NEDEN ZEKAT VERMELİYİZ?
İslam dini beş temel esas üzerine kurulmuştur. Biz bunları İslamın şartları olarak ezberlemişizdir. Hz. Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmaktadır.
بُنِيَ الإِسْلامُ عَلى خَمْسٍ : شَهَادَةِ أَنْ لا إِلهَ إِلاَّ اللَّه ، وأَنَّ مُحمَّداً عَبْدُهُ ورسُولهُ ، وإِقامِ الصَّلاةِ ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ ، وحَجِّ البَيْتِ ، وَصَوْمِ رمضَان
"İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak." [1]
Öncelikle şu vurguyu yaparak vaazımıza başlayalım. Yukarıda okumuş olduğumuz hadis ışığında demek ki zekât vermekle öncelikle biz Müslümanlığımızın şartını yerine getirmiş olmaktayız. Eğer zekât bize farz olduğu halde vermiyor isek o zamanda Müslüman olmamızın şartlarından biri eksik kalmaktadır.
Sözlükte "artma, çoğalma, temizlik, bereket, iyi hal ve övgü" anlamlarına gelen zekât, dinî bir terim olarak, belirli bir malın bir kısmının Allah rızası için muayyen kişilere verilmesi demektir.[2] İslam dininde imandan sonra ilk akla gelen iki rükünden birincisi, namaz; ikincisi de zekâttır. Kur’an, “Namaz kılın” derken, ardından da “Zekâtı verin” diye emreder. Hepimizce malum olan bu hususu birkaç ayetle sizlerle paylaşmak isterim.
الم {1} ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ {2} الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“Elif, Lam, Mim. Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitap'dır. Onlar, gaybe inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler.”[3]
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Namazı kılın, zekâtı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür.”[4]
قُل لِّعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ يُقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَيُنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرّاً وَعَلانِيَةً مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خِلاَلٌ
“İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık harcasınlar.”[5]
Zekâtın namazla aynı doğrultuda emredilmesi, İslam dininin, sadece ahiret hayatı ve ibadetle meşgul olan bir din olmayıp bir medeniyet dini olduğunun, dünya hayatını ahiret hayatından, ahiret hayatının da dünya hayatından ayırmayan, ikisini bir mütalaa eden bir hayat ve devlet dinidir.
Elimizde bulunan imkân bizden gidebilir. Bu sebeple imkânımız varken zekâtımızı vermeliyiz.
Yaşam bulduğumuz bu dünyada herkes aynı maddi güce sahip değildir. Ayrıca maddi imkânlar sadece birilerine ait de değildir. Dünün zengini bugünün fakiri olabiliyorken, dünün fakiri bugünün zengini olabilmektedir. Bu sebeple maddi gücü elinde bulunduranlar, imkânları varken ihtiyaç sahiplerine yardım etmelidirler. Çünkü mülk Allah’a aittir ve onu dilediğine vermekte dilediğinden onu almaktadır. Al-i İmran süresinde şöyle buyrulmaktadır.
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“De ki: "Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir'sin.”[6]
Okumuş olduğumuz ayetin yansımalarını günümüzde görmekteyiz. Bu sebeple hâlihazırda böyle bir imkân bulan hemen bunun şükrünü yerine getirmeli, fakirin hakkı olan sadaka ve zekâtı vermelidir. Çünkü bize verilen her şeyden hesaba çekileceğiz. Tekasür süresi son ayet bize bu durumu şöyle bildirmektedir.
ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.”[7]
Zekât vermekle yapmış olduğumuz hayrın karşılığını daha dünyada bize verilmektedir.
Kur’an-ı Kerim bu hususu bizlere şöyle bildirmektedir.
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرّاً وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Gece gündüz, açık gizli, mallarını sarf edenlerin mükâfatlarını Rab'leri verecektir. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”[8]
قُلْ إِنَّ رَبِّي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَيَقْدِرُ لَهُ وَمَا أَنفَقْتُم مِّن شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ
“De ki: "Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin rızkını hem genişletir ve hem de ona daraltıp bir ölçüye göre verir; sarf ettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rızık verenlerin en hayırlısıdır."[9]
Okumuş olduğumuz ayette gördük ki, yapacağımız en küçük hayır bile dünyada bize fayda sağlamaktadır.
Zekât vermenin ahiret kazancı da vardır.
