ER GEÇ HEPİMİZ TARTILACAĞIZ
Diyelim bir süredir uykuda nefes almakta zorlanıyor, iki merdiven çıktığınızda nefesiniz tıkanıyor, zaman zaman baş dönmeleriniz oluyordu, bir doktora gittiniz, doktor bir takım tahliller yaptırdı ve sizi bir diyetisyene yönlendirdi.
Diyetisyene gittiniz. Bir tartıya çıkardı sizi diyetisyen. İlginç bir tartı makinasıydı o. Neredeyse insanı bütün aksamıyla görüyor, önünüze rakamlar halinde koyuyordu:
-Vücudunuzda şu kadar kemik, şu kadar kas, şu kadar yağ, şu kadar su var diyordu.
Rakamları gördükten sonra ise diyetisyen, “Yağlar azalmalı, kaslar güçlenmeli, bunun için şöyle bir yeme disiplinine gireceksiniz, günde şu kadar yürüyüş yapacaksınız, stresten kaçınacaksınız vs.” diyerek, sizi yeni bir hayat düzenine davet etti.
-Sağlığınız için bu şart, dedi. Yoksa yağlar daha da artar, kaslar daha da zayıflar, bir süre sonra kalbiniz, karaciğeriniz bu yükü taşıyamaz hale gelir, damarlarınızın içi kabuklaşır, damar sertliği başlar vs...
Diyetisyen önünüze kara bir tablo koydu ve sizi hayati bir tercihe sevketti.
Önünüze bir takvim koydu ayrıca:
-Bir ay sonra gelin, sizi yeniden tartalım, yağ-kas dengesi nasıl gelişmiş görelim.
Bir ay sonra yeniden gelip tartıldığınızda diyetisyen, adeta sizin bir aylık yaşama disiplininizi okurcasına konuştu:
-Çok unlu mamul yemişsiniz, şeker tüketmişsiniz, hiç yürümemişsiniz. Vücudunuzda yağlar artmış, kolesterolünüz yükselmiş, şeker riski belirmiş vs.
Sonra?
Sonra ne olur, dersiniz?
Hem diyetisyene gidip, hem de bildiğiniz gibi yaşamaya devam mı edersiniz?
Yoksa “Her ay tartılmak”, sizi farklı bir hassasiyete sevkedip, en azından doktorunuza – diyetisyeninize karşı mahcup olmamak, ya da daha doğrusu, onlara ödediğiniz bedelin abes hale gelmemesi için, oturup düşünür müsünüz?
-Ya diyetisyenin tavsiyelerine uymalı, ya da bir daha onun önüne tartılmak için gelmemeli. Tartılmak için gelmemeli, dolayısıyla sağlıksızlığa ve onun sonuçlarına razı olmalı.
....
Peki ya diyetisyenin önüne gelmemek gibi bir tercihiniz olamayacaksa? Ya tartıya çıkmak kaçınılmaz ise?
....
İnsanın dünya - ahiret akışındaki durumu buna benziyor.
Dünyada yaşayacağız, ahirette tartılacağız.
Tartı, Yaradan’ın huzurunda olacak.
O tartıda hayat defterimiz, hayatımızın en ince ayrıntılarını ortaya çıkaracak.
-Diliniz konuşmasa elleriniz, ayaklarınız, derileriniz konuşacak, denmiyor mu?
Demek, diyetisyenin önündeki tartı nasıl konuşuyorsa, “ilahi mizan”, ellerin, ayakların, gözlerin, kulakların, derilerin üzerine yazılmış olan “dünya hayatı belgeleri”ni ortaya saçacak.
Zerre miktarınca üstelik:
“-Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onu görür.
Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzal, 7-8)
Zerre miktarı... Atom kadar küçük bile olsa kayda geçmiştir çünkü.
“İnsan ne gibi bir söz söylese mutlaka onu yazan bir gözcü, “Rakib ve Atid” vardır.” (Kaf, 50:18) “Onlar biz onların fısıltılarını dahi işittiğimizi ve yanlarına bulunan elçi meleklerimize yazdırdığımızı bilmezler mi?” (Zuhruf, 43:80)
Kur’an o anda, yani “Oku kitabını” dendiği ve kitabın okunduğu dünya hayatında disiplinsizlik yapanların duygu durumunu şöyle tasvir eder:
“-Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, “Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!” derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez.” (Kehf, 49)
Küçük büyük her şey yazılıyor. Birisini alaya almak için yaptığımız göz kaş işareti bile yazılıyor.
