* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Düşmanlarımız ne zaman mağlup olacaklar  (Okunma sayısı 845 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Düşmanlarımız ne zaman mağlup olacaklar
« : Ocak 14, 2017, 09:50:11 ÖÖ »
Düşmanlarımız ne zaman mağlup olacaklar?

Hepimiz; yeryüzünden zulmün kalkması, yeryüzüne adaletin ve hakkın hâkim olması için dua ediyoruz.

Hepimiz; tüm dünyada yaşanan savaş, açlık ve hastalık gibi diğer olaylara üzülüyoruz.

Hepimiz; bütün bunlara sebep olanların helak olması için beddua ediyoruz.

Fakat zulüm artarak devam ediyor.

Ve dahası biz, hâlâ neyi, niçin ve nasıl yapacağımıza karar vermiş değiliz.
 
1- Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor ki; zulmün ortadan kalkmasının ilk şartı, zulme karşı duranların kendi vazifelerini harfiyen yerine getirerek zulmü kaldıracak güce erişmeleridir. Yani dünya hayatının bir takım gerekleri vardır. Bu yükleri yerine getirme gücü kimde ise yetki ve sorumluluk da ona verilmektedir. Bu yüzden şayet Müslümanlar, dünyayı idare edecek gerekli inanç ve donanıma sahip değillerse; bu yükün kendilerine yüklenmesi Müslümanlara da görevlere de zulümdür. Şu halde bize düşen ilk şey, sağlam bir inanç ile dünyayı tanıyıp buradaki sorumlulukları ifa edecek şartları taşıyacak donanıma sahip olmak için gayret etmektir.

Örneğin Hz. Musa AS, Firavun’a karşı duracak gücü kendinden hissettiği zaman İsrailoğullarını da arkasına alarak yeryüzünde adaleti ve hakkı tesis etmeye talip olmuş; Mevlâ Teâlâ da bu görevi onlara vermiştir.
 
2-  Fakat İsrailoğulları, kendilerine verilen bu görevi hakkı ile ifa edemeyerek tembellik ve gevşeklik göstermişler; bu yüzden de zulüm, en az kırk yıl daha hüküm sürmeye devam etmiştir. Demek ki mühim olan görevi elde etmek değil; o görevi ifa etmeye ehliyetli olmaktır. Aksi halde makam bizde de olsa durum değişmeyecek; zulüm yine devam edecektir. Bu yüzden zulme hizmet etmekle, adaleti tesis etmek için çalışmamak aynı şeydir. Bir başka ifade ile adalet için çalışmamak, dolaylı olarak zulme destek olmak ve zulme hizmet etmektir.

Demek ki zalimlerin mağlup olmasının ilk yolu; zulme karşı duranların zulmü önleyecek ve dünyayı adalet ile idare edecek inanç, şahsiyet ve niteliğe sahip olmaları; dahası böyle bir göreve talip olup bu görev için çalışmaya razı olmalarıdır.
 
3- Düşmanlarımızın ve zalimlerin mağlup olmalarının bir başka gerekçesi de; yeryüzünde hakkı temsil eden veya adaleti savunan insanların, nefes alamayacak hale gelmeleridir. Nuh AS’ın kavmi, 900 sene boyunca zulme ve isyana devam etmişler; ta ki Peygamber AS ve inananları, tebliğ vazifelerini yapma ve dinlerini yaşama haklarını kaybetme noktasına gelince Mevlâ, müdahale etmiştir.

Demek ki adil ve hak ehli insanlar, belli bir kudrete gelmediği ve yeryüzünde adalet ve hak ehli bir grup insan bile nefes aldığı sürece; Mevlâ, zalimi ve isyankârı helak/mağlup etmemektedir. Zira yeryüzünde bir avuç bile hak ehli olursa; zamanla bunlar yayılabilecektir. Ama bu hak ehlinin vazife yapması engellenirse; tabiri caiz ise oyun kilitleneceğinden, Mevlâ oyuncuları değiştirmektedir.
 
4- Aksi halde zalim ve kâfir helak olmaz. Zira Nuh AS, 900 sene tebliğ yapmıştır. Yani bir başka ifade ile insanlar, 900 sene boyunca zulmetmeye ve puta tapmaya devam etmiştir. Mevlâ da bunlara müsaade etmiştir.

Ta ki zalimler, Allah’ın elçisini tehdit edinceye kadar. Zira bu tehdit, zulmün son noktasıdır. Zira bu tehdit; yeryüzünde hakkı ve adaleti savunacak tek bir kişinin bile kalmaması demektir.
 
