Çıkış Kapınız Açık Kalsın
Hayatın doğru anlamını keşfedememek, kapısız kalmak, kapı ardında kalmak gibi bir şey. Boğucu, bunaltıcı. Biraz dikkatle bakarsak, o anlamı fısıldayan, çıkış kapısını gösteren nice işaretler var. Önyargılardan bir kurtulsak… Bir de şu bizi boğup duran boş işlerden yakayı kurtarsak… O zaman hem biz, hem de bizi tanıyanlar nefes alacak. Kapı hep açık olacak.
Devlet dairelerinde, hastanelerde, okullarda sıkça karşılaştığımız levhalar var; “Yangından Kaçış”, “Acil Çıkış” gibi. Bu levhaları gördüğümüzde tehlike ihtimali aklımıza gelir, rahatsız oluruz. Fakat bize bir çıkış yolu gösterildiği için de kısmen rahatlar, kendimizi güvende hissederiz.
Acil çıkış merdivenleri, can simitleri, gaz maskeleri ve daha niceleriyle dünya hayatındaki tehlikelere karşı tedbirler alır, korunuruz. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Tehlike varsa, daha güvenli yaşamak mümkünse, elbette gereken yapılmalıdır.
Bunun gibi, ahiret hayatının tehlikelerine karşı da tedbirli olmak, sakınmak, korunmak gerekir. Dünyadan ahirete götüreceklerimiz bizim için selamet ya da felaket olacaktır. Yunus Emre Hazretleri’nin dediği gibi:
Cehennem dediğin od-odun yoktur
Herkes ateşini buradan götürür
Bunun için Allah Tealâ’nın lütfuyla sırat-ı müstakim üzere yürüyüp, ateş değil su götürelim.
Boşluğa düşmek
Boşluğa düşmek ne kötü bir şey! Düşlerimizde bile sonu görünmeyen bir yere düşmek ne kötü bir kâbus! Tam düşeceğimiz anda uyanır, yaşadığımız düşüşün bir rüya olduğunu anlayınca rahatlar, şükrederiz.
Fakat uyanıkken düştüğümüz dipsiz kuyuların ne kadar farkına varabiliyoruz? Düşülen yerde hoppalaya konulmuş bebe gibi, hoplaya zıplaya, meşgaleden meşgaleye koşarak hoşça vakit geçirmeye çalışıyoruz. Aldatıcı bir rahatlama ve mutlulukla oyalanıyoruz.
Kuyunun dibi görünüp, çarpıp parçalanmadan önce yardım için uzanan Allah’ın ipine sarılıp tekrar yukarı çıkmalı. Hayatımızı anlamsızlık boşluğundan çıkaracak, doğru bir şeyler yapıyor olma zevkini tattıracak olan, bu!
Böyle olmadığı sürece hayatı doğru tanımlamak ve sürekli içimizi kemiren, bir türlü çözülmeyen sıkıntıdan kurtulmak zor.
Bu sıkıntılı hal insan psikolojisine çeşitli şekillerde yansıyor. Kiminde hırçınlık ve saldırganlığa yol açıyor, kiminde içe kapanıklık veya aşırı aktiflikle görünüyor, kimini ise kılını dahi kıpırdatamayacak acizliğe düşürüyor. Hele yaş da ilerleyince, ömrün azalıyor olmasından kaynaklanan panik işin içine giriyor, her şeyi iyice karıştırıyor.
Modern manada hayatı dolu dolu yaşamak denilen şeyle mutluluk aynı paralelde değil. Yanlış yerde aramak insanı boş yere yorar. İnsanı ne mutlu eder? Mala-mülke, evlada sahip olmak mı, başarılarla anılıp alkışlanmak mı, şovlara katılıp gösteriş yapmak mı? Elimize geçirmek için parçalandığımız hiçbir şey bizi toplamıyor. Ondan sonra da hayatı anlamsız görmeye başlayıp boşluğa düşüyoruz.
Hayatın anlamını doğru olarak keşfedebilmek için çaba göstermeliyiz. Bunun işaretleri var ve biraz dikkat ve zahmetle çok şeyi öğrenip anlayabiliriz.
Arama zahmetine katlanmak
Bir kadın üç-dört yaşlarındaki oğlan çocuğu ile dinî yayınlar satan kitapçı dükkanına girmişti. Orada arkası dönük, sarıklı ve cüppeli bir adam da müşteri olarak bulunuyordu. Küçük çocuk telaş ve merakla hem adamın yüzünü görmeye çalışıyor hem de annesine şu soruyu soruyordu: Anne bu Allah mı?
Bir büyük şehrin modern bir muhitinde, bir apartman dairesinin penceresinden caddeyi izlemekte olan küçük kız heyecanla annesine sesleniyor: ‘Anne çabuk gel! Bak yoldan Allah geçiyor!’
Anne içinden tebessüm ederek çocuğunun neyi Allah zannettiğine gelip bakıyor. Yoldan geçmekte olan çarşaflı bir kadındır. Çok şaşırıyor çünkü bu kıyafet onların kültürüne çok uzaktır. Çocuğunun zihnindeki çağrışım anneyi rahatsız ediyor.
Çocukların bile, çocukça bir yanlış yorumlamayla da olsa kolaylıkla keşfettiği bu ilişkiyi maalesef birçok yetişkin fark edemiyor. Çocukların zihinlerinde kurdukları ilişki ağıyla doğruya ulaşma çabalarını çocuklar kadar büyükler göstermiyor.
Anlam boşluğuna düşmüş insanlar bilincinde olmadıkları bir arayış içerisinde olurlar. Bazı zamanlar alıcıları açık olur, birini görünce bazı hisler uyanır. Sizi inceleyerek kendilerinde eksik olanı, yani ihtiyaç duydukları unsuru mukayese yoluyla keşfetmeye çalışırlar. Size yakınlaşmaya çalışırlar ancak onların maksadı siz değil, kendileridir. Acil çıkış merdiveni aramaktadırlar.
Tabii ki hiç kimse kendini tam anlamıyla emniyette hissedemez ama hiç olmazsa yapılması gerekenleri yapmaya özen gösterip, sonrasında tevekkül içerisinde olurlar. Onların tepkili önyargılı davranışları bile sizin şahsınıza yönelik değildir. Ilımlı bir tavırla davranıldığında, neyin peşinde oldukları gün gibi ortaya çıkar.
Bir örtünün hatırlattığı
Bir gün minibüsle bir yere giderken orta yaşlı bir bayan yanımda oturmakta olan gence rica ederek kendine yer vermesini istedi. Oflayıp-poflayarak oturduktan sonra uzun uzun yaptığı ev işlerini ve ne kadar yorgun olduğunu anlattı. Ben de duyarsız kalmamak için yaşla birlikte bu tür rahatsızlıkların gelmesinin doğal olduğunu hatırlattım. Kendini “anlaşılmış” hissetti. Görünürde birbirimize yabancı ve çok farklıydık. Beni şöyle bir gözden geçirdi. Elimdeki kitap poşetini ve içindeki namaz örtüsünü görünce, “Şu evi bir yerleştireyim, ben de namaza başlayacağım!” dedi.
Minibüste bazıları dönüp bize baktılar. Biraz rahatsız oldum. Bana, kim olduğuma ve nereye gittiğime dair sorular soruyor ve yakınlık sağlamak istiyordu. Çünkü aradığı acil çıkış merdivenini, sebep olduğum bir çağrışımla keşfedivermişti: Namaza başlamak!
Boşa harcanan zaman
İster yirmisinde, ister yetmişinde olalım, geriye dönüp baktığımızda yaşanan her şey bir rüya gibi. Yarının ne olacağı da meçhul. Öyleyse içinde bulunulan zamanı Allah’ın razı olacağı şekilde değerlendirmek gerek. Bunun için yapılacaklar konusunda yeterli gayreti göstermeyenler bir yerlere takılıp zamanı öldürüyorlar.
Örneğin her şeyi bir duyuşta, bir görüşte net olarak kavrayabildikleri halde, kimi insanlar nedense televizyonda akşam kuşağı haberlerini tüm kanalları tek tek gezerek saatlerce aynı haberleri izlerler. Sonrasında da mutlaka kanalın birinde gündeme ilişkin saatler süren bir yorum veya tartışma programı mevcuttur. Gecenin yarısı dünyadan haberdar olma uğruna heba olup gider.
İhtiyaç zannediyoruz, ama değiller. Geçenlerde televizyonumuz bozuldu, yaptırmayı ihmal ettik. Bugün yarın derken bir ay geçti. Çocuklar bile onun yokluğuna alıştılar. Evde “Kumanda kimde duracak?” sorunu ortadan kalktı. Aile içinde birbirimizi daha çok fark eder olduk. Çocuklar haftada iki gece korku filmi izleyemiyorlar ve artık odalarına karanlıkta girebiliyorlar ve daha nicesi… Acaba şu aleti hiç tamir ettirmesek mi diyorum.
Doğru işi doğru yapmak
Anlamlı işleri tercih etmek kadar, doğru ve özüne uygun olarak yapabilmek de önemli. Mesela mevlid merasimlerine biz hanımlar pek meraklıyızdır. Sadece kandillerde değil, doğumda,-ölümde, sünnette-düğünde, kısaca iyi günde kötü günde mevlid okutturmayı bir gelenek haline getirmişiz.
Bunda ne var diyeceksiniz. Evimiz temiz, kendimize çekidüzen vermişiz, özel bir gün yaşayacağız. O Yüce Allah’ın alemlere rahmet olarak gönderdiği Sevgili Rasulü’nü salât ve selamlarla yâd edeceğiz. O’nun hayatından kesitler dinleyerek, ikramlarla olayı kutlayacağız veya ölen birinin ardından okunan mevlidse rahmet dileyeceğiz.
Bunların hepsi güzel, hoş, inşallah hayırlara vesile olur. Fakat dikkat etmek lazım, minibüste göze çarpan namaz örtüsünün olumlu çağrışımının tam zıddına, güzel bir iş yaparken yaptığımız hatalar yanlış çağrışımlara yol açmasın.
Hoca hanım içli sesiyle okumaya başlayınca dinleyenler bir drama havasına giriyorlar. Bazı davranışların da rol olduğu, tabiri caiz görün, gerçekten sırıtıyor. Mevlid biter bitmez de o güzide ipekten, iğne oyalı namaz örtüleri hemen poşetlenerek sandığa gömülüyorlar. Bunun gibi mevlid esnasında yaşanan birçok garip ve zorlama davranış var.
Ne dersiniz, bu ortamda ilk kez bulunan, din hakkında doğru bilgilenmemiş birinde nasıl bir çağrışıma yol açıyoruzdur? İnandığımız şeyler hakkındaki samimiyet ve dürüstlüğümüzü yansıtmış oluyor muyuz?
Peki, acaba bizim hissemize ne düşüyor? Oradan ayrıldığımızda geriye ne kalıyor? Şerbetin tadı, filancanın kıyafeti, hocanın aldığı para, kim şımaran çocuğuna sahip çıkmadı, bunlar mı? Öyleyse güzelim mevlidi pamuk helvası gibi harcadık gitti! O En Sevgili Peygamber s.a.v. bize ne mesaj veriyor, nasıl yaşamamızı istiyor, bu konuya değinmek bile sıkıntılı!
Öz’ü kaybetmemek
Hasılı kelâm, biraz tuhafız, öyle değil mi? Ruhların çekmekte olduğu manevi açlığı, gönüllerdeki manevi boşluğu mevlidlerle telafi etmeye çabalamak çok yetersiz kalır. Ummanın kenarında dolaşmakla, içinde yüzdüğümüz hissine kapılmayalım.
Kendi kendimize soralım: Neden mevlide giderken en şık giysilerimizi giydik, itina ile sakladığımız örtülerimizi kullandık? Allah rızası, Peygamber sevgisi için mi, yoksa el-alem görsün diye mi?
Kendimize karşı dürüst olalım, belki bir sonraki mevlid çok geç olabilir. En güzel elbiselerle örtülerle günde beş kez miraca çıkmak varken, bunu niye erteleyelim? “Allahım senin için en güzel elbisemi giydim.” diyebilmek ne güzel!
Sadece biz hanımlar değil tabii ki, beyefendiler de… Mesela onlar da kıymetli zamanlarını sigara dumanı gibi savurup tüketiyorlar. Kahvehanelere bir memurun mesaisine gösterdiği titizlikle kesintisiz, hasta olsalar bile devam ediyorlar. Mâlâyani oyunların yanı sıra, saatler süren boş konuşmalarla hükümet kurup, memleket yönetiyorlar.
Üniversite öğrenimim sırasında “Boş Zamanlar Sosyolojisi” adında bir dersimiz olmuştu. Bu ismi o zamanlar çok yadırgamıştık. Yıllar sonra anladım ki insanoğlunun “boş zaman” eğitimine de ihtiyacı varmış.
Aslında düşünen insanlar için “boş zaman” diye bir kavramın olmaması lazım, çünkü insan boşuna yaratılmadı.
Ayşe İzci