Tartılacağız, er veya geç. O gün gelecek.
“Eynel meferr – Kaçış nereye?” demenin bir anlamı yok. (Kıyamet, 10)
Kaçacak yer olmayacak çünkü.
Tartılacağız:
“O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse.
İşte o, hoşnut edici bir yaşayış içinde olur.
Ameli hafif olana gelince.
İşte onun anası (yeri, yurdu) Hâviye’dir.
Nedir o (Hâviye) bilir misin?
Kızgın ateş!” (Karia, 6-11)
Diyetisyen, ne de olsa, kendi dahli dışında var olan bir şeye ve dışardan, onun gerçekliğini okuyabildiği nisbette ölçü koymaya çalışıyor.
Ne dersiniz, bize bizatihi bu hayatın tamamını vereni, hayatı yaşayacağımız bütün imkanları vereni ve bununla birlikte bize dünyada ve ahirette sağlıklı bir hayatın çerçevesini vereni düşünüyor muyuz?
Ne dersiniz, bir ay sonra (ya da üç, beş, on yıl sonra) huzuruna varacağımız ve “Ne yaptın kulum?” diye soracak olanı düşünüyor muyuz?
Ne dersiniz, kalbimizin yükü arttığında, orada bir kirlenme hissettiğimizde, oradan damarlarımıza kirli bir akım başladığında, yarın kalb, damar, kirlilik, temizlik ayrışması yaşanacak anı düşünüyor muyuz?
Tartılma gününü, kimin huzurunda tartılacağımızı ve tartılmanın sonunda karşı karşıya kalacağımız muameleyi unutmamak lazım.
İnsan nisyan ile malül maalesef.
Bazan diyetisyeni unutmuyor, Rabbini unutuyor. Rabbini, yani kendisine o bedeni, o ruhu vereni unutuyor.
Doğduktan sonra hep o tartı anına doğru yol alıyoruz. Dünyanın neresinde yürürsek yürüyelim, gökte yerde, denizde karada... Zengin fakir, muktedir ya da mahrum... kim olursak olalım, gelip de gitmeyen yok.
Çık mizana!
Artıların eksilerin görünsün. “İnsan yarına ne gönderdiğine baksın” diye sesleniyor kelam-i kadim.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 18)
Çünkü;
“İnsanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar.” (İnfitar, 5)
Kirlenmiş bir kalble gelme, diye sesleniyor. “Kalb-i selim götür Rabbin huzuruna.”
Çünkü;
“O gün ne mal, ne evlâd fayda verir, selim bir kalble gelen müstesna...” (Şuarâ Suresi, 88-89)
Yüzü kara çıkmak var.
Hüsran var.
Hazreti İbrahim bile, Rabbine “Ya Rabbi beni hüsrana uğratma” diye dua ediyor. “O malın ve evladın fayda vermediği günde ve kalbi selime ihtiyaç duyulan günde.” (Şuarâ Suresi, 88-89)
Hastalıklı bir kalb mi çıkacak tartıya, selim bir kalb mi?
Kirlenmiş bir el mi, göz mü, kulak mı, dimağ mı çıkacak tartıya, yoksa, sevinçten gözlerin aydınlandığı bir şahsiyet yekûnu mu?
Er geç tartılacağız.
Kalbimize dikkat etmezsek, kalb sancısı yaşıyoruz. Damarlarımızda akan şeyin sağlıklı olmasına dikkat etmezsek, damarlarımız tıkanıyor, akciğerlerimize kir doldurursak, nefes alamaz hale geliyoruz. Bunların tamamı, Yaradan’ın insan bünyesine yerleştirdiği kanunlarla ilgili.
Yaradan’ın, dünya – ahiret akışında, insanın varlığı ile ilgili düzenleme yapmadığı nasıl düşünülebilir.
Allah’ın fizik kanunlarına uymamanın bedeli olur da, insana ilişkin ilahi disipline uymayanın ödeyeceği bir bedel olmaz mı?
Cennet ve cehennem kadar farklı iki karşılığı var, tartıda ortaya çıkacak sonuçların.
İş kolay değil vesselam.
İmtihan kolay değil.
Dua edelim, itina edelim, tartıda yüzü ak çıkanlardan olalım.
Rabbin huzurunda mahcup olmak, diyetisyenin huzurunda mahcup olmaya benzemez.
Diyetisyenler bile o huzurda mahcup olmamaya can atarlar çünkü. Ebedi bir hayatın huzurlu geçmesi ve geçmemesi söz konusu çünkü.
Ahmet Taşgetiren.