Modern Çağın Cahiliyesine Karşı Ümmîleşebilmek
Ehlullahın hak yoluna revan olan salihleri tanımlamak için kullandıkları kavramlardan biri ibn’ü-l vakt (zamanın çocuğu) kavramıdır. Dikkat-i calip nokta ‘zamane çocuğu’ değil ‘zamanın çocuğu’…Bu kavramın edebiyatımızda bulduğu karşılık üstadNecip Fazıl’ın gençliğe hitabesinde “zaman bededir vemekân bana emanettir şuurunda bir gençlik” şeklinde yer bulmuştur. Yani, hak yoluna revan olan ehl-i hakkın temelkarakteristiközelliği, içinde bulunduğu, kulluk yürüyüşünü sürdürmek zorunda olduğu ve sorumlusu olduğu çağın -Yusuf Kaplan hocanın ifadesi ile- “tüm ağlarını, bağlarını ve bağlamlarını biliyor” olmasıdır.
Bir kişi eğer içinde bulunduğu çağı, bu çağın hayat akışı içinde kendisine kurduğu tuzak ağları, ellerini ayaklarını bağlam üzere tertiplenmiş bağlarını bilmiyorsa, hak ehli olması, olsa dahi kalması, kalsa dahi hak ehlinin yolunu sürdürmesi olanaksızdır. Zira içinde yaşadığımız modern çağı betimlemede kullanılabilecek en ideal kavramlardan birinin bukalemun çağ olduğu kanısındayım. Yani öyle bir zamanda yaşamaktayız ki; bu çağda renksizlik en makbul görünüş, tarafsızlık en makul duruş, yönsüzlük en makbul hal olma durumunu almıştır. Böyle olmalı ki çağ istediği gibi sana dönük ağlarını kurabilsin, seni bir şekilde bağlasın ve bağlamları ile seni bir şekilde adeta narkozlasın. Adına hız ve haz çağı dediğimiz bu bukalemun çağ (modern çağ) farkında olarak veya olmadan bir şekilde insanları ifade ettiğimiz hallere sevk etmekte. Bu korkunç halden ari olmak veya kurtulmak zor; kimileri için ise nerdeyse muhal gibi durmakta. Bu yanlış gidişatın doğru olmayan doğal sonucu olarak zihinler dağınık, bedenler yorgun, ruhlar yılgın adeta yığınlar halinde bir yaşam sürülmekte. Hayataanlam katan değerler, özeller dahi nesneleşme tehlikesi ile karşı karşıya. Adeta ‘Başlar pabuç, pabuçlar başa dönmüş’ bir keşmekeşlik hali hüküm sürmekte.
Çağın medar-ı iftiharı olan iletişim ve teknoloji vesilesi ile global bir köye dönmüş dünyada inşalar özgün ve özgür olmahaklarını gönüllü olarak terk etmiş. Üretilen kavramlar, pohpohlanan, özendirilen hayatlarla bir nevi insanlar gönüllü esirlere dönüştürülmekte. Vahim olanı ise bu halin özgürlük olarak lanse edilip pazarlanmasıdır.
Genel anlamda süregelen bu durumun yanında beslendikleri (iddia/zan ettikleri) kaynakları bakımından uyuyan insanlığı uyandıracak, yerinde sayan medeniyeti yürütecek, tüm insanlık hatta varlıklar adına umut ve ümit kaynağı olacakMüslümanlarabaktığımızda, onlar dahi bu melez modern zehirden fazlası ile nasiplerini almış görünüyorlar. Düne kadar varlığını imanı, inanç esasları/değerleri ile mezc eden nice şahıs ve şahsiyetler bugün, birbir dünkü söylem ve iddialarını (farkında olarak veya olmadan) çiğnemekte. Geriye kalan azdan az dertli ve derdinin dertlisi azınlık ise dört biryandançepe çevre etrafını saran derbederlikleri gözlemekten bıkkın duruma gelmiş.Adetaanı yakalamak ve anın lazımını tesbit, teşhis ve tedavisine yönelmekten bizar gibi durmakta. Bunun yanında birde beşer olmanın, imtihan yurdunda yaşamanın sonucu olarak bir şekilde hayatlarında yer alan kişisel, kurumsal ve meşrebi farklılıklar ve zaaflar devreye girince, karşımızda sadece yorgun, umutsuz ve ümitlerini yitirmiş biçareler görmekteyiz.
