* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Ümitvâr Olun İstikbâl İslâmındır  (Okunma sayısı 673 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Ümitvâr Olun İstikbâl İslâmındır
« : Ağustos 21, 2017, 10:45:45 ÖÖ »
Ümitvâr Olun İstikbâl İslâm’ındır

Tarih boyunca müslümanlar şeytanın hizbi olan kafirlerden ve şirk ehli olan kimselerden eziyet görmüş ve hakarete maruz kalmışlardır. Yeri gelmişken burada bir ayeti kerimeyi nakletmek konuya ışık tutacaktır, Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “And olsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda kesinlikle imtihan olunacaksınız. Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a şirk koşanlardan elbette çok eziyet verici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bilinki bu azme değer işlerdendir.” (Ali imran, 186) Bu ayeti kerime bize, ehli kitap ve müşriklerden kesinlikle birçok eziyet verici şeyler işiteceğimizi açıkça bildirmektedir. Yani bu ayet onların dinimize dil uzatacakları ve iman etmek isteyenlere engel olmaya çalışacakları haber verilmiştir. Bütün buna rağmen istikbâl islâmın’dır.’

Malum olduğu üzere insanoğlu yeryüzüne geldiği günden beri hak-bâtıl mücadelesi devam etmektedir, hakkın tarafında peygamberler ve onlara tabi olan mü’minler, diğer tarafta ise şeytan ve taraftarları vardır.

Şeytan ve avânesi her zaman Allah Teâlâ’nın gönderdiği hak din olan İslâm’a karşı çıkmış, iman edenleri sıratı müstakim yolundan alıkoymak için her yola başvurmuşlardır.

Bazan işkence yapmışlar, bazan hicrete zorlamışlar, bazan iman edenlere hayat hakkı tanımayıp şehid etmişler, bazan da dinlerine, mukaddesatına ve ırzlarına dil uzatmışlardır. Yani mü’minler, daima şeytanın hizbi olan küfür ve şirk ehlinden eziyet görmüş ve eziyet işitmişlerdir. Yeri gelmişken burada bir âyet-i kerimeyi nakletmek konuya ışık tutacaktır. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“And olsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda kesinlikle imtihan olunacaksınız. Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a şirk koşanlardan elbette çok eziyet verici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bilinki bu azme değer işlerdendir.” (Ali imran, 186)

Bu âyet-i kerime bize, ehli kitap ve müşriklerden kesinlikle birçok eziyet verici şeyler işiteceğimizi açıkça bildirmektedir. Yani bu âyet onların dinimize dil uzatacaklarını, iman etmek isteyenlere engel olmaya çalışacaklarını, mü’minleri de hak din olan İslâm’dan çıkarmak için her hile ve tuzağa başvuracaklarını ve bu uğurda da beraber hareket edeceklerini göstermektedir.

Evet, bugün ehli kitap olan Yahudi ve Hristiyanların ve diğer müşriklerle ehli bidatın, İslâm’ın yükselişine ve Müslümanların vahdet olmalarına engel olabilmek için çıkarları farklı olsa da güç ve kuvvetlerini birleştirdikleri malumdur. Hatta bu uğurda büyük meblağlarda müthiş paralar harcamaktadırlar. Yüce Rabbimiz hayat kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz ki kâfir olanlar, (insanları) Allah’ın yolundan engelleyip alıkoymak için mallarını harcıyorlar, bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu onların üzerine hasret ve nedamet olacaktır, sonra mağlub olacaklardır. İnkâr edenler sonunda cehenneme doğru haşr olunacaklardır.” (el-Enfal, 36)

Bu âyetin işaret ettiği hakikati geçmişten günümüze örneklerle açıklamaya çalışalım:

Hatırlayın ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimizin, yolunu kesmek istediği Ebu Süfyan’ın reisliğindeki Mekke müşriklerinin ticaret kervanı İslâm’a engel olmak için yola çıkarılmıştı. Zaten kervan selamete çıktıktan sonra da uhud savaşında hepsi Müslümanların aleyhine harcanmıştı.

Ve günümüzde de İslâm’ı engellemek için Yahudiler, haçlılar, müşrikler ve bidat ehlinin bu uğurda çok büyük bütçeler ayırdıkları malumdur. Bunu İslâm topraklarının her tarafında görmek mümkündür. Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Afrika, Doğu Türkistan, Çeçenistan, Burma, Patani’de ve daha birçok yerde aynı durumdan söz edilebilir.

