Mü’min Güven Verir
Aziz Mü’minler!
İman, güven ve emniyeti içinde barındırır. Mümin demek aynı zamanda, güvenen, güven veren; Rabbine itimat ve tevekkülden kaynaklanan bir güven duygusu içinde bulunan kişi demektir. Bu husus kerim kitabımızda şöyle ifade edilmektedir: "İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır."[1]
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s.) ashabı ile beraber bulunurken, "Size hanginizin hayırlı, hanginizin kötü olduğunu haber vereyim mi" diye sordu. Ashab-ı kiramın "Evet Ya Rasülallah" diye cevap vermesi üzerine; "Hayırlınız, kendisinden iyilik umulan ve kötülüğünden emin olunandır. Kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayandır."[2] buyurdular.
Kıymetli Kardeşlerim!
Her türlü ahlaki erdemde olduğu gibi, bu konuda da Peygamberimiz (s.a.s.) bize en güzel örnekliği miras bırakmıştır. Kaynaklarımız bize şu çarpıcı hadiseyi aktarmaktadır: Mekkeli müşrikler Hz. Peygamberi öldürmeleri için her kabileden bir gencin bulunduğu bir topluluğu görevlendirirler. Bundan haberdar olan Rasulüllah (s.a.s.), Medine’ye hicret etmeden önce, yerine Hz. Ali'yi bırakarak müşriklerin emanet olarak verdikleri değerli eşyalarını onlara teslim etmesini emreder. Yani Hz. Peygamber, kendisini haksız yere öldürme kararı almış düşmanlarına bile, doğruluk ve güvenilirliğin yüksek fazileti ile cevap vermiştir. Bu durum, kıyamete kadar gelecek bütün müslümanlara uygulamalı bir ders niteliğindedir.
Kardeşlerim!
Her iddia, doğruluğunun te'yidi için ispata muhtaçtır. "Ben iman ettim" iddiasında bulunan kimseden de bunu isbat etmesi beklenir. İşte güvenilir olmak, imanın çok önemli bir alameti ve delili konumundadır. Nitekim Hz. Peygamber, "Güvenilirliği olmayanın îmânı yoktur. Sözünde durmayanın da dini yoktur”[3] buyurmuştur. Güneş ışıksız olmadığı gibi de mümin güven vermeksizin olamaz. Nasıl ki "Güneş doğdu" sözünü duyan birisinin gündüzün oluştuğundan hiçbir şüphesi olmuyorsa, kendine mü'min diyen birinin de güvenilir olduğundan hiç kimse şüphe duyulmamalıdır.
Muhterem Müslümanlar!
Peygamberimiz (s.a.s.) "Mümin, insanların canları ve malları konusunda güvende olduğu kişidir."[4] buyurmuştur.
Emniyetli bir ortam, diğer bütün nimetlerden faydalanabilmenin ön şartıdır. Emniyet olmazsa ne ticaret, ne eğitim, ne akrabalık ilişkileri ne de sosyal hayat sağlıklı bir şekilde yürütülebilir. Güvenliğin olmadığı bir yerde, zenginlik ve ekonomik refah bulunsa bile, bu imkânlar özgürce kullanılamaz. Mü'minler ise adaletli ve güvenli bir ortamın sigortasıdır.
Müminler olarak bize düşen, peygamberler zincirini örnek almak, Sevgili Peygamberimizin ahlakıyla bezenmek, emin peygamberin emin ümmeti olmaktır. Unutmayalım ki, güvenilir olmanın şartı imana ve Rabbimizin emanetlerine sahip çıkmaktan geçer. Ama insan emanete hıyanet ederse, huzur da, güven de yok olur. İnsan emin oldukça, haneler emin olur. İnsan emin oldukça, beldeler emin olur. İnsan emin oldukça, ülkeler emin olur. Yüreğimizdeki iman ve güven, kâinatın, tabiatın, dünyamızın emin bir yer olmasının teminatıdır.
Ancak diğer adı ‘Daru’s-Selam’ yani ‘Barış Yurdu’ olan Kudüs’le ilgili alınan kararlar ve bu çerçevede yaşanan gelişmeler, insanlığın ihtiyaç duyduğu güven iklimine zarar vermektedir. Binlerce yıldır birlikte barış içinde yaşamanın yurdu olmuş topraklar, bu yeni gelişmelerle huzursuzluğun girdabına atılmakta ve topyekün insanlık ailesi büyük bir tedirginliğe sürüklenmektedir.
Almanya’da yaşayan müslümanlar olarak, bölgenin ve dünyamızın güven iklimini ortadan kaldıran bu yanlış kararlardan bir an önce dönülmesini bekliyor, güven ve huzurun yeniden dünyamıza hakim kılınması niyazı ile Cumanızı tebrik ediyorum.