Evet biliyor ve inanıyoruz ki imanımızda/inancımızda umutsuzluğa, ümitsizliğe yer yok. Ama gerçekten şahidi olduğumuz ve kulluk yürüyüşümüzü sürdürdüğümüz bu melez modern çağda bir yöne sahip olmak, bir yola revan olmak ve yol alabilmek için bir dip dalgasına ihtiyaç kaçınılmazdır. Yani, özelde dareyn saadetimiz, genelde bir varlık ortaya koyabilmemiz için, yeniden sıçrayarak beklenen umut ve ümidin kaynağı olabilmemiz için bir dip dalgasına, itekleyici ve bizi boğulmakla yüzyüze kaldığımız bu modernizm denizinin dalgalarından çıkartıp yüzeye hatta göklere çıkartacak bir güce, bir sıçrayışa, şahlanışa ve yeni bir varoluşa ihtiyacımız var.
Bunun içinde Efendimizin(s.a.s)hadis-i nebevilerinden süzülen hakikat ışığı çerçevesinde ehlullahın ifade buyurduğu“Bu ümmetin başını ne doğrulttu ise sonunu dao doğrultacak” hakikati, pusulamız olmalıdır. Yani ümmetin önüne, öncülerine ilk kurucu nesillerine ve bu nesillerin rehber, önder ve mualliminin hayat evrelerine bakmaya muhtacız. Yani yeniden ümmileşmemize, Hira evresinde kendimiz olmaya, kendimizi bulmaya, yeniden bazı şeylere Lâ dememize ihtiyaç var. Ümmileşmeden kastettiğim, yaşadığımız bu çağda ailemizden/çevremizden, aldığımız eğitimden, beslendiğimiz kültürden vs. elde ettiğimiz tüm değerleri, doğruları, kabulleri bir kenara bırakıp, bunları asıl olmasıgerekenvahy-i ilahinin temel iki kaynağı (Kur’an-ı Azim ile Sünnet-i Sahiha) süzgecinden geçirerek yeniden benimizi oluşturmaya ihtiyacımız var.
Bir Hira sürecine ihtiyacımız var; yani benlikolma, benimizi bulma ve benimizi, bizi biz eden hakikatlerden beslenerek oluşturmalıyız ki, o hakikatin kendinden menkul gücü ile varlığımıza bir temel oluşturabilelim.
Akabinde,Efendimizin(s.a.s.) ve güzide talebeleri olan ashab-ı güzinefendilerimizinhayatlarındaki temel nokta olan ve vahy-i ilahîninrabbani metodolojisinin sırrını barındıran Mekki evreye geçebiliriz. Bu evreki Hira evresi dediğimiz, kendimizi arama, bulma ve olma aşamasının ardından, hazırladığımız bu zeminin üzerine ontolojik hakikatimizin temellerini atabilir ve doğru bir bina inşa etme sürecine girmiş oluruz.
İnşa edeceğimiz bu ontolojik hakikatlerden sonrasında bireysel, ailevi, sosyal, siyasal vb. tüm alan ve sahalarda sağlıklı bir güzergâh ve yol belirleme imkanına sahip olabiliriz. Bu durum bizlere eşya ile olanilişkilerimizde sağlıklı ve rabbani bir duruş verecektir. Ancak bu rabbani duruşla yolumuzu, yönümüzü ve yürüyüşümüzü sürdürme imkân ve olanağını bulabiliriz.
Şimdi bir şekilde her şeye rengini katan, her bir şeyi melezleştiren, tüm hakikat kavramlarının dahi içini boşaltıp kendince bir şekle sokan, bukalemun modern çağdaki hayatımızda var olan fluluğu bertaraf edip, saf/sade bir zihin ile yola revan olma vaktidir. Bunu yapabilmek içinde kâinatınyegâne sahibi, yaratan ve yaşatanı olanAllah(c.c.) ve O’nun resulünün biz insanlığa sunduklarıilahî nefha ile yeniden dirilme vaktidir. Bu fırsat geldi, kimi için geçti kimileri içinde hızlıca geçmekte. Bizler bir yönü ile bize emanet edilen yaşamımızı sürdürmekle mükellefken diğer bir yönü ile yaşadığımız çağa şahitlik yapmakta ve bu çağdan sorumlu olduğumuzu unutmamakla mükellefiz. Bu nedenle yapıp yapmadıklarımız ferdi birer tercih olmanın yanında,bunun bir şekilde yaşadığımız hayata ve hayattakilere etki eden durumlarıortaya çıkardığını degözardıetmememiz gerekir. Bu bilinç ve şuurla hak yoluna revan olmak ve bu yolda yol alabilmek için ümmetin öncü ve önderlerinin vahy-i ilahinin ruhuyla beslenerekortaya koydukları asıl ve esasları kendimize ölçü almamamız ve bu ölçülerle yeniden bir diriliş muştusu ortaya koymamız hayatiyet arz etmektedir. Çağını bilen, çağrısını duyan ve muhtaç olduğu çağrıyı yeniden kuran çağının öncüsü, çağını kurmakla memur, muvazzaf ve mesul olma şuurunda şahsiyetlerden olma temennisiyle…
Selam ve dua ile…
Muhammed Şevket Gökşan.