Fazla uzağa gitmeye gerek yok, hemen yakın zamandan bir örnek verecek olursak Mısır’da İhvan’a karşı yapılan darbede başta İMF (Uluslararası Para Fonu) olmak üzere birçok Arap (Suudi, Ürdün, Kuveyt ve BAE) ülkeleri milyonlarca dolar parayı getirip kendi elleriyle askeri cuntaya teslim etmişlerdi.

Bu örneklerden anlaşılıyor ki kâfirler ve içimizdeki işbirlikçi münafıklar; İslâm’ın yeryüzüne hâkim olmasını engellemek için bütün imkânlarını kullanıyorlar, bundan sonrada kullanacaklardır.

Bunlar fiili işgallerini kolaylaştırmak ve meşrulaştırmak için büyük ölçüde Müslümanlar arasında ahlaki yozlaşmayı basın ve yayının her çeşidiyle yaymaya çalıştıkları gibi Avrupa ve Amerika’da hızla yayılan İslâm’ı durdurmak için kendi toplumlarında Müslümanları, dehşet saçan teröristler olarak göstermeye çalışıyorlar. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Onlar, o kimselerdir ki dünya hayatını ahirete tercih ederler, (insanları) Allah’ın yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar, çok büyük bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 3)

Âyet-i kerimede de görüldüğü gibi dünya hayatını âhirete tercih eden kâfirler, Allah Teâlâ’nın dinine girmek isteyenlere hem engel oluyorlar hem de Allah Teâlâ’nın hak dini olan İslâm’ı eğri göstermeye çalışıyorlar.

İşte bu yüzden zaman zaman Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar dil uzattıklarını esefle görüyoruz. Hatta Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatta olsaydı kâfirler topluluğu, O’nu ortadan kaldırmak için başına ödül (!) bile koyarlardı.

Belki bu ifadeler taaccüple karşılanabilir, ”bu kadar da olur mu?” Diye. Ama gözlerimizi tarihin sayfalarına çevirdiğimizde, bu kâfirlerin yapmadıkları bir iş değil. Bunu birkaç örnekle izah edelim. Hatırlayın ki Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’den Medine’ye hicret edeceği sırada Mekke şirk meclisi olan Daru’n-Nedve’de, Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) başına ölü veya diri getiren kimseler için yüz deve ödül (!) koymuşlardı.

 Ve yine Medine’ye hicretlerinden sonra da aralarında antlaşma olmasına rağmen Nadir Oğulları, Kaynuka Oğulları ve Kurayza Oğulları Yahudileri tarafından da defalarca suikasta uğramıştı.

Bu yol ile amaçlarına ulaşamayan kâfirler topluluğu, Kur’ân-ı Kerim’in ahzab olarak tarif ettiği hizip ve grupları bir araya getirip Medine’yi her taraftan kuşatmış, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabını (radiyAllahu anhum) ortadan kaldırmak için çıkar ve menfaatleri farklı olsa da bütün güç ve kuvvetlerini birleştirmişlerdi.

Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı (radiyAllahu anhum) Selman-ı Farisi’nin (radiyAllahu anhu) Şûra’ya sunmuş olduğu fikrinden hareketle Medine’nin açık olan tarafına hendek kazmışlardı.

“Bir ara sahabîler sert bir kayayla karşı karşıya geldiler. Onu parçalamaya uğraşırken, balyoz, kazma kürek gibi bir sürü âletleri kırıldı. Yine de onu parçalamaya muvaffak olmadılar.

Durumu, kıldan dokunmuş çadırın içinde o sırada dinlenmekte olan Rasûlullah Efendimize haber verdiler: “Yâ Resûlallah!.. Karşımıza kazı esnasında ak bir kaya çıktı. Onu bir türlü parçalayamadık! Bu husustaki emriniz?..”

Peygamber Efendimiz, Selman-ı Fârisî’nin balyozunu aldı. “Bismillah!” diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte birini yerinden kopardı ve, “Allahü Ekber! Bana Şam’ın anahtarları verildi. Vallahi, ben şu anda Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!” buyurdu. Sonra, yine “Bismillah!” deyip kayaya balyozla ikinci darbeyi indirdi. Kayanın üçte biri daha parçalandı. Yine, “Allahü Ekber! Bana, Fars’ın anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, Kisrâ’nın Medayin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum!” buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa yine, “Bismillah!” deyip balyozla vurdu; kayanın geri kalan kısmını da yerinden kopardı. Yine, “Allahü Ekber! Bana, Yemen’in anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, San’a’nın kapılarını görüyorum!” buyurdu.” (Peygamberimizin hayatı Salih Suruc)

Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem), işte o gün ashab-ı kirama en sıkıntılı bir zamanda gönüllerine su serpen, münafıkların da küfrünü artıran bir müjde vermişti.

“Rasûl-i Kibriya Efendimiz’in haber verdiği bütün fetihler, Hz. Ömer ile Hz. Osman zamanında bir bir gerçekleşti. Bunları gören Ebû Hüreyre (r.a.), Müslümanlara, “Bu fetihler, sizin için bir başlangıçtır. Vallahi, Allah, fethedeceğiniz veya Kıyamet’e kadar fetholunacak şehirlerin hepsinin anahtarlarını önceden Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vermiştir.” derdi.”(Peygamberimizin hayatı Salih Suruc)

 Evet, işte o günler de hendeğin bir tarafında Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve bir avuç Müslüman diğer tarafında ise Müslümanları her yönden kuşatan birleşmiş kâfirler, içeride ise münafıklar ve Yahudi kabileleri vardı.

Öyle ki hatta bazı münafıklar, Allah Resulünden (sallallahu aleyhi ve sellem) kurtulma hayallerine kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki şöyle diyorlardı:

“Ne garip! Bize Sezar’ın ve Kisra’nın topraklarını ele geçireceğimiz söyleniyor, oysa burada hiç birimiz kaçıp kendini kurtaracak halde bile değil.”
(Ebu-l A’la el-Mevdudi Tefhimul Kur’ân, Ahzab suresinin girişi)

Kâfir ve münafıklar topluluğu her asırda İslâm’a engel olmaktan geri durmamışlardır. Bu gün yeryüzünün çeşitli bölgelerinde Müslümanlar yine ahzab savaşındaki gibi kâfir ve münafıklar topluluğu tarafından kuşatma altındadırlar.

Bunu Mısır’da, Afrika da, Suriye’de, Arakan’da, Irak’ta, Filistin’de, Yemende, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Çeçenistan’da ve İslâm topraklarının olduğu her yerde görebiliriz. Her yerde aynı hüzün aynı dram aynı zulüm var. Bunların en acıklısı da bugün Suriye, Irak, Yemen ve Afganistan’da yaşanıyor.

Suriye’de âlimler, halka açlığını giderebilmek için, “kedi eti yiyebilirsiniz” diye fetva veriyorlarsa ve kâfirler ve münafıklar topluluğu tarafından tecavüze uğrayan Suriyeli kadınlar, “Ey İslâm ümmeti! Bize silah göndermiyorsanız bari hamileliği önleyecek şeyler gönderin” diye feryâdu figân ediyorlarsa bu dramın ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.

Yaklaşık beş yıldan beri devam eden savaşta yüz binlerce Müslüman katledildi binlerce yaralı, binlerce aralarında kadın ve çocuklar olmak üzere esir ve yine binlercesi ise değişik ülkelere hicret etmiş muhacirler var.

Bütün bu zulümlere rağmen zalim ve kâfir Esed’ten yardımını esirgemeyen İran (Farslılar) var. Ne yazık ki İran yıllarca, İslâm dünyasını aldattı. Amerika ve İsrail ile danışıklı dövüş yapıp İslâm âlemin gözünü boyadı, hâlbuki İran ve Amerika hep beraber hareket ettiler. Hatta bu işbirliği Suriye, Irak ve Yemen de apaçık bir şekilde gün yüzüne çıktı, Amerika önce Afganistan’ı işgal ederek İran’ın işini kolaylaştırdı. Bunda bir garabet yoktur, çünkü çağdaş haçlılar adına Amerika’nın, Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinde İran kârlı çıkmıştır. Çünkü bu işgallerle bir nevi İran, komşulardan gelebilecek tehlikelerinden böylece kurtulmuş oldu. Daha sonra da Amerika, sırasıyla Suriye ve Yemen’de İran’ın önünü sonuna kadar açtı.

İran 1979’da devrim yaptığı günlerde İslâm âlemi epeyce umutlanmıştı. Artık bizi bir araya getirecek bir hâmîmiz (koruyucumuz) var diye, ama bu hayal fazla uzun sürmedi, çünkü İran hemen Şiirleştirme politikalarını devreye koyarak İslâm âlemini hayal kırıklığına uğrattı ve biraz hüsnü zannımız kaldıysa onu da Irak, Suriye ve Yemen’de kaybetti.

