Ahseni Takvîm” iİe “Esfele Sâfilîn” Arasında
Rabbimizin kendine muhâtap aldığı ve kıldığı varlık insandır. Bu, bir yaratılmış için en büyük şereftir. Ama bir taraftan da “belleri bükecek, insanı kocatacak” bir mes’ûliyeti ihtivâ eder.
Nitekim İnsan isimli müstakil bir sûre yanında Kur’ân-ı Kerîm’de altmış beş yerde insan, on sekiz yerde ins, bir yerde de insî geçmektedir. Ayrıca bir âyette enâsî, 230 yerde nâs şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. (İslâm Ansk. İnsan maddesi)
Şu hâlde Cenâb-ı Hak insana değer vermektedir.
Ama hangi insana?
Bir anadan doğmak ve bir baş, iki kol, iki ayağı olmakla Allah’ın değer verdiği insan olunabilir mi? Elbette hayır. Değer, emânete sâhip çıkmaya bağlı:
“Evet, biz o emâneti göklere, yere ve dağlara arzettik, onlar onu yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi, o cidden çok zâlim, çok câhil bulunuyor.” (Ahzâb, 72)
Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korktukları, kaçındıkları bir yükün ağırlığını düşünmek bile ürperti veriyor. Bu bilgi insanın üzerindeki yükün büyüklüğünü gösteriyor. İnsan küçücük gövdesi ve azıcık kuvveti ile bu kadar azîm bir yükün altına girmeyi göze alıyor. Çünkü nasıl bir yükün altına girdiğinin farkında değil. Bu emânet, bu yük insanın hem şerefi hem de taşı/ya/madığı takdirde mahvolmasının da sebebi. İnsanlar dünyâ hayâtı ölçülerinde de taşıdıkları mes’ûliyet nispetinde şereflidirler. Bir muallimle millî eğitim bakanının, sıradan bir vatandaşla bir cumhurbaşkanının mes’ûliyetleri aynı değildir; dolayısıyla dünyevî mânâda dereceleri de farklıdır. Mes’ûliyetlerini yerine getirdiklerinde verecekleri fayda da getirmediklerinde verecekleri zarar da aynı nispette artacak, azalacaktır.
İnsan, göklerin ve dağların taşımaktan korktukları yükün altına girebildiği için şerefli, ama bu yükü taşıyamazsa şâyet, bu sebeple de en büyük zarâra uğrama tehlikesi ile karşı karşıya bir varlık. Eğer yüklendiği emânetin gereğini yerine getiremezse zâlim ve câhil olduğunu tescilletecek bir varlık.
Yüklendiğimiz emânet: Allah’a tam olarak kulluk… Ömür nimetini O’nun emir ve nehiyleri çerçevesinde bir hayat yaşayarak tamamlamak. O’nun sevdiği bir insan olmak. Âlemde diğer yarattıkları arasında Allah’ın halîfesi olmak. (En’âm, 165)
İnsan, fıtratına konulan husûsiyetleri sâyesinde meleklerden daha üstün de olabilmekte, aşağıların aşağısına da inebilmektedir. “…andolsun ki biz insanı hakîkaten en güzel biçimde yarattık.” (Tîn, 4) “Sonra onu (isyanı, vahiy yolundan sapması, hep kötü şeyleri düşünüp yapması yüzünden) aşağıların aşağısına çevir(ip indir)dik.” (Tîn, 5)
En güzel şekilde: Ahseni takvîm…
Aşağıların aşağısı: Esfele sâfilîn…
İşte bu dünyâdaki hayâtımız bu iki kutup arasında geçer. Göklerin ve dağların yüklenmekten çekindiği yüke omuz verdikçe, Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğumuz nispette, yâni yaratılmışlar arasında halîfelik vazîfemizi yerine getirdiğimiz ölçüde ahseni takvîme yükseliriz.
Yüklendiğimiz emâneti unuturarak zâlim ve câhil olursak, Allah’ın halîfesi olma şerefini tepersek esfele sâfilîne yuvarlanırız.
Rûhumuzun sesine kulak kabartırsak ahseni takvîm iklîmine girer, nefsimizin rüzgârına kapılırsak esfele sâfilînde boğuluruz.
Fıtratımıza bizi göklere uçuracak kanatlar da konulmuş, cehennem çukurlarına çekecek ağırlıklar da… Ağırlıkları terk edip kanatlarımızı güçlendirmemiz lâzım.
Elmalılı merhum, ahseni takvîmin sâdece bedenî güzellik olmadığını, insandaki anlama, duygu ve olgunlaşma kaabiliyeti olduğunu söyler:
Kısacası, insanın güzelliğinin ahseni takvîmde olması, duygusuz olan şekil ve sûretinde değil, duygusunda ve bâhusûs hüsn (güzellik) denilen mânâyı anlamasında ve o duygudan güzellerin güzeli, ahsenülhâlikını (en güzel yaratıcısını) ve onun mutlak güzellikle en güzel olan kemâl sıfatlarını tanıyıp onun ahlâkıyla ahlâklanmış olmasındadır. İnsan fıtratının kıvâmı ve namzed olduğu tekâmülü budur. İnsan ilk doğuşunda bu kemâlde olarak değil, fakat bu kıvâma, bu kemâle, bu güzelliğe doğru doğrulmak kaabiliyeti verilmek mânâsına takvîmin en güzelinde (en güzel şekilde) yaratılmıştır. (…) (Hak Dîni Kur’an Dili, Tîn Sûresi)
Medreselerin, tekkelerin, mekteplerin; âlimlerin, mürşidlerin, muallimlerin; âilelerin… Topyekûn bir eğitim (tâlim, terbiye, maârif) sisteminin biricik gâyesi insanın esfele sâfilîne düşmesine mânî olup onu ahseni takvîm katlarına yükseltmektir, öyle olmalıdır.
Ahmet Tâlib Çelen.