BOŞ ZAMANI HARCAEKEN
Dünyaya geldik geleli âhirete doğru yol alıyoruz.
Bunun için de âhiret yurdu, bize dünya yurdundan daha yakın.
Ne zaman terk edeceğimizi bilmediğimiz bir diyardayız.
Ve âhiret yolunu tutmuş gidiyoruz.
Sanki bir deniz kıyısında yürür gibiyiz. İleride ضlüm durağımız olan bir burun var. Her adım atışta o buruna biraz daha yaklaşıyoruz ve geride bir ayak izi bırakıyoruz. Şimdiye dek ne kadar ayak izi bıraktık acaba? Ve hangi adımları, hangi niyetle, ne yِne attık?
Gelip geçtiği halde dokunulmamış, el değmemiş, yaşanmamış vakitlerimiz var. Hepsi de boşa geçirilmiş. Bize bir hediye gelse hemen paketi açar, hediyemizi kullanırız da, açılmamış paketler olan boş vakitlerimizi yaşamadan geçmişe gِndeririz. Hepsi de "tembel" damgasını yiyen paketlerdir.
Doğan günü batana kadar yakalayamazsak, günün batımı gibi batarız. Günün boşa geçirilmesi bir çeşit yavaş intihardır. Biz farkında bile olmadan tembelliğimiz bizi harcar. ضmür dediğimiz sel gider, eser dediğimiz kum kalır. Ama bir tembelin sel gibi gidişinden sonra, bırakacak kumu, eseri de yoktur.
Giderken ardımızda iyi eserler bırakmak için faaliyete geçmeli, her yeni günü yeni bir fırsat bilmeli, geçen zamanla savaşa girip ganimetler toplamalıyız. Aksi takdirde sel gibi geçen zaman, bir tembeli daha yanma katıp gِtürecektir.
Hepimiz fizikî ve fikrî kaynaklarımızın çok gerisinde yaşıyoruz.Sahip olduğumuz kabiliyetler bakımından kâinatın en mükemmel varlığıyız. Ve her kabiliyetimiz işletilmeyi, kِrelmekten kurtulup gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Eğer tembellik hastalısına yakalanır da kabiliyetlerimizi kullanamazsak, hepsi zamanla kِrelmeye ve sِnmeye başlar. Ve adeta paslanır. İşleyen demirin pas tutmadığı gibi, pas tutmaya yüz tutmuş kabiliyetlerimizi işletmeli ve hepsini kurtarmaya bakmalıyız.
Uzuvlarımızda bile tembellikten ya da hareketsizlikten meydana gelen kِrelmeleri gِrebiliriz. Uzun zaman hareketsiz kalan bir uzvumuz uyuşmaya başlar ve bize ızdırap verir. Bir gِzümüzü bir dakika bile kapalı tutsak, açtığımızda bulanık gِrmeye başlarız ve işlevini yitirdiğini gِrürüz. O halde çalışmayı aç gِzlülük bilip, gِzümüzü açalım. Uyuşukluğumuzu gidermenin tek yolu harekettir. Ama hareketlerimiz de boşa kürek sallarcasına mânâsız hareketler olmamalıdır. Faydalı işler yapmak üzere harekete geçmeliyiz.
Büyüklerimiz, "Bir derenin kenarına otur da, zamanın akışını seyret" demişler. Bakalım oturmaktan ve seyretmekten ne zaman vazgeçeceğiz. Atomlardan güneşe, yıldızlara kadar her şeyde çalışma ve hareket prensibi var. O halde bizler de kendimizi hareketsiz, çalışmaz ve tembel halden kurtarmalıyız. اünkü gِrevimiz çok, vaktimiz ise alabildiğine sınırlı bir yolcuyuz.
Cebimizde paramızla bir alış-verişe çıksak, en az parayla en iyi malı nasıl alacağımızın hesabını yaparız. Yaparız da, en kısa zamanda en iyi işi nasıl yapacağımızı nedense hiç düşünmeyiz, herhalde tembelliğimiz bِyle ince hesaplar yapmamıza izin vermiyor. Oysaki milyarlar versek, geçmişteki bir dakikamızı bile geri vermezler. ضmür karşılığında sattığımız günleri bir daha geri alamayız. اünkü, satılan mal geri alınmaz.
Pazardan bir kilo meyve alsak, eve geldiğimizde çoğunun çürük çıktığını gِrsek, aldatılmanın ِfkesiyle manava veryansın ederiz. Aldanmayalım. ضmür sermayemizle yaptığımız alış-verişlerde aldatılmak istemiyorsak, ne aldığımıza dikkat etmeliyiz. O çürük meyveler, "tembellik" damgasını yiyen boş vakitlerimizdir. اünkü uzun süre duran, yenmeyen meyve çürür. Her hayırlı işimiz, bakî hayata gِnderdiğimiz meyvelerimizdir. Tembel insanların nasibiyse boşlanmış vakit, yapılmamış işler ve çürük meyvelerdir.
Vaktin değerini daha iyi anlamamız için ِlümü sürekli hatırda tutmak bize yardımcı olacaktır. Her an ِlebileceğim düşünen insanlar tam bir faaliyet içindedir ve bِyleleri tembellik edecek vakit bulamaz. Her halde kabirdeki insanlar dirilselerdi bize vaktin ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlatırlardı. اünkü ancak ِmür bitince kıymeti anlaşılacaktır. ضlümü düşünmek, bizlere hayatın kıymetini daha iyi hissettirir ve her günümüzün dolu dolu, iyilikle geçmesini sağlar. Bِylece vaktin değerinin anlaşılmasıyla, vakit israfı da ِnlenir.
