* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: insan unuttu  (Okunma sayısı 964 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
insan unuttu
« : Mayıs 18, 2015, 06:20:11 ÖS »
insan unuttu!..


Neyi ve kimi?

En başta kendini ve sonra da ölümü.

Var mı bilen son gününü son saniyesini ömrünün var mı?

Sonra kalbini ve Rabbini unuttu insan. Unuttuğumuz o kadar çok şey var ki...

Tarlalardaki buğday başaklarının rüzgârın ninnisiyle salındığını da unuttu. Kırlara çıkmayı çiçeklere bakmayı unuttu. Binler meyve veren ağaçları kuru odunlardan ibaret olan bu mübarek ağaçların nasıl meyve verdiğini de unuttu. Ağaçların birer postacı olduğunu unuttu. Mektubu açtı okudu ama göndereni unuttu…

Üstüne kurşun gibi düşmeyen tek tek gönderilen yağmur taneciklerini de unuttu. Sonsuz rahmeti unuttu. Üst üste bindirilip de balyalar hâlinde inmeyen kar tanelerini de unuttu. Kimin hangi ince hikmetle onları bir bir gönderdiğini de unuttu.

İnsan bu dünyaya muhteşem ve muazzam bir dâvâ bir ideal için gelmişti. Omuzundaki yükü ve sırtındaki küfeyi bırakıp kaçan bir hamal oldu. Hâlbuki hamal yükün altında güzeldi...

Neyi unutmadı ki insan?...

ALLAH’ın kendisine yaptığı bunca iyiliği çok çabuk unuttu. Gökyüzündeki ayı güneşi yıldızları tarlaları unuttu baharı çiçekleri unuttu kırları kuşları unuttu. Zamanın oralarda ne kadar yavaş geçtiğini de unuttu.

Bir filmden küçük bir sahne:

Ünlü bir fotoğrafçı kırlarda hayvanları otlatmakta olan mal sahibine bakıp:

“Çoban nerde?” diye sorar.

“Ona bazen izin veriyorum” der patron. Fotoğrafçı:

“İşleri buradan mı takip ediyorsun?”

“Evet cep telefonu yeterli.”

“Burada niçin bulunuyorsun maksadın ne?” Patron bir göz kırpıp şu cevabı veriyor:

“Dostum kırlarda zaman yavaş geçiyor bunu fark ettim. Onun için bazen çobana izin veriyorum vaktin kıymetini bilmeye çalışıyorum.”

***

Vakit bereketini kaybettiyse eğer anlamsız telâşımızın ve bitmek bilmeyen lüzumsuz bir yığın işlerimizin de suçlusu biziz.

Ve en kötüsü insan ölümü de unuttu. Hem de ne unutmak! Dünyasında böyle bir kaygı bile yok. Geçenlerde arka arkaya gelen ölümler üzerine tanınmış bir san'atçı televizyon ekranlarından şöyle sesleniyordu:

“San'at dünyamızda bir yaprak dökümüdür başladı bu aralar. Ölümler çokça olmaya başladı. Biri bunlara dur demeli.”

Ne demek istiyordu bu garip insan? Gayet açık. Ölümü hayattan bu kadar dışlayıp çıkarınca onun Yaratan’ın bir fiili olduğunu düşünmek aklına bile gelmiyor insanın. Ölümü unutmak ömrü uzatmıyor. Ölümü unutan insanı ölüm unutmuyor. İnsan sadece unuttuğuyla kalıyor o kadar.

Zannediyor ki Yaratan istediği zaman değil de kendi istediği zaman ölecek bu insancık. Ne büyük bir gaf ne büyük bir gaflet aman ALLAH’ım! Gafletin de mertebeleri var…

Evet insan kendi nefsinde ve kendi dünyasında sınırlı kalınca görün işte neler söylüyor. Oysa kâlp ve ruh gibi daha üstün mertebeleri de vardır insanın. Nefsin kendi başına buyruk olması tehlikelerin en büyüğü.

Sanki donmuş uyuşmuş bir hayatın üzerine ruh üfleniyor her sabah ılık ılık. Kim farkında? Ezanlarla başlıyor her sabah uyanış. Bu seslerle doğuyor yeni bir gün. Tevfik Fikret’in dediği gibi: “Bütün tabiat o dem / Kıldı secde-i şükran.”

