BİR KESE SÖZ
Bazen inandırmak için çok emek verirsin; fakat anlatamazsın. Bazen de hiç ummadıklarını Allah, bir rüyâ ile mutmain edip sana sevk eder, şaşarsın. Niceleri kayıptır, sende sanırsın. Nicelerini de hiç bilmezken, sende bulursun. İşte bunları fark edince, bıraktım gereksiz uğraşmaları. Artık sadece işime bakıyorum… Ve şüphesiz büyük hızla, kabre doğru akıyorum.
Evet. Allah’ın rahmet eli olmak lâzım. O el ki bazen bir yetimin başında, bazen bir fakirin aşında, bazen bir hayır yarışında cennete sebeptir. Îcâbında Allah’n taşı da olmak lâzım. O taş ki bazen bir yapının temelinde, bazen bir arabanın tekerinde, bazen de bir zâlimin tepesinde olmazsa olmaz, gerektir.
Ortada apaçık bir yanlışlık, bir haksızlık varken sessiz kalmak, zaaftır. Bunu neredeyse herkes bilir; fakat yine de pek çok kişi, bu zaafın kurbânı olur. Neden böyle olur? Çünkü vaktiyle, îtirâz eden birinin adı âsîye çıkarılmıştır. E adı çıkmak kötü, âsî diye adı çıkmak ondan da kötü ya, işte bu korkuyla çoğunluk dilli dilsiz, gözlü kör, kulaklı sağır olup kalmıştır. Biri de çıkıp sormaz ki ¨Âsî dediğiniz kimse acep neye isyan ediyor, niye isyan ediyor¨. Gel! Hiç kimse sormasa da sen akıl et, sen sor! Şunu da iyi belle: Uygunsuz bir düzene uyum sağlarsan, vakârın söner, haksızlık süner! Zamanla da eline ayağına dolanır, seni müflis eder. Uygunsuz bir duruma baş kaldırabilirsen, işte budur asıl hüner. Vesîlenle mağdurlar güler, yer gök hayır duâ eder.
İnsanların birçoğu, seni dinliyormuş gibi görünürken, kendi zihninden geçenleri dinler. İnsanların diğer birçoğu da seni, kendi istediği şekilde duyup algılamaya meyleder. Allah’ın sözlerini bile işlerine geldiği gibi eğip bükebilen şu insanların, senin sözlerini anlamamış olmasına neden şaşarsın? Doğruyu, doğru dürüst söylediysen, gerisini Allah’a havâle et, rahatlarsın.
Hakk’ın konuşmadığı yerde, bâtıl gevezelik eder. O halde, ey Hak’tan yana ve haklı olan, konuş! Korkmadan ve bıkmadan konuş ki senin suskunluğundan ötürü, bâtılın gevezeliğine kapılıp gitmekte olanların sayısı çoğalmasın. Konuş ki gevezelik meydanı boş bulup tozu dumana katmasın!
Henüz, karşı tarafla hiç karşılaşmadık. O halde bugün, abuk sabuk bahanelerle kardeşini karşısına alan, ezen, horlayan ve dışlayan varsa şunu hatırlasın: Eğer ikilik yaratmakta ve fitne çıkartmakta bu hızla ve kararlılıkla devam edecek olursa, asıl düşmanıyla karşılaşacağı an yakın demektir. İşte o vakit, yazıp servis ettiği tüm yapay düşmanlık senaryolarını toplayıp yırtmak ister; lâkin büyük ihtimalle buna vakit bulamaz. Cezânın âdetidir, ansızın gelir. O hâlde, karşı tarafla karşılaşmaktan Allah’a sığınmak ve tarafındakiyle kardeş kardeş geçinip anlaşmak gerekir.
Beklemeyi sevmiyorsan, bekletmeyi de sevmeyeceksin. Saygısızlığı sevmiyorsan, saygısızlık etmeyi de sevmeyeceksin. Bağıranı sevmiyorsan, bağırtmayı da sevmeyeceksin. Sabrı taşanı sevmiyorsan, sabrı taşırmayı da sevmeyeceksin. Kendin için her neyi sevmiyorsan, muhatabın için de onu sevmeyeceksin. Âlemin merkezi sen misin!? Herkesin canı var. Herkesin adam yerine konulmaya, saygı duyulmaya, kıymet verilmeye ihtiyacı var. Herkes de en az sen kadar hassas, derin, geniş ve dar.