------------------------------------------------------
[1] En’am 6/82
[2] Tirmizi,34, Kitabu’l-Fiten, Bab;76 H. No:2263
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135
[4] Buhari, İman, 7
FFET VE HAYA
Kıymetli Müslümanlar!
Hz. Peygamber ile uzun süre birlikte olup O’na hizmette bulunma şerefine eren meşhur sahâbîlerden Ebû Zerr yine bir gün O’nunla beraberdi. Ebû Zerr'e bir takım sorular soruyor, Ebû Zerr de Allah Resûlü'nün daha iyi bileceğini söyleyerek onun açıklamalarına kulak veriyordu. Resûlullah'ın sorularından biri şöyleydi: “Ebû Zerr, yatağından kalkıp mescide gidemeyecek, mescide gidip de yatağına dönmeye takatin kalmayacak kadar aşırı bir açlığa maruz kalırsan ne yaparsın?” Bu soru üzerine Ebû Zerr yine Hz. Peygamber'in kanaatini öğrenmek için, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” diye cevap verince Resûlullah da ona, “Bu durumda dahi iffetli olman gerekir.” buyurdular.[1]
Değerli Mü’minler!
‘İffet’ kişinin haramdan uzak durması, helal olmayan söz ve davranışlardan sakınması demektir. İffet, kişinin yeme, içme ve cinsellik konularında nefsin aşırı arzularını dizginleyerek dengeli ve ölçülü davranmasını, dinin belirlediği çerçevede hareket etmesini ifade eden ahlâkî bir erdemdir.
‘Hayâ’ ise; utanma, çekinme, Allah korkusuyla günahtan kaçınma gibi anlamlara gelir. Kişinin kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terk edilmesinden dolayı mahcubiyet duyması olarak da açıklanabilir. Mü’minin söz ve davranışlarında iffetli ve hayâlı olması gerektiğini belirten Hz. Muhammed (s.a.s.); “İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü Allah’tan başka ilah bulunmadığına iman etmek, en alt derecesi de rahatsız edici şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.”[2] ve “Her dinin kendine özgü bir ahlâkı vardır; İslâm ahlâkının özü de hayâdır.”[3] buyurdular.
Değerli Mü’minler!
Hayâ, hem dinimizde hem de kültürümüzde nesiller boyu üstün ahlâkî bir meziyet olarak görülmüştür. Ancak ahlâkî değerlerin giderek yozlaştığı günümüz toplumunda hayâ duygusu eski değerini maalesef kaybetmeye başlamıştır. Öyle ki, önceleri hayâ sahibi olan kişiler övülürken, şimdilerde ise edebe aykırı söz söylemek, ahlâksız davranışları alenî olarak işlemek bazı çevrelerde, cesaretin, özgüvenin ve özgürlüğün bir göstergesi kabul edilmektedir. Hâlbuki hayâyı kaybetmek, öncelikle insanı “en şerefli varlık” olmaktan çıkararak değersizleştirir; birlikte yaşamanın temeli olan saygıyı ortadan kaldırarak toplumun bozulmasına yol açar. Bundan dolayı Efendimiz (s.a.s.); “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”[4] diyerek hayâsızlığın insan karakteri açısından oluşturduğu büyük tehlikeye dikkat çekmişlerdir.
Bu nedenle biz Müslümanlar olarak dinimizin diğer ahlâkî prensiplerine uyduğumuz gibi iffetli ve hayâlı olmaya da gereken önemi vermeliyiz. Özellikle doğruyu ve yanlışı yetiştiği çevrede öğrenen çocuklarımıza hayâyı asil bir değer olarak öğretmeli, tertemiz zihinlerine hayânın güzelliğini aşılamalıyız. Bilinçsizce edep dışı sözler söyleyen veya edebe aykırı davranışlarda bulunan masum çocukların bu hâllerine gülüp onları hayâsızlığa teşvik etmemeliyiz.
Hutbemi iffet ve hayâ timsali Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in bir hadisi ve Kur’an-ı Kerim’den bir ayetle bitiriyorum: “Arsızlık nerede ve kimde olursa olsun çirkinleştirir; hayâ ise nerede ve kimde olursa olsun güzelleştirir.”[5]
“Kim, Rabbinin huzuruna çıkacağından korkar ve kendini nefsanî arzulardan alıkoyarsa, şüphesiz onun varacağı yer cennettir.”[6]
-----------------------------------------------------
[1] İbn Mâce, Sadakât, 15
[2] Müslim, İman, 57
[3] İbn Mâce, Kitabü’z-Zühd/Haya, 38/17
[4] Buhârî, Enbiyâ, 54
[5] Tirmizî, Birr, 47
[6] Naziat 79/40-41
Hasan Çağlayan.