Kâinat ayakta insan yatakta. Olur mu hiç?!

Evet böyle bakınca ne kadar güzel oluyor yaşamak. İnsana yakışan verdiği sözü hatırlamak o söze sâdık kalmak.

Ölümü durdurmak ölümü öldürmek ölümü kaldırmak mümkün mü? Ne kadar arzu ederdim o insanın hayat hakkında doğru bir söz söylemesini ne kadar. Kendimi o insana karşı suçlu hissediyorum vazifemi yapmadığımı düşünüyorum yapamadığımı düşünüyorum.

Evet Kur’ân-ı Hakîm’in sayfalarını bir açıp baksa ve okusa bir baksa insan Rabbinin kendisine neler neler söylediğini duyacak:

“And olsun ki Biz bu Kur’ân’da insanlar için her çeşit misale yer verdik.” (Rûm Sûresi 5.

“Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları bilenlerden başkası düşünüp anlamaz.” (Ankebut Sûresi 43).

Yine Araf Sûresi’nin 176. âyetinde:

“Kıssayı anlat belki düşünür öğüt alırlar” buyrulur.

Evet öğüt almak ders almak ve bu dersin etkisiyle uyanmak…

Ne güzel söylüyor şair Cahit Irgat:

“Bir damla düştü gözlerime / Geçen buluttan / Hatırladım inanmanın ne olduğunu.”

“Hatırla ki” diye başlayan bir âyet vardı. Anılması bile hiç söz konusu bile olmayan bir su damlası hâli vardı ki insanın onu da unuttu. Onu hiç unutmayan Rabbini de unuttu. ALLAH da ona kendini unutturdu. Şimdi cehennemî bir azabın içinde kıvranıp duruyor insan. Daha cehenneme gitmeden dünyada tadıyor bu azabı. Şeytanın adımlarını izlememeliydi insan. Şeytan Rabbini unutmuştu kalbinde mârifete zerre miktar yer kalmamıştı. O zulmânî hâli bize de lâyık görmeye çalışıyor. Şeytan insana önce kendini unutturur sonra ALLAH’ı. Bu tuzağa dikkat 13. Lema’da çaresi var bir bak.

Sonra; unutan insan diklendi durdu Rabbine karşı. Ne yüzü ne de hakkı vardı isteyecek. Her şeye rağmen Rabbi son derece merhamet ve şefkat sahibiydi. Onu her türlü isyana rağmen kulluğuna layık gördü.

İnişler çıkışlarla dolu hayatında hep zikzaklar çizdi durdu insan. Hazreti Mevlânâ’nın dediği gibi: “Hayvan hayvanlığıyla kurtuldu melek melekliğiyle. İnsan ikisi arasında yalpalayıp durdu.”

“Ne olacak hâlimiz?”

Bu soruyu günün her saatinde sormalıyız kendimize. Elimizden bir tutanımız yoksa bizi bizden daha çok bir düşünenimiz yoksa ne olacak hâlimiz? Evet her günün sabahında içimizden yankılanan sesler yükselmeli. Vicdanımızı dinlemeliyiz ve onun sesini duyup tövbeye yönelmeliyiz. Uyanışımız bugündür belki bu sabahtır. Pişmanlık duyulmayan ve tövbe ile uyanılmayan her sabah hafif bir rüyadan daha ağırına geçmektir.

Uyanmak; kafa gözünün açılması değil kâlp gözünün açılmasıdır.

Herkes bir şeylerden sorumlu insan ise bütün kâinattan. Şükrün bir çeşidi de namaz ile kendisine verilen bütün nimetlerin Rabbine karşı takdimini de içeriyor. İbadeti terk eden kâinatın ibadetini de görmüyor göremiyor.

Ve insan unuttu. Ahd-ı misâkı Elest meclisinde verdiği “Kâlû-belâ” sözünü de unuttu. Hatırlaması gerekir ölmeden önce ona birilerinin niçin dünyaya gönderildiğini hatırlatması gerekir. Yolu yolculuğu kılavuzu ve o rehberin elindeki kitabı kitaptaki işaretleri hatırlatması gerekir. Attığı her adım onu bir daha asla dönmemek üzere ebedî bir âleme götürüyor. İnsanın uyanışını bekliyor bütün bir kâinat. Bu kâinatta insan olan bir insan eğer yoksa kâinat da yok kâinattaki mahlûkat da yok adeta.