Kur’an-ı Kerimde bu hususta şöyle bildirilmektedir.
…فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضاً حَسَناً وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْراً وَأَعْظَمَ أَجْراً وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“…Artık, Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Allah, içinizden, hasta olanları, Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekâtı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder.”[10]
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُواُ مَنّاً وَلاَ أَذًى لَّهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Mallarını Allah yolunda sarfedip sonra sarfettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”[11]
Hz. Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır.
اِتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ
“Bir hurmanın yarısı bile olsa, (kendinizi) Cehennem ateşinden koruyunuz”[12]
Kur'ân-ı Kerîm,
وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الأَرْضِ وَفَسَادٌ
"Ey îman edenler! Kâfir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur!"[13] buyurarak Müslümanları yardımlaşmaya teşvik eder ve bunun terki hâlinde cemiyetin huzurunu bozacak fitne, kargaşa ve ihtilâllerin olacağını haber verir. Şu halde zekât, bu yardımlaşmayı gerçekleştirecek en mühim vasıta olarak, Kur'an'da otuzdan fazla âyette emredilmiştir. Resûlullah (s.a.s.) bu ilâhî emrin yerine getirilmesi için pek çok beyanlarıyla, Müslümanları zekâta teşvik buyurmuştur. Hadis-i Şeriflerde zekât vermenin hem dünyevi hemde uhrevi yönü bildirilmekte, Müslümanların birbirlerinin ihtiyaçlarına yardımcı olmaları gerektiği ifade edilmektedir. Bunlardan birkaçı şöyledir:
الزكاة قنطرة اسم
"Zekât, İslâm'ın küprüsüdür";
حََصِّنُوا اَمْوَالَكُمْ بِالزَّكَاةِ وَدَاوُوا مَرْضَاكُمْ بِالصَّدَقَةِ وَأعِدُّوا لِلْبََءِ الدُّعَاء
"Mallarınızı zekâtla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedâvi edin. Belaya dua ile karşı koyun"[14]
المُسْلِمُ أَخُو المُسْلِمِ ، لا يظْلِمُه ، ولا يُسْلِمهُ ، منْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ ، ومَنْ فَرَّج عنْ مُسْلِمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يوْمَ الْقِيامَةِ ، ومَنْ ستر مُسْلِماً سَتَرهُ اللَّهُ يَوْم الْقِيَامَةِ
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”[15]
Zekât malımızı temizlemektedir.
Bu hususta en çok dile getirdiğimiz ayetlerden biri şöyledir.
خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
"Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, arıtıp yücelteceğin bir sadaka al ve onlar için dua et; çünkü senin duan onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir."[16]
Zekât verilmeyen mallar ahirette kişiye sıkıntıdan başka hiçbir şey getirmeyecektir.
Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde bu hususa şöyle işaret etmektedir.
مَا مِنْ صاحِبِ ذهَبٍ ، وَلا فِضَّةٍ ، لا يُؤَدِّي مِنْهَا حَقَّهَا إِلاَّ إذا كَانَ يَوْمُ القِيامَةِ صُفِّحَتْ لَهُ صَفائِحُ مِنْ نَارِ، فَأُحْمِيَ عَلَيْهَا في نار جَهَنَّمَ ، فَيُكْوَى بهَا جنبُهُ ، وجبِينُهُ ، وظَهْرُهُ ، كُلَّما برَدتْ أُعيدتْ لَهُ في يوْمٍ كَانَ مِقْدَارُه خمْسِينَ أَلْف سنَةٍ ، حتَّى يُقْضَى بيْنَ العِبادِ فَيُرَى سبِيلُهُ ، إِمَّا إِلى الجنَّةِ وإِما إِلى النَّارِ
"Zekâtı verilmeyen her altın ve gümüş, kıyamet günü ateşte kızdırılarak plaka haline getirilip sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu plakalar soğudukça, süresi elli bin sene olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar sahibine azap için tekrar kızdırılır. Neticede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme çıktığını görür."
