Hâkimiyet Kayıtsız ve Şartsız Olarak Kime Aittir?
İslam dini, din-devlet, dünya-ahiret ayrımı yapmadığı gibi fert ve cemiyet ayrımı da yapmaz. Ahiret âleminin mutlak sahibi ve hâkimi Allah Teâlâ olduğu...
İslam dini, din-devlet, dünya-ahiret ayrımı yapmadığı gibi fert ve cemiyet ayrımı da yapmaz. Ahiret âleminin mutlak sahibi ve hâkimi Allah Teâlâ olduğu gibi dünya âleminin de mutlak sahibi ve hâkimi Cenab-ı Hak’tır.
Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız olarak yalnızca Allah Teâlâ’ya aittir. Mutlak güç ve kudret sahibi yalnız O’dur.
Mülk O’nundur ve mülkünde dilediği gibi hükmetme yetkisi yalnız O’na aittir.
“İşte O, Allah’tır; O’ndan başka tanrı yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O’na mahsustur, hüküm de O’nundur; sadece O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 70)
“Bilesiniz ki, yaratma da buyurma da yalnız O’na aittir.” (A’raf, 54)
“Hüküm ancak Allah’ındır ve Allah hakkı anlatır; O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (A’raf, 57)
“Yoksa Câhiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” (Maide, 50)
Hâkimiyetin mutlak olarak yani kayıtsız ve şartsız olarak Allah Teâlâ’ya ait olması demek, bu yetki ile donatılmış başka bir otoritenin olmaması, olamayacağı demektir.
Allah Teâlâ dışında hâkimiyet yetkisi tanınanlar ise; -makamları, yetkileri ne olursa olsun- hâkimiyet ve otoriteleri kayıtlı ve şartlıdır.
Bazılarının kendilerinde mutlak hâkimiyet yetkisi görmeleri boş bir iddia olmaktan öte bir mana ifade etmez.
“Firavun, kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 51)
Evet, Firavun cidden kendi kendisini Mısır’ın mutlak hâkimi olduğu iddiasına inandırmıştı. Ama işin öyle iddia ettiği gibi olmadığını boğulurken anladı ama bu durum onu kurtaramadı.
Tarih boyunca mutlak hâkimiyetin kendilerinde olduğu zehabına kapılan daha baka nice tağutlar gelip geçmiştir. Ama bu iddiaları onları hazin bir sona sürüklemekten başka bir işe yaramamıştır. O halde bu yeryüzünde bila kaydü şart hâkimiyet iddiasında bulunmak veya bir başkasına bu yetkiyi tanımak manasız bir söz olmaktan öte bir mana ifade etmez. Çünkü fiiliyatta bunun karşılığı olamaz.
Bu sözü Allah Teâlâ dışındaki bir otorite için kullanmak her ne kadar içerik bakımından boş bir lakırdı ise de söyleyene yüklediği sorumluluk tam bunun zıddınadır ve sözün sahibine çok ağır sorumluluklar yükler. Örneğin “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyen ve aynı zamanda Müslümanlık iddiasında bulunan bir kişi, bu sözü ile; “Ortaçağda inmiş bir kitap, bu gün bizim hayatımıza (haşa) karışamaz, üzerinden yaklaşık on beş asır geçmiş olan peygamberin uygulamaları bizi (haşa) bağlamaz. Biz kendi inanç dünyamızı kendimiz oluşturur, kendi hayat yolumuzu kendimiz çizeriz. Bu konuda hiçbir kayıt ve kural tanımayız” şeklinde bir anlayışla bunu söylüyorlarsa bu doğrudan tası tarağı toplayıp İslam’dan çıkmaktan başka bir manaya gelmez.
Ancak bu sözü söyleyenler, bu cümleyi kuranlar bu cümleye yukarıda işaret ettiğimiz içeriği yüklemeden:
“Milli sınırlar içerisinde idarecileri belirleme, yöneticileri seçme, belli bir zümreye, kişi ya da kuruluşlara değil de doğrudan milletin kendisine aittir” şeklinde bir anlayış ve düşence ile söylüyorlarsa bu düşünce şekli birincisinin doğurduğu neticeyi doğurmaz.
Bununla birlikte insanları yanlış itikatlara sevk etme riski taşımaktan da tamamen ari değildir. Bu manada da bu tür ifadeleri kullanmaktan kaçınmak en salim yoldur.
Mustafa Kasadar.