Kâinatta bir ustabaşıdır insan. Ustabaşı işinin başında değilse diğer işçiler çalışıyor denemez. Gözcülük görevini şahitlik yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekir insanın. Hayretli bir nâzırdır bir dellâldır bir ustabaşıdır insan görevinin başında olmalıdır. İnsan iş başında değilse kâinatın çalışmasını işleyişini görmüyorsa yarın ne söyleyecektir ne anlatacaktır Rabbine karşı bu insan? Hiçbir şeyin mânâsı yoktur onun nazarında. Her şeyin sorulacaktır bir bir hesabı. Unutmak çare olmayacak unutmak bir mazeret teşkil etmeyecektir.

Bilmeliydi insan bunu unutmamalıydı hiç. İnsan unutunca ona hatırlatma görevini yapacak bir şeyler gerek.

Sadî Şirazî’den bir öykü:

“Bir gün annemin kalbini kırmıştım. Kalktı yan odadan küçük bir beşik getirip önüme koydu.”

“Evlâdım” dedi. “Küçükken seni ben bu beşikte sallayıp büyütmüştüm.”

Sadî Şirazî bu hatırayı hayatı boyunca hiç unutmadığını söylüyor. Evet bazen hatırlatma görevini bir beşik yapar bazen de bir sel felâketi. Kayar gider ayağımızın altından her şey su gibi. Ömür de öyle geçer gider. Bir yere tutunmalı ellerimiz. Yoksa akıntıya kapılıp gideriz. Dünya ve içindekiler güçlü bir anafor oluşturuyor bizi kendine doğru çekiyor. “Daha daha” diye saldırırken hırsla dünyanın daha fazlasına nice canlar gidiyor nice ömürler tükeniyor.

Ne güzel diyor Hâfız-ı Şirazî: “Neye alıştınsa onları terk et onlara aykırı olan şeylere yapış da muradına ulaş.” İnsanın insanca yaşamasına yetecek kadar nasip her zaman vardır bu dünyada eğer eceli gelmediyse vakti tükenmediyse.

Hikmetli ve güzel bir söz duydum yakınlarda:

“ALLAH’ı zikirden gâfil olmayınca ne bir ağaç yıkılır ne de bir hayvan av olur.”

Değmiyor ebedî hayatı kaybetmeye değmiyor dinin gereklerini yerine getirmeden yaşamaya değmiyor. Bediüzzaman ne güzel diyor: “Biz dini severiz dünyayı da din için severiz.”

Ve insan unuttu.

“Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden / Sonunda din de gitti dünya da elimizden” diyen şair haklı çıkıyor her zaman. İnsan unutmaya devam ettikçe kaybı hep büyük olacak kazancı ise hep küçük. Evet mülk O’nun nimetler O’nun biz de misafiriyiz O’nun. Nimetlerin bolluğu ucuzluğu ALLAH’tan olduğu ve ALLAH yarattığı için.

İki arkadaş konuşuyordu ölen birinin ardından. Biri “Ne bıraktı?” diye sordu. Diğeri “Nesi varsa hepsini.” dedi. Diğeri “Eğer ölen ilmiyle âmil ise geride bıraktıklarından daha fazlasını da yanında götürmüştür; merak etme.” dedi. Bir gün kampanalar çalacak “şimdi paydos” diyecekler. Unuttuğunu fark etmek ve uyanmak da bir nimet. O nimetin nimet olduğunu anlamak da bir nimet. Gökler ve yer dolusu hamdler ve senâlar o Yaratan’a ki bütün sonsuz ve sayısız nimetlerini lütfettiği için.

Evet Peygamber Efendimiz (as.m.) bir hadis-i şerifinde bizi bu dünyanın nimetleri hakkında daha duyarlı olmaya ve unutmamaya çağırır:

“Kıyamet gününde kula nimetlerden sorulacak ilk sual: ‘Bedenine sağlık vermedik mi sana soğuk su içirmedik mi?’ olacak.”

Bu çağrıya uyan her kula ayrı bir lütufta bulunacak Rabbimiz.

Unutmanın yerini uyanışa terk etme vaktidir artık. Unutuşun hayatımızda nasıl bir yer tuttuğunu sorgulamanın da şimdi tam zamanıdır...

Selim GÜNDÜZALP