Biz de Seni Özledik Hem De Çoook!
Dostlarının değil, düşmanların dâhil tüm insanlığın “güven limanı” olan sana bugün ne kadar da çok muhtacız…
Zira tüm mahlûkatın teminatı sendin!
El-Emin’din, güven dağıtıyordun…
Doğmadan Nebi’ydin, İman dağıtıyordun…
Dosdoğru’luğunu hasmından duyururdun…
Çünkü sen tüm Âlem için Allah Resulü’ydün!
Hacerül Esved’in başında, adalete susamış gönülleri adaletinle buluşturan, sendin.
Çaresizlikte bocalayan Mekkelilerin, “işte el-Emîn geliyor, aramızda hakem O olsun, karar Onun olsun” denilen, insanlığın günahıyla kararan simsiyah taşı, kar beyazlı kalbinle karar kılıp yerine koyandın…
Yıldızların, bulutların hareketleriyle seni izleyen mümin gönüller yolunu gözlerken, memleketine hasret Taif yolunda sürgündün...
Kendi tabirinle “bilmeyenlerin” taşlarıyla kan revan içinde Utbe’nin bağında nefeslenirken ve “Ey Muhammed!.. Ne emredersen yapmam için Allah Teâla beni sana gönderdi… Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim…” dendiği zaman:
“Hayır, ben Cenab-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim…” deyip, Allah’ın verdiği rahmeti insanlıktan esirgemeyip, “Âlemlere rahmet” oluşunu bizlere duyurandın.
Adaleti tesis uğruna, Rabbinden aldığın bir kararı tam uygulayacakken senden imtiyazlık dilenenlere, “…Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim!” diyerek adaletten ayrılmayandın.
Yıllar sonra çıkarıldığın öz yurduna adım atmaya, Allah’ın evine özlemle yüz sürmeye ramak kalmışken Hudeybiye’de ve deven Kusva, yere çöküp ileriye doğru tek bir adım atmadığında insanlar hikmetini anlamaktan yoksun ileri geri konuştuklarında, “Fili Mekke’ye bırakmayan onu da alıkoydu. Kureyş bugün benden içinde sıla-i rahim isteyerek, ne kadar zor şey isterlerse veririm kendilerine” deyip sulhu savaşa, huzuru kavgaya, öfkeye yedirmeyen yine sendin.
Mekke fethi günü Osman bin Talha’dan Kâbe’nin anahtarını isteyince Osman, anahtarın tekrar kendisine verilmeyeceğinden korkarak: “Bunu sana, Allah’ın emaneti olarak veriyorum!” demişti ya.
Ve sen Ya Resulallah! Sonra işin bitince:
“Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder…” (4-Nisâ 58) âyetini okuyup:
“Ey Ebû Talha Oğulları! Allah Teâlâ’nın bu emanetini, sürekli sizde kalmak ve dürüst hareket etmek üzere alınız! Onu, zalim olmadıkça hiç kimse elinizden alamaz! Bugün, iyilik ve ahde vefa günüdür” buyruğunla emanete riayeti, ahde vefayı, güven kalesi olmayı biz ümmetine öğretendin.
Ey Allah’ın Resulü!
İnsanlığın korkulu rüyası olanlarla (hiddet ve sert mizacıyla Ömer, kervanların mallarını gasp eden Ebu Zer ve kabilesi gibi olanlarla) insanlığın eline ve merhametine muhtaç olanları (Bilal ve Ammar bin Yasir gibileri) İman ve İslam’ın kardeşlik potasında eritip tek bir altın halkası misali parlatan yine sendin.
Mekke’nin fethi günü haklarında idam kararı verilenlerden Ebu Cehil’in oğlu İkrime, korkudan kaçıp Yemen taraflarına gitmişti. Eşi gelip Müslüman olmuştu ve Ya Resulallah senden eşini affetmeni ve ona emân (güvence) vermeni talep etmişti. Ve sen de kabul etmiştin.
İkrime ve Ümmü Hakîm, sana güvenip Mekke’ye yaklaştıklarında sahabeni uyarmıştın, “İkrime b. Ebî Cehil yanınıza mümin ve muhacir olarak geliyor. Sakın babasına kötü söz söylemeyiniz. Çünkü ölüye kötü söz söylemek, diriyi rahatsız eder, ölüye erişmez!” demiştin.
Ve sonra da: İkrime’ye yönelerek, coşkuyla ve üç kere tekrarlayarak “Hoş geldin süvari muhacir!” diyerek sana ve inancına yıllarca düşmanlık eden birini değil, karanlıktan sıyrılmayı başaran bir kardeşini bu sıcaklıkla ve onun korkularına kalkan olarak, onu taltif ederek karşılamıştın.
Senin hatadan döneni affetmene, karanlıktan nura gark olanı baş tacı etmene, korkuların değil eman ve emniyetin limanı olan sıcacık ve engin merhametine bugün çok susadık, Ey Allah’ın Nebisi!
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (59-Haşr 7)
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...’”(3-Al-i İmran 31) İlahi kelamın sana olan muhtaçlığımızı beyanına rağmen seni Kur’an’dan, Kur’an’ı da senden ayırmaktalar?
“…Bana Kur’an ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun; koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size (Peygamberin sünneti / hadisleri değil) sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği yakındır...” diyordun.
Bunu bilmeyen ümmetini de bağışlar mısın?
Bir keresinde “Kardeşlerimle ne zaman buluşacağım acaba (Kardeşlerimi özledim)?” demiştin… “Biz Senin kardeşlerin değil miyiz?” denildiğinde ise, “Siz Benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise Beni görmeden Bana iman edenlerdir” buyurmuştun. Hâsılı, veladetini görmeden irtihalini duyduk.
Biz de seni çok özledik! Ya Resulallah!
Nusret Reşber.