* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Uzak mektuplar  (Okunma sayısı 622 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Uzak mektuplar
« : Mart 27, 2017, 12:28:20 ÖÖ »
Uzak mektuplar

Sana çok öteden yani bir nefes uzaklık mesafesinden yazıyorum. İnsanın insana olan uzaklık mesafesinin artık millerce olduğunu biliyorum. Hayır eline metre alıp ölçebileceğin bir uzaklık değil bu. Ruhların mesafesi.
 
En son hangi ruha bağlandım hatırlamıyorum. Aslına bakarsan biz bu alemde sürekli çarpışıyor fakat birbirimizi asla göremiyoruz. Ha duvar ha ruh. Ha su ha ruh. Ayırt edenler aklına veda etti.

Bense arada kaldım. Hem gerçeği sezer gibi oldum hem hiçbir şey anlamadım.
 
Seni anlamadım mesela. Nasıl değiştin hangi saatte hangi mevsimde hangi tarihte. Sebep olan neydi rüzgârın ters yöne dönmesine. Dostları düşman düşmanları dost görmen ne vakit başladı anlamadım.
 
Bu ilk değil son da olmayacak biliyorum. Dost olup düşmana dönüşmek bağışıklık oluşturacak kadar tekrar etti bende. İnsanlar önce samimi olup sırları aldıktan sonra düşmana dönüşüyorlar.

Bu hep böyle devam ediyor. Sektesi olmadan.
 
Hata bende olabilir. İnan defalarca düşündüm rüyalarda düşünmeyi sürdürdüm. