 387. Yetimin başını okşamak, kuşkusuz ona sevgi ve merhamet göstermenin yanı sıra kimsesizliğini unutturup ayakta durabilmesi için yardımcı olmak demektir. Bu noktada Allah Resûlü, “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse Allah onu mutlaka cennete koyar. Ancak affedilmeyecek bir günah işlemiş ise o başka.” Tirmizî, Birr, 14. buyurarak, yetimleri sahiplenip, onlara kol kanat gerenlere cenneti muştular. Nitekim Kur'an da kendi ihtiyacı olduğu hâlde malını yetimle paylaşanları, gerçek anlamda iyilik yapan kimseler olarak tanımlar. Bakara, 2/177. Hz. Peygamber'in eğitiminden geçmiş olan Abdullah b. Ömer'in, sofrasında bir yetim bulunmadan yemek yememeye özen göstermesi bu konuda gösterilmesi gereken hassasiyeti ortaya koyması bakımından çarpıcı bir örnektir.

Diğer taraftan Resûl-i Ekrem, “Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.” İbn Mâce, Edeb, 6. buyurarak, yetime yapılan muamelenin iyi ya da kötü olmasının bir yuvanın iyi ya da kötü olmasını belirleyen önemli bir ölçüt olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

Yetimler önceliklidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır, bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban vermiştir. Ve hatta kimileri de dünyanın değişik yerlerinde birilerinin dünyalık arzularına kurban edilmiş, daha çocukluklarını yaşayamadan şehirleri yıktığı kadar ruhları da tahrip eden savaşın soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Anneleri, babaları artık yanlarında değildir... Onlar sahip çıkılmayı herkesten çok hak ederler. Onlar Hz. Peygamber'in yanındaki Enes gibi olmayı arzularlar.

Onlar Ümmü'd-Derdâ'nın yanındaki yetimler gibi, Allah Resûlü'nden müjde, müminlerden ilgi ve şefkat görmeyi umut ederler.

Kızı Fâtıma, yanında iki hanımla birlikte gelerek, savaş esirlerinden ev işlerinde kendilerine yardımcı olacak kadınlar tahsis etmesini istediklerinde, “Bedir'in yetimleri sizden daha önceliklidir.” demişti Peygamber Efendimiz. Ebû Dâvûd, Harâc, 19-20. Onun, yetimi kollama ve gözetme arzusu, rivayetlerin arasından gönüllerimizin derinliklerine işlemelidir.

Allah Resûlü, “Her türlü malda zekâttan başka ödenmesi gereken haklar da vardır.” buyurmuştur. Tirmizî, Zekât, 27. Yetimi gözetmek bizim yetimlere yaptığımız bir ikramın ötesinde, üzerimizdeki en büyük sorumluluklardandır. Allah Resûlü üzerimizdeki bu sorumluluğu şu âyeti okuyarak açıklamıştır: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” Bakara, 2/177.

Yetim malı yemek ne büyük günahtır! Cana kıymak, iftira atmak gibi hususlarla beraber, insanlığı felâkete sürükleyen yedi büyük günahtan biri olarak Allah Resûlü'nün dilinde yer bulan bu günah, Müslim, Îmân, 145. tüyü bitmemiş yetimin hakkını gözeten yüksek bir inancın ve medeniyetin temsilcisi olarak bizler için affedilemez bir davranıştır. Bilakis bizler için anne ve babalarından birer yadigâr ve Allah'ın birer emaneti olan yetimleri gözetmek, cennete açılan kapıdır.

Yetim malı yemekten sakındıran bu uyarılarla birlikte, yetimin bakımıyla ilgilenen kişinin fakir olması hâlinde, ihtiyacı oranında bu maldan almasına müsaade edilmiştir. Buhârî, Tefsîr, (Nisâ) 2 Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine gelip fakir olduğunu, fakat baktığı bir yetimi bulunduğunu söyleyen bir adama; israf etmemek, saçıp savurmamak ve malı kendi üzerine geçirmemek şartıyla o yetimin malından harcamada bulunabileceğini söylemiştir. Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 8.
Abdullah b. Abbâs'ın naklettiğine göre,

وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ ﴿152﴾

 “Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız ergenlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde yaklaşabilirsiniz.” En’âm, 6/152. âyeti ile 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟ ﴿10﴾

 “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” Nisâ, 4/10. âyeti inince yanında yetim bulunanlar hemen Hz. Peygamber'in meclisinden ayrılıp o yetimin yemeğini kendi yemeklerinden, içeceğini de kendi içeceklerinden ayırmışlardı. Bu sefer de yetimin sofrasındaki yemeğinden bir miktar artmaya başladı. Yetimin malını haksız yere yemeyelim diye onlar kalan yemeği de saklıyorlardı. Ama bu yemek beklediği için bozuluyordu. Bu durum ashâba zor gelmeye başladı. Olanı biteni Allah Resûlü'ne anlattılar. Çok geçmedi ki,
فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌۜ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿220﴾

 “Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” Bakara, 2/220.âyet-i kerimesi indi. Bunun üzerine sahâbe-i kirâm yetimlerin yiyeceklerini kendi yiyecekleriyle, içeceklerini de kendi içecekleriyle karıştırdılar. Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 7.

Sahâbenin bu hassasiyeti, Peygamber Efendimizin cennette kendisine komşu olacağını müjdelediği Buhârî, Talâk, 25. “kâfilü'l-yetîm” yani yetime kol kanat geren kimse olmak içindi. Sözlüklerde “kâfil” kelimesi kefalete bağlanıyor ve her ikisi de “kifl”e dayanıyor. “Kifl” ise eyer, elbise, kat, pay ve savaşta firar etmek için arkada kalanlar demektir. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XXXXIII, 3905.

Aslında bu hâliyle hadiste kullanılması son derece manidar bu kelimenin... Yetime kol kanat geren, yemeyip yediren, giymeyip giydiren demektir kâfilü'l-yetîm...

Yetim babası, yetimi kendi çocuklarından ayırmadan kol kanat geren anne, yetim yavrunun hayattaki nasibine tutunması için vesile olur. Onu soğuk kış gecelerinde sevgi ve şefkat yumuşaklığıyla sarmalayan elbise olur... Karşılıksız değildir bu. Zira yetime arka çıkan kişi,
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَاٰمِنُوا بِرَسُولِه۪ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِه۪ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌۙ ﴿28﴾

 “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve Peygamberi'ne iman edin ki, size rahmetinden iki kat pay versin, size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Hadîd, 57/28. âyetinde geçen ve “kifleyn” diye ifade edilen “iki kat pay” ın talibidir artık...

Allah Resûlü, “Allah'ım, ben iki zayıfın, yetim ve kadının hakları konusunda (insanları) şiddetle uyarıyorum, onların haklarına el uzatılmasını (özellikle) yasaklıyorum.” İbn Mâce, Edeb, 6 buyurmuştur. Yetime her yönden baba olmak, analık etmek gerekir. Kefalet, malî, mânevî, sosyal pek çok yönü olan bir görevler zinciridir. Bu kapsamda yetimin malı korunmalıdır. Yetimin malına, doğrudan zarar vermek bir yana, zarar verebilme ihtimali olan durumlara karşı bile uyanık olmak gerekir. Nitekim Allah Resûlü'nün malî konularda yeterli görmediği Ebû Zerr'i, yetimin malına velî olmaması için uyardığı nakledilmektedir. Müslim, İmâret, 17.

Allah Resûlü yetimin malının, ona bakan kişi tarafından yetimin geleceği için işletilmesini, eriyip gitmesine ve tükenmesine izin verilmeksizin nemalandırılmasını istemiştir. Efendimiz, “Dikkat edin! Kim malı olan bir yetimin velîsi olursa, o malı ticarette değerlendirsin ve onu (çoğalmadığı için) zekâtın yiyip tüketmesine terk etmesin.” Tirmizî, Zekât, 15. buyurur. Sahâbe-i kirâm da bu tavsiyeye kulak vermişler, bunu bir ilke olarak benimsemişlerdir. Meselâ Hz. Ömer, eriyip gitmemesi için yetim malının çalıştırılması üzerinde ısrarla durmuştur. Hz. Âişe'nin de, kendi uhdesindeki yetim mallarının işletilmesi doğrultusunda hareket ettiği bilinmektedir.

Hz. Peygamber'in, “Ergenlik çağına geldikten sonra yetimlik yoktur.” Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 9. ifadesi, yetimliğin ne zaman bittiğine dair sınırı belirlemektedir. Ancak buradaki “ergenlik çağına ulaşmak” ifadesinden maksat, hakikî anlamda çocuğun ergenliğe adım atması mıdır? Yoksa bunun başka bir izahı var mıdır?

İbn Abbâs'a, “Yetimlik ne zaman biter?” diye sorulduğunda, “Ömrüme yemin ederim ki, adam vardır, sakalı çıkar da hâlâ kendi hakkını almaktan âciz, kendi namına bir şey vermekten âcizdir.

İşte kişi kendi hakkını alacağında başkalarının alışverişi gibi doğru ve yeterli davranabiliyorsa, artık o zaman yetimlik durumu sona ermiş demektir.” diye cevap verir. Müslim, Cihâd ve siyer, 137.
Kur'an da evlilik çağına gelinceye kadar yetimlerin gözlemlenip kendi ayakları üzerinde durup duramayacaklarının iyice anlaşılması, nihayet hayata atılabilecek bir hâle geldiklerinde mallarının kendilerine teslim edilmesi istenir. Nisâ, 4/6.

Elinden tutulup hayata hazırlanmayı bekleyen yetim bir yavru, duygusal, bedensel ve zihinsel yönden korunup kollanmaya muhtaç bir emanettir. Bu yüzden Allah ve Resûlü, tıpkı kadınlar ve köleler gibi toplumun en hassas ve kırılgan kesimlerinden biri olan yetimler hakkında da son derece dikkatli davranılmasını istemişlerdir. İnsanoğlu en büyük mutluluğun servet, makam ve kudret gibi değişken ve aldatıcı şeylerde olmadığının farkına vardığında, bir çocuğun gözlerindeki ışıltının her şeyden daha kıymetli olduğunu hissedecektir. İşte o vakit, “Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir.” 41 âyeti, hayatımızda hak ettiği yeri almış olacaktır.
Yetimler hakkında ki hadisi şerifleri tekrar hatırlayacak olursak;

Avf b. Mâlik el-Eşcaî'nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ben ve (karşılaştığı sıkıntılar ve bakımsızlık yüzünden) yanakları kararmış kadın kıyamet gününde şu ikisi (işaret parmağı ve orta parmak) gibi (yakın) olacağız. O kadın ki kocasının ölümü sebebiyle dul kalır da asil ve güzel olduğu hâlde çocukları yetişinceye ya da ölünceye kadar kendisini yetim çocuklarının bakımına hasreder (ve evlenmez).” Bunu söylerken (Hz. Peygamber'in yaptığı gibi) râvi Yezîd de orta parmağı ile işaret parmağını birleştirerek işaret etti.
(D5149 Ebû Dâvûd, Edeb, 120, 121)

İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse, affedilmeyecek bir günah işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyar.”
(T1917 Tirmizî, Birr, 14)

Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar(ın evleri) arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.

Müslümanlar arasında en kötü ev ise, içinde kendisine kötü davranılan bir yetimin bulunduğu evdir.”

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]