Hadisin devamında Efendimiz (s.a.s)’e Ey Allah'ın elçisi! Peki, zekâtı verilmeyen develerin durumu nedir? dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Hakkı ödenmeyen her deve sahibi, -ki su başlarına geldikleri zaman sağılıp sütünün muhtaçlara dağıtılması da bu haklar arasındadır- kıyamet günü düz ve geniş bir sahaya yatırılır. O develer de en semiz hallerinde ve bir tek yavru bile dışarıda kalmamak şartıyla o kişiyi ayaklarıyla çiğner ve dişleri ile ısırırlar. Öndekiler geçtikçe arkadakiler gelir (aynı şeyi yapar). Süresi elli bin sene olan bir günde insanlar hakkında hüküm verilinceye kadar bu böyle devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."
- Ey Allah’ın elçisi! Peki zekâtı verilmeyen sığırlar ile koyunların durumu ne olacak? dediler. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Hakkı (zekâtı) verilmemiş her sığır ve koyun sahibi, kıyamet günü düz ve geniş bir yere yatırılır. İçlerinde eğri boynuzlu veya boynuzsuz veya boynuzu kırık bir tane bile hayvan bulunmaksızın o hayvanlar o kişiyi boynuzları ile süser, tırnakları ile çiğnerler. Öndeki geçince arkadaki onu takip eder ve bu durum süresi elli bin yıl olan bir günde kullar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder. Neticede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme çıktığını görür."[17]
Zekâtını gönül rızasıyla verenler ile veremeyenler arasındaki en önemli fark değer yargılarıdır. Yani kişinin mala yüklediği değerdir. Eğer kişi malı Rabbinin kendisine verdiği bir emanet, fakirin üzerindeki hakkı, dünya ve ahret mutluluğu getirecek bir meta olarak kabul ediyorsa o zaman zekât vermede hiçbir problem çekmeyecektir. Ancak kişi dünyanın geçiciliğini, malın dünyanın bir süsü olduğunu ve dünyada kalacağını anlamamış ise zekâtını vermede problem çekecektir. Bu sebeple öncelikle zihniyet değişimine ihtiyaç vardır. Bu zihniyet değişiminde ise değer yargılarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Yüce Rabbimizin şu ayetini bu değişimi gerçekleştirme adına yeniden hatırlamakta fayda görüyoruz.
الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ أَمَلاً
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, emel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.” Kehf, 18/46
Netice itibariyle şu hususları ön plana alarak vaazımızı sonlandırıyoruz.
-Zekât sosyal açıdan ihmal edilemeyecek bir ibadettir.
-Zekât İslam’ın şartı, Müslümanlığımızın gereğidir.
-Mülk Allah’ın elindedir. Dilediği zaman onu elimizden alabilir. Zekâtımızı vermekle sanki malımızı manen sigortalatmış olmaktayız.
-Allah’ın rızası doğrultusunda zekâtı verene hem dünyada hem de ahirette en güzel karşılık vardır.
-Zekat malımızı temizlemektedir.
-Zekat vermemiz fakire yapacağımız bir lütuf değil, fakirin hakkını kendine iade etmemiz demektir.
-Zekâtı verilmeyen mallar ahirette insanın başına bela olacaktır.
Yüce Rabbim rızasına uygun işler yapmayı bizlere nasip eylesin. Zekatını gerektiği gibi, gerektiği şekilde gerektiği yerlere gönül rızasıyla, incitmeden başa kakmadan verebilmeyi bu vesile ile dünya ve ahret mutluluğu elde edebilmeyi bizlere nasip eylesin.
Cumanız, gündüzünüz, geceniz mübarek olsun.
----------------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhari, İman 1
[2] Dini Kavrmalar sözlüğü, DİB. yay., “Zekât” md.
[3] Bakara, 2/1-3
[4] Bakara, 2/110
[5] İbrahim, 14/31
[6] Al-i İmran, 3/26
[7] Tekasür, 102/8
[8] Bakara, 2/274
[9] Sebe, 34/39
[10] Müzemmil, 73/20
[11] Bakara: 2/262
[12] Buhari, Zekât 9
[13] Enfal, 8/73
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/322-324.
[15] Buhari, Mezalim, 3
[16] Tevbe, 9/103
[17] Müslim, Zekât 24
KUR'AN AYI RAMAZAN
Aziz Kardeşlerim!
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s.), Abdullah b. Mes’ûd’u çağırdı ve ona “Ey Abdullah! Kur’an oku. Senden Kur’an dinlemek istiyorum” dedi.