Ayetullah’lardan biri kalkıyor devrimlerinin (Humeyni’nin yaptığı devrimi kastediyor) Lübnan ve Yemen’e ulaştığından söz ediyor, diğer biri de Bağdat’ın başkentleri olduğunu söylüyor.

 Aslında Humeyni’nin de Masonluğun ve laikliğin merkezi olan Fransa’dan devrimi yapması da oldukça düşündürücüdür. Haçlılar Humeyni’ye gösterdikleri müsamahayı Afganistan’da İslâm’ı uygulamaya koyan ehlisünnetten olan Taliban hareketi için göstermediler. İşte tam burada konuyu aydınlatması açısından geçmiş tarihe bakmakta büyük bir fayda vardır.

Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında İslâm’ın karşısında iki büyük güç olan Rumlar ve Farslılar vardı bunlar o dönemlerde birbirleriyle savaş halindeydiler.

Günümüzde de bunlar İslâm ile savaş halindedirler, yalnız o dönem ile bu dönem arasında birkaç fark var. Birinci fark şudur: bugün bu iki güç İslâm’a karşı yardımlaşarak savaşıyorlar. İkinci fark ise şöyledir: Haçlılar Müslümanların bir kısmına terör damgasını vuruyorlar, diğer Müslümanları ise kendi tarafına çekiyorlar. Üçüncü fark ise şudur: Bugün Farslılar İslâm’a karşı İslâm’ın adıyla savaşıyorlar.

Burada şu suali sormakta fayda vardır: “Müslümanlar neden bu durumdalar neden dünyanın her yerinde onlara zulüm yapılıyor?” Bu suale şöyle cevap verilebilir: “Biz Müslümanlar dinimize ciddiyetle sarılmadık, dinimize gereken önemi vermedik, dünyalık derdine düştük ve günahlara daldık.”

Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:

‘’Yemek yiyenlerin birbirilerini yemek kabına çağırdıkları gibi ümmetlerin sizin aleyhinize birbirilerini yardımlaşmaya çağırmaları yakındır.’’ Sahabelerden biri, “O gün az mı olacağız? Ey Allah’ın Rasulü! “diye sorunca Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

‘’Bilakis o gün çok olacaksınız, fakat selin üzerindeki köpük ve çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalplerinden size karşı olan korkuyu koparıp çıkaracak, sizin kalplerinize de vehn atacaktır.’’

Sahabelerden biri; “Vehn nedir? Ey Allah’ın Resulü! “diye sorunca Rasulullah (sav) şöyle buyurdular: ‘’Vehn dünya sevgisi ve ölüm korkusudur.’’ (Ebu Davud, melahim 5)

İbnu Ömer’den (radiyallahu anhuma) zikrolunduğuna göre:

Allah Resulünün (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Benim rızkım mızrağımın gölgesinde kılındı. Zillet ve alçalma ise benim emrime muhalefet edenlerin üzerine kılındı.” (Buhari, cihad 88)

Abdullah b. Ömer (r.anhüma), Rasûlullah (s.a)’ı şöyle buyururken dinlediğini haber vermiştir:

“Iyne yoluyla alışveriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebû Dâvûd, 3462)
Açıklama

Rasûlullah (s.a); ıyne yoluyla alışveriş yapmayı, öküzlerin kuyruğuna yapışmayı, tarımı seçmeyi ve cihadı terketmeyı zillete sebep göstermiş; müslümanların dinlerinin icabını yaşamaya dönmedikçe bu zilletten kurtulamayacaklarını bildirmiştir.

Müslümanların; öküzlerin kuyruğuna yapışıp ziraatı seçmelerinden maksat; cihad edilmesi gereken bir zamanda cihadı terkedip işleri ve güçleriyle meşgul olmalarıdır. Öküzün kuyruğuna yapışmak; tarlayı sürmek, ekin ekip biçmektir. Şüphesiz tarım insanların beslenmeleri, hayatlarını sürdürmeleri için ihmal edilmemesi gereken bir meşguliyettir. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a)’in böyle bir meşguliyeti tenkid etmesi, uğraşılmasını zillet sayması beklenemez. O halde maksat, dediğimiz gibi Allah yolunda cihadı terkedip dünyalık için çalışmaktır. Çünkü bu;
müslümanların başka güçlerin emrine girmesine, sömürülmesine sebep olur. Bir insan için bundan daha büyük bir zillet ve meskenet olmaz.
Öküzlerin kuyruğuna yapışmaktan maksadın, “şerefle ata binenler olduktan sonra, zilletle öküzlerin peşinde yürüyenler olduğunuz zaman” manasında olması da muhtemeldir.

