Bahar Yolcusu
Ölüm bazen haber vererek gelir; yavaş yavaş.
Bazen de beklenmedik bir anda yıldırım gibi düşer...
Gündelik telâşımızın arasında alırız bir yakınımızın ölüm haberini. Dünyaya ait bir sürü plân ve programımız varken bir anda alt üst olur o günkü hesaplarımız. Tam dünyaya dalmış, ‘son’lu olduğumuz gerçeğini unutmuşken, aldığımız ölüm haberiyle âdeta bir şok yaşarız.
Granit heykeller gibi kendimizi yalancı saltanatların imparatoru ilân ettiğimiz bir zamanda; ‘ölüm’le nice tahtların yıkıldığını, nice sarayların talan olduğunu hatırlarız. Dağ gibi bir hakikatin karşısında un-ufak olur benliğimiz. Yenilginin en ağırını yaşadığımız bu demde ne söyleyecek sözümüz kalır, ne de konuşacak dermanımız.
Bu derin gerçek karşısında boyut değiştiren ruhumuz, bizi görünen şu âlemden alır, elle tutamadığımız, gözle göremediğimiz, ama bütün hücrelerimizle hissettiğimiz bir âlemin kapısından içeri bırakır.
Haberini aldığımız kişi artık yoktur hayatta. Fakat onunla paylaştıklarımız, albümde tebessüm eden fotoğrafı, unutulmayan hatıralar asla yok olmaz. Onunla birlikte yaşananlar film şeridi gibi geçer gözümüzün önünden.
Kaybettiğimiz annemizse, bir daha ‘Anne!’ diyemeyeceğizdir. O artık bize, gülen gözlerle kapıyı açmayacak, sevgisinin sıcaklığıyla hayatımıza tat katmayacaktır. Her tükendiğimizde:
- Canım yavrum, her şeyde hayır vardır, canın sağ olsun. Sen benim her şeyimsin, gece-gündüz duamdasın, dilimdesin, diye ümit veren çilekeş sesini -hayatımız boyunca- artık duymamız imkânsızdır. Uyurken başucumuza gelip üstümüzü örten, gece gündüz gözyaşlarıyla bize dua eden şefkat âbidesi yıkılmıştır. Bunaldığımızda bizi serinleten muhabbet çağlayanını yitirmişizdir.
Kaybettiğimiz babamızsa ‘sırtımızı yasladığımız duvar’ göçmüştür. Bundan sonra kapı çaldığında elleri dolu dolu kapıdan içeri giren, bayramlarda sıraya dizilip eli öpülen dağ gibi bir varlık olmayacaktır. Eve geç geldiğimizde kimse bize kızmayacak, bir hata yaptığımızda içimizi ürperten, hayatımıza istikamet veren mânâlı gözler bize bakmayacaktır artık. Evimizin temeli sarsılmıştır âdeta, direği yıkılmıştır.
Genç bir evlâtsa gönderdiğimiz; geleceğe ait ümitlerimizi, yaşama sevincimizi de alıp götürmüştür. Dizimizin dermanını kesmiştir. Gülmeyi ayıp sayacağımız bir hayatı yaşamaya başlamışızdır artık. Odası, eşyaları, fotoğrafları... Ve ardında bıraktıklarıyla içimizden büyük bir parçayı koparıp kanatlanmıştır kuş misâli... En çok da kokusunu özleriz evlâdımızın...
Gülen gözlerini bir defa olsun rüyamızda görmek için nelerimizi vermeyiz! Akranlarını her görüşümüzde, her düğünde, her bayramda kalkar kabuğu yaramızın. Dayanılmaz bir hâl alır hasreti yavrumuzun.
Yitirdiğimiz bir dostsa eğer; vefayı, birbirimize katlanmayı hatırlarız. Birlikte oturduğumuz sofraları, okul koridorlarındaki koşuşturmaları, sudan sebeplerle yaptığımız tartışmaları, beş dakika sonraki barışmalarımızı hatırlarız. Okul yıllığındaki resim, hatıra defterimizdeki dostâne cümleler, geleceğe dâir verilen sözler, hedefler... Hepsi ama hepsi bir hatıradan ibarettir artık.
Fânî olduğumuzu bir defa daha hatırlamak lezzetleri acılaştırmıştır hayatımızda.