Abdullah: “Yâ Resûlallah, Kur’an senin kalbine vahyolundu ben sana nasıl okuyayım?” diyerek cevap verdi. Allah Resulü: “Ben Kur’an’ı bir başkasından dinlemekten büyük bir haz duyuyorum. Hele senden dinlemeyi çok istiyorum” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, Nisa Suresi’ni okumaya başladı. Yetimlerin anlatıldığı ayetleri okudu. Nihayet, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit kıldığımız zaman bakalım onların hali nice olacak.”1 ayetini okuyunca Rahmet Elçisi’nin gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ve “Abdullah, yeter!” buyurdu.2
Değerli Kardeşlerim!
İşte, okunduğu zaman mümin yürekleri iliklerine kadar etkileyen rahmet kitabımız Kur’an-ı Kerim, Ramazan-ı Şerif’in bizlere yüce bir hediyesidir. Bir Ramazan günü Hira’da “Oku” emriyle inmeye başlayan Kerim Kitabımız, insanları doğru yola ileten bir hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir.
Hayatı anlamlı kılan, bugünümüze ve yarınlarımıza dair umutlarımızı diri tutmamızı sağlayan hayat kitabımızdır Kur’an. Sözlerin en güzeli, yaratıcımızın en büyük hazinesi ve en büyük ikramıdır biz kullarına Kur’an. İnsana Rabbini, kendisini ve çevresini tanıtan ilahi kılavuzdur.
Kur’an müminin, varlığını ve yokluğunu, hüznünü ve mutluluğunu ibadete dönüştüren kulluk kitabıdır. Kur’an, rahmet yüklü mesajlarıyla insanı yüceltmiş, onu şereflendirmiştir. Allah nice millet ve toplumları bu Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Ona yönelen felah bulmuş, ondan yüz çeviren hüsrana uğramıştır.
Kardeşlerim!
Yüce kitabımız Kur’an insanlık âlemini evrensel
ilkelerle buluşturmuş, insanlığı yüksek değerlere kavuşturmuştur.
Bu Kitap ki, inmeye başladığı andan itibaren, tüm insanlığı hakka, adalete, merhamete, ahlak ve fazilete çağırmıştır. Bize iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini, hayır ile şerri birbirinden ayırmayı öğretmiştir. Bu Kitap ki, aklımızı kalbimizle, kalbimizi de aklımızla buluşturdu.
Kardeşlerim!
Kitabımız Kur’an-ı Kerim bize iyi bir kul olmayı öğretti. Bizim başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu hatırlattı. Bize iyi bir evlat olmayı öğretti. Eli öpülesi büyüklerimize şefkat göstermeyi öğretti.
Sonra iyi bir baba, iyi bir anne olmayı öğretti. İyi bir eş, iyi bir dost, iyi bir komşu hâsılı iyi bir insan olmayı öğretti. Yetim yürekleri sevindirmeyi, engelli kardeşlerimizin yüzünü güldürmeyi, gurbet hayatı yaşayan mülteci misafirlerimize sıla sıcaklığı hissettirebilmeyi öğretti.
Aziz Kardeşlerim!
Öyleyse geliniz rahmet, bereket ve mağfiret iklimi Kur’an ayında kalplerimizi, zihinlerimizi ve yaşantılarımızı Kur’an ile mamur kılalım. Gönüllerimizi bu yüce kitabın mesaj ve anlam dünyasından mahrum bırakmayalım. Resul-i Ekrem (s.a.s.)’in “Kur’an’dan herhangi bir eser bulunmayan kimse kalbinin yıkık, virane bir ev gibidir.”3 şeklindeki uyarısını unutmayalım.
Kur’an’ın hakikatler dünyasıyla tanışalım. Bu ayda dünya semasına inen Kur’an’ı tekrar gönül semalarımıza indirelim. Allah Resulü’nün sünneti seniyyesi mukabelelerimizle Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu bir kez daha pekiştirelim. Unutmayalım ki, bizler Kur’an-ı Kerim’e yöneldikçe o bize bütün kapılarını, ufuklarını cömertçe açacaktır. Bizi insana huzur ve mutluluk veren mana saraylarında ağırlayacaktır.
Hutbemi, Efendimiz (s.a.s.)’in bir hadis-i şerifiyle bitiriyorum: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı; rehberliğin en güzeli ise Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’in rehberliğidir.”4
---------------------------------------------------------
1 Nisâ, 4/41
2 Buhârî, Fedâilü’l Kur’an, 33
3 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18
4 Nesâî, Îdeyn, 22