De ki: Yanlış yerde dirileceğime, doğru yerde ölürüm. Yanlış yerde dal vereceğime, doğru yerde kururum. Yanlış yerde yeşereceğime, doğru yerde çürürüm. Yanlış yolda yürüyeceğime, doğru yolda dururum. Bundan daha iyisi yok mu? Elbette var: Doğru yerde dirilir, dal verir, yeşerirsin. Doğru yolda koşar her an maksûda ilerlersin. E mâdem daha iyisi var, Allah nasip etsin! Âmin.
Menfaati için bir başkasının ağzına bakarak iş yapmak ise samimiyetten uzaklık ve esârettir. Hedefinde, bir makama ermek, bir insana yaranmak, paraya pula boğulmak, şan ve şöhret yapmak varsa, seninki nefsine, hırsına, hevesine hizmettir. Allah için hizmet etmek ise ancak, samîmî ve hür insanlara nasip olabilecek pek özel bir nimettir.
Zayıf notu görünce talebe diyor ki: Öğretmen zayıf vermiş. İyi notu görünce aynı talebe diyor ki: Yüz almışım. Yani demeye getiriyor ki: Kötüyü zorla vermişler, iyiyi hak edip almış. Şimdi düşün: Sen de hayat okulunda, yıllardır bir talebesin. Şu misâl verdiğim tipten farkın ne? Fark göremediysen, önce Şûrâ 30’u merak et. Sonra onu oku. Sonra ona îmân et. Sonra îman ettiğini idrâk et de fark at. Günah senin, kusur senin, suç senin. Lûtuf O’nun, ikram O’nun, güç O’nun.
Çoğu insanın, Rabbiyle arası bozuk. Bu sebeple morali de bozuk. Sancıyı göze alamayan, hazzın lezzetini alamaz. Acıyla haz çoğu zaman, nice hikmetle iç içe geçmiş gibidir. Bu vaziyetin şerhini ancak, canı yana yana Cânân’ına yaklaşan yapabilir. O hâlde bırak sanal bağlantıları, Rabb’ine bağlan, mes’ûd ol.
Sana en çok zorluk çıkarmış olan birine, ¨Sen benim istîdatlarımı keşfedip gelişmeme sebep olan insansın¨, diyerek teşekkür et. Canını en çok yakmış olan bir diğerine, ¨Sen benim acılar çekerek Rabbime yaklaşmama sebep olan insansın¨, diyerek teşekkür et. Sadece nîmet kabûl ettiğin şeyler için değil, külfet kabûl ettiğin şeyler için de teşekkür et. Taleben var. Hiçbir örnek tarafı yok. Ne ders çalışıyor, ne ahlâkı düzgün, ne de sınıfta huzur bırakıyor. Bir sene boyunca etmediği eziyet kalmadı. Vakit doldu, plaket yazılacak, hiçbir müspet vasfı yok ki cümle kurasın…
Düşün… Ve ona bile, ¨Sen bana sabrı öğreten talebemsin¨ diye teşekkür et. Atalar ne demiş: Kötü komşu ev sâhibi eder. Gel sen bir merhale öteye geç. Komşunu kötü değil, sana ev aldırmakla vazifeli addet. Daha da ötesi var: Farz et ki terfi derecât, farz et ki günahlara kefâret.
Taptaze pide için herkes teşekkür eder. Sen, sıradan bir ekmek getirene de kuru ekmek getirene de teşekkür et. Hatta hiç ekmek getirmeyene de teşekkür et ki o, seni hiç kendisine güvendirmemiş ve böylece Rabbinle arana hiç girmemiştir. Zaten, sana hep taze pide getirse birisi alışıyor, bekliyor, üstelik getirmeyince suçlayıveriyorsun. Nefis işte böyle bir şey. O zaman nefsine gerçek teşekkürü öğret ki Allah seni sadece taze pideyle değil, mahrûmiyetle sınadığında da kazan.
Şu dünyanın ne malında ne mülkünde gözüm var. Kendimce biriktirdiğim bir kesecik sözüm var. Dilerim nicesine şevk ve teselli, nicesine de ufuk ve ümit olsun şu satırlar.
Âmin.
Neslihan Nur Türk.