5- Biz henüz 900 senedir zulme maruz kalmadığımıza ve hâlâ adaleti ve hakkı savunabildiğimize göre; düşmanlarımızın mağlup olmasını istiyor isek, bunu yapacak ve adaleti tesis edecek şahsiyete ve kudrete sahip olmalıyız. Yani bir başka ifade ile mesele, zulmün ve batılın ortadan kalkması değil; zulüm ve batılla mücadele edeceklerin imtihan edilmesidir.

Zira mazlumlar da Allah’ın kuludur ve Allah zalim değildir. Mevlâ, bu mazlumların haklarını bir gün muhakkak zalimlerden soracaktır. Mesele, bizim bu imtihanda hangi tarafta olduğumuzdur.
 
6- Son olarak tekrar tekrar ifade etmek istiyoruz ki bize düşen; beddua ve üzüntü ile vakit geçirmek değil gayret etmektir. Nuh AS, 900 sene boyunca bir kez beddua etmiştir. O’nun duasının niçin kabul olduğu ve bizimkinin niçin olmadığı da buradan hareketle anlaşılmalıdır. Nuh Aleyhisselam;

Allah’ın vaadinin bir gün geleceğini bile bile,

Duasının kabul olacağını da bilerek,
 
Dahası bir gün zalimlerin muhakkak mağlup olacaklarına ve sonra ahirette cezalarını çekeceklerine de inanarak; gece gündüz, yorulmadan ve şikâyet etmeden, hakkı savunmaya ve batılla mücadele etmeye devam etmiştir.

Zira Nuh AS’ın ilk vazifesi; düşmanları helak etmek ya da başka kuru kahramanlıklar değildir. O’nun vazifesi, hakkı tebliğ etmektir. Hakkı hâkim kılmak ve batılı zail etmek ise kudret ve adalet sahibi Mevlâ Teâlâ’ya aittir.

Nuh AS ise kendini kurtarmak ve insanlara nasıl kurtuluşa ulaşacaklarını göstermek için gayret göstermiştir.

Turgut Akyüz.

fanidunya

  • Ziyaretçi
MEVLA HİDAYETİ İSTEYİP HAK EDENE VERİR
« Yanıtla #1 : Ocak 14, 2017, 10:00:06 ÖÖ »
Mevlâ, hidayeti isteyip hak edene ihsan eder…

Son zamanlarda sıkça gündeme gelen ama hep endişe ettiğimiz bir mesele var. Hatta bu mesele birkaç soru ile karşımıza çıkmaktadır:

- Ya biz de bir gün, bugün kınadıklarımız ve beğenmediklerimiz gibi olursak?

- Sizin onlardan ne farkınız var?

- Sizin de yarın onlar gibi olmayacağınızı nereden bilebiliriz?

1. Bilemeyiz! Yarın nasıl oluruz, ne halde oluruz bilemeyiz. Bu yüzden her Fatiha ile günde en az 5 vakitte ve en az 40 kere; “Bizi doğru yola ilet. Yanlış yolda olanların ve yolundan dönmüş olanların yoluna değil” diye dua ederiz. Ve her Cuma hutbede hatip; “Allah’ın hidayet verdiğini yoldan çıkaracak kimse yoktur. Allah’ın hidayet vermediğini ise kimse doğru yola iletemez” diye ikazda bulunur.

2. Yani yarınımızdan emin olmak istiyorsak; bunu Mevlâ’dan istemeliyiz. İlk şart budur. Lakin istemekten kastımız dua etmektir. Dua, niyazdır yani yakarıştır. Yoksa dua etmek demek, sipariş vermek ya da haşa emir vermek değildir.

3. Peki, Mevlâ, bizi niye hidayet üzere devamlı kılsın? Niye Amr bin Hişâm’a yani Ebû Cehil’e değil de Ömer bin Hattâb’a nasip oldu hidayet? Zira Ömer İslam’dan önce de adam idi. Cesur, açık sözlü, haksızlığa gelemeyen, mert biriydi. Kötü işlere razı değildi. Bu yüzden hidayet ona nasip oldu. Şu halde hidayet üzere kalabilmek yani yamulmamak, dönmemek, değişmemek için salih amel işlemeye devam etmeliyiz. Yoksa sadece iyi niyetle ve sözle hidayet hak edilmez. Adam gibi iman edip inancının gereğini yapmak icap eder.