Rasûlullah (s.a.v)’ın bildirdiğine göre; düşülen bu zilletten kurtulmanın çaresi, tekrar dine dönmektir. Bundan maksat; dinin istediği yaşama şekline dönmek, Allah’ın emrettiği cihad ve çalışmaya sarılmaktır. (Ebu Davud Tercüme ve Şerhi, Şamil Yayınları)

O halde böyle bir durumda bütün bu zillet ve meskenet’ten kurtulmak için aslımıza rücu etmek zorundayız. Biz kendimizi değiştirmedikçe Allah’ın hakkımızdaki hükmü değişmeyecektir. Bu bir sünnetullahtır. Allah Teâlâ Kur’ân-ı hâkimde şöyle buyuruyor:

“Bir kavim kendi nefislerinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphesiz ki Allah da onların durumunu değiştirmez…” (Ra’d, 11)
 İmam-ı Malik Hazretleri’nin meşhur bir sözü var: “Bu ümmetin ilkleri, ne ile ıslah oldu, neyle tedavi olduysa sonu da aynı şeyle ıslah olur” diyor. (İlk Adım Dergisi, Abdullah Büyük ile yaptığı röportajından)

Ey mü’minler! Hatırlayın ki, kâfir ve münafıklar bu kutlu davayı henüz Mekke ve Medine’de bitirmek istiyorlardı. Bundan dolayı da İslâm’a türlü türlü tuzaklar kuruyorlardı. Ama onlar tuzak kurarlarken Allah azze ve celle de onların bu tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Hatırla ki, kâfirler sana tuzak hazırlıyorlardı. Seni tutuklayıp hapsetmek yahut öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzak hazırlıyorlardı. Allah da onların tuzağını boşa çıkarıyordu. Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (El- Enfal, 30)

Müşrik ve kâfirler topluluğu Allah Teâlâ’nın nurunu söndürebileceklerine inanıyorlar; oysa, Allah Teâlâ’nın buna asla müsaade etmediğini ve etmeyeceğini bilmiyorlar. Allah Teâlâ kitabı-ı Mübin’inde şöyle buyuruyor:

“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar, kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Rasullerini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Müşrikler istemese de Allah dinini bütün dinlere üstün kılacaktır.” (Saf, 8-9)

Kâfir ve müşrikler istemese de Allah Teâla nurunu tamamladı. İşte bugün bir zamanlar Sezar’ın ve Kisra’nın olan bu topraklardan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabına salat ve selam ederek Efendimize şöyle sesleniyoruz: “Ya Resulallah (sallallahu aleyhi ve sellem) verdiğin müjdenin ve gösterdiğin mu’cize’nin de şahidiyiz. sana sonsuz salat ve selam olsun.”

“Eğer sabreder ve Allah’tan korkup sakınırsanız, onların hile ve tuzağı hiçbir şeyle size zarar vermez. Hiç şüphesiz Allah onların yaptıklarını ihata edendir.” (Ali imran, 120)

“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkup sakınırsanız Allah size hakkı batıldan ayıracak bir furkan verir, günahlarınızı örter ve sizin için günahlarınızı bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal, 29)

“Kim Allah’tan korkup sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır ve onu hiç hesaplamadığı yerden rızıklandırır. Ve kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter.” (Talak, 2-3)

“Hiç şüphesiz ki kâfirlerin ne malları ne de evladları onları Allah’ın azabından müstağni bırakmayacaktır. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. Onlar da firavun ailesinin âdeti gibi ayetlerimizi yalanladılar, Allah onları günahları sebebiyle yakalayıverdi. Allah azabı şiddetli olandır. (Ey Muhammed!) O kâfirlere de ki siz yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme doğru haşrolunacaksınız. Orası ne kötü yataktır.” (Ali imran, 10-12)
“Gevşemeyin, üzülmeyin inanıyorsanız üstün olan sizsiniz.” (Ali imran, 139)

İbrahim  Serin