Ölüm vardır... Bize de gelecektir... Çaresi yoktur...
Tükenmişizdir...
Ama bu, farklı bir tükeniştir. Bedenimiz dışında, başka bir tarafımızın da olduğunu anladığımız bir tükeniştir. Bu tükenişte ‘ben’ biter, ‘ben-ötesi’ başlar.
Beden cihetiyle yok olup, ruh cihetiyle hayata, belki de gerçek (ruh) hayatına devam ettiğimizi hissettiğimiz bir tükeniştir.
Bir daha, neye göre plân program yapmamız gerektiğini düşünmeye zorlanırız. Ölüm haberiyle, hakiki huzur için ölümden sonrasının inşa edilmesi gerektiğini keşfederiz.
‘Gidenin yok olmadığı, gideceğimiz zaman yok olmayacağımız’ bir âleme şiddetle ihtiyacımız olduğunun farkına varırız.
İnancın altın iklime ulaştığı demlerde Yunus’un; ‘Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedi varsın!’ mısralarının muhatabı oluruz. Ölümü bir terhis tezkeresi veya bir şeb-i arûs olarak görmeye başlarız.
Eğer ‘Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölüm’ olmasaydı, başka türlü Hakk’a koşar adımla yaklaşmamız mümkün olur muydu?
Ey baharın yolcusu! Bütün bunları senin ölüm haberini aldığımda düşündüm. Sen bana aslımı hatırlattın; ölümünle, bir defa daha ‘topraktan gelip toprağa gideceğimi’ anlattın.
Her kandilde telefonuma dua yüklü mesajın gelirdi. Bu kandilde sıra sıra gelen mesajların arasında seninki yoktu. Tuhaf bir burukluk çöktü yüreğime. Şimdi de ben sana dua yüklü bir mesaj gönderiyorum. Mezuniyet yıllığınızı elime alıyorum. Acı bir tebessümle derin derin yüzüme bakıyorsun. Yıllığa karaladığın satırları okuyorum. ‘Okulunu ve ülkeni en güzel şekilde temsil etmek istediğini...’ yazmışsın. Rabb’im bu duanı kabul buyurmuş. Seni okulundaki yüzlerce kişi arasından seçmiş. Müsterih ol! Ülkesini temsil edecek her arkadaşın da senden ibret alacak.
Bak yıllıktaki isimlere bir bir dua ediyorum senin vesilenle.
Ey ölümün genç ihtiyar herkese ne kadar yakıştığını gösteren yolcu!
Meğer sen ârifâne sükûnetinle ne büyük bir yolun yolcusuymuşsun!
Meğer sen tertemiz ahlâkınla, berrak edebinle ne güzel bir mekânın hazırlığındaymışsın!
Ne mutlu sana ki, dünyanın kirine pasına bulaşmadan; bahar kadar taze, bahar kadar temizken ayrıldın aramızdan. Bu ilâhî yarışta hepimizi geçtin ve hepimizden önce Sevgili’ye kavuştun.
Ne mutlu sana ki bizleri dünyaya daldığımız bir esnada, gafletin öldüren kollarından aldın, ölümlü olduğumuzu hatırlattın. Kalb ve ruhumuzun hasretini çektiği menzile yaklaştırdın.
Ne mutlu sana ki, sevenlerinin omuzları üstünde giderken, dâhil olduğun dairenin büyüklüğünü dosta-düşmana ilâhî bir ders gibi anlattın.
Ey bahar yolcusu!
Ey pek çok kişinin dua etmesine vesile olan yolcu!
Bize tohumların çiçeğe gebe olduğu bir bahar mevsiminde, hakiki baharı hatırlatarak ne büyük bir iyilik yaptığını bir bilsen!
Ölümü hatırlattığın kişi sayısı ve sana edilen dualardaki harfler adedince Rabb’im sana rahmet, ailene de sabır ihsan eylesin... Öbür taraftaki Hak dostlarına, bizden selâm söyle.
Müjdeler sana, endişeler bize.
Dualar sana, korkular bize.
Ebedî âlemde biz sevenlerini unutma.
Rabb’im bizi kendine, dostlarına ve birbirimize ebedî dost eylesin.
AMİN.
Nurgül Özcan.