4. Hidayet üzere Mevlâ’nın bizi devamlı kılmasının, Allah’ın emirlerini yerine getirme ve salih amel işleme haricindeki şartı ise doğru, güzel ve imanlı kimselerle birlikte olmaktır. Bu yüzden İslam, cemaat dinidir.

5. Musa AS; yanlışlıkla birini öldürmüş ama Mevlâ kendisini affetmiş ve hatta ona peygamberlik ihsan etmiştir. Sebep? O, salih bir kul idi. Yani geçmişte iyi işler yapmıştı. Yunus AS, kavmini terk emişti. Bunu izinsiz yapmıştı. Ve bu, kendisine verilen görevi terk etmek ve isyan etmekti. Oysa affedildi. Niye? Çünkü o da salih bir insandı.

6. Yusuf AS, son anda haramdan kurtulmuştu. Eğer biz son anda kendisini kurtarmasa idik, harama düşmüştü buyuruyor Mevlâ. Peki, niçin korumuştu kendisini Rabbimiz? “İşte biz, iyi işler yapan ve yaptıkları işi en güzel şekilde yapanları böyle mükâfatlandırırız.”

7. Yani eğer üzerimize düşeni yaptığımıza emin isek geleceğimizden endişe etmeye hacet yoktur. Korku, kendinden emin olmayanın işidir. E bunu nerden bileceğiz? Adam olan kendini bilir. Şayet yalan söylemiyor ve gerçeklerden kaçmıyor ise…

8. Gelecekte ne olacak diye endişe etmek ve geçmişte şöyle şöyle yaptım diye üzülmek gaflettir. Zira bu tür davranışlar hem vakti boşa harcamak hem de kendine zulüm etmektir. Başkalarına zulmetmek gibi kendine zulmetmek de helal değildir. Bize düşen geçmişe tevbe edip varsa borçları ödemek ve geçmişi unutmak; bir de geleceğe bakarak hayırlı işler yapmaktır.

9. Bir başka ifadeyle hatalarımıza takılıp kalmak yerine iyilik yapmaya emek harcamalıyız. Hatalarımızı geri alamayız. Olan olmuş, geçen geçip gitmiştir.

10. “Sonunu düşünen kahraman olamaz” diyor Merhum Şeyh Şamil. Yani kimse yarın ne olacağını bilemez. Yarına, yarın bakarız. “Ben bu işe başladım ama beş sene sonra şartlar değişirse” ya da “birkaç yıl sonra şöyle şöyle olursa” diye o işten vaz geçmek, 1. Şeytanın işidir. “Bir işe karar verdiysen artık Allah’a tevekkül et”  yani “dönme, yılma, vaz geçme” buyuruyor Mevlâ.

11. Yani “siz de yarın falanca cemaat ya da falan gibi olmayacak mısınız?” diye soranlara diyoruz ki; “Sen yarın nerede ne olacağından emin misin? Emin değil isen ne diye konuşuyorsun? Yok, emin isen nereden garanti aldın? Yani kesin cennetlik misin?”

12. “Biz vakıf, dernek işi ve siyaset yapıyoruz. Ama yarın birileri bu bizim yaptıklarımızdan menfaat elde eder ise biz kötülüğe sebep olmaz mıyız?” Hayır olmayız. Zira akıbet Allah’a aittir. Bizim niyetimiz temizdir. Biz niyet ve gayretlerimizin karşılığını alırız. “İbrahim AS, salih bir insan idi. Salih evlatlarından sevap alır ama hayırsız evlatlarından mesul değildir.” Bu durum, hepimiz için geçerlidir. Eğer ihmal ve kastımız yok ise evlatlarımızın ve öğrencilerimizin yanlış işlerinden mesul değiliz. Fakat onların güzel işlerinden payımızı alırız.

13. Evlat ve öğrenci yetiştiriyoruz. Ya yarın evlatlarımız bize düşman olur ise? Ya öğrencilerimiz bizi terk eder, öğrettiklerimize ihanet eder ise? Yukardaki durum burada da geçerlidir. Ve ayrıca bugün dost olan yarın düşman, bugün düşman olan yarın dost olabilir.

Kalpler Mevlâ’nın elindedir. Ve dünya fanidir. Mevla, dilerse dostu düşman, düşmanı dost eder. Bize düşen ise sadece teslim olmak ve yeni duruma göre hareket etmektir.
Gerçek dost, Mevlâ’dır.

Gerçek yakın ve gerçek sevgili de O’dur.

Gerçek takdir eden ve en güzel karşılık veren de sadece Cenâbı Hak’tır...

------------------------------------------

Yusuf, 22.

Âli İmrân, 159.