Tembel oluşumuzun ve vakti israf etmemizin tek nedeni hayatın değerini bilemeyişimiz. Bir gün ِleceğimize inanıyoruz ama uzun bir zaman sonra, hayallerimizi gerçekleştirdikten sonra olacağını zannediyoruz. Hele sağlığımız da yerindeyse ِlüm bizim için dağların arkasında, başka diyarlardaymış kadar uzak geliyor. Bu yüzden hayatın kıymetini bilemeden, ِnemsiz işlerle uğraşıp gidiyoruz.
İnsanlara sorduğumuz ya da insanların bize sorduğu şu soru çok düşündürücüdür: "Boş zamanlarınızda ne yapıyorsunuz?"
Boş vakitler hayatımızda ضylesine büyük bir yer oluşturmuş ki, insanlar bu soruyu sorma ihtiyacını ve cesaretini gِsterebiliyorlar. Hayatımızda boş vakit diye bir kavram olmasaydı, bِyle bir soru da olmazdı. O halde aslında bütün bir ِmrümüz bize boş vakitler halinde veriliyor ve biz de güzel şeylerle doldurmakla yükümlüyüz. Hani suların kesileceği haberini alınca nası1 kap-kacak doldurma telaşına giriyoruz. İşte aynen onun gibi, ivi işlerle vakit doldurma telaşına girmeliyiz. Az sonra su kesilmeyecek, ama ondan daha kِtü bir şey olacak. ضleceğiz…
"Boş vakitlerinizde ne yapıyorsunuz?" sorusunu bir insana sorduğunuz da hemen ezberlemişçesine sıralamaya başlar: Kitap okuyorum, ev işlerine yardım ediyorum, müzik dinliyorum, hobilerim var. Aslında bomboş zamanı olan bِyle bir insanın bu saydıkları, onun dolu zamanının işleridir. Dolu zamanlarında yaptığı bu işler haricinde bomboş vakitleri vardır. Boş zamanlarını da boşlayarak geçirir.
Eskiden hobi diye bir şey yoktu. Atalarımız hayırda yarışmaktan, hobi gibi faydasız işlere vakit bulamazlardı. Hobiler, gayesiz ve hedefsiz yaşayan insanların kullandığı bir çeşit vakit ِldürme ve ِmür tüketme aracıdır. İbadet etmek için gِnderildiğimiz dünyada hobi yapıyorsak, dolu zamanlarımızın işleri de hobilerden farksızsa, tembel olduğumuzu kendimize itiraf etmemiz ve âhiretteki güzel şeylerle tembellerin karşılaşmayacağını da bilmemiz gerekiyor.
"Vakit ِldürme" tabirini bilirsiniz. Aslında bu, insanın kendi kendini ِldürmesidir. Yani bir çeşit yavaş intihar. Doğduğumuz andan itibaren bize verilen ِmür mühletinin içine giriyoruz ve büyüdükçe geri sayım başlıyor. Bizse bu mühleti, bu vakti ِldürme peşinde koşarken aniden ِlüvereceğiz.
Niyedir bilinmez "vakit ِldürme" eylemini çoğu zaman yapıyoruz. Bu da ِlümün nefesini ensemizde hissetmediğimizin, ضlümün, dağların-taşların ardında bir yerlerde olduğunu zannetmemizin bir sonucu. Yani ِmrümüzü şu sِzün iki şıkkından biriyle geçiriyoruz: "insan vardır, zamanı kendi hesabına yontar, insan da vardır, bir ِmür boyu zaman onu yontar."
Ne dersiniz? Zamanı faydalı işlerimizle kendi hesabımıza yontabiliyor muyuz? Yoksa zaman, boş vakitlerimizle bizi mi yontuyor? O halde hepimiz, boş vakitlerimizi ِldürüp, dolu vakitlerimizi diriltmek durumundayız.
Bir de vaktimizi habersizce çalan insanlar vardır. Tam güzel bir iş yapacağımız sırada bizi lafa tutup, dakikalarımızı çalan insanlar.
Andre Moris bِyleleri için bakın ne diyor:
"اalışan bir kimse için zaman yiyicilerden sakınmak bir gِrevdir. Bunlar acımasız kişilerdir. Kendilerine karşı koymayan birini son saniyesine kadar alırlar ve bir an bile düşünmezler ki, kendi haline bırakılacak olsa, o adam değerli bir iş çıkartacaktır."
O halde vaktini ِldüren insan yalnızca kendi vaktini ِldürmekle kalmıyor, intiharına çalışan insanları da davet ediyor. İnsanların da ِmürlerini çalıyor.
Batılı bir düşünür şِyle diyor: "Osmanlıların güldükleri nadir gِrülür. Konuşmaları gayet ciddidir. İşlerinden bahsederken çok kısa konuşurlar ve kendilerine de az kelimeyle cevap verilmesini isterler."
O zamanlar iş yapmaktan konuşmaya vakit bulunmazdı. Bizlerse konuşmaktan iş yapacak vakit bulamıyoruz.
O halde hem kendi vakitlerimizi ِldürmeyelim, hem de insanların ِmürlerini çalmayalım. Boş vakitlerimizi ِldürüp, dolu vakitlerimizi diriltelim.
Madem ki ِmür sermayemizle dünya çarşısına alış-verişe çıktık, yol için ne lazımsa en güzellerini almaya bakalım. Tembellerin âhiretteki nasibi çürük meyvelerdir. Hayırlı işlerde yarışarak, bakî hayatta karşımıza çıkacak güzel meyveler alalım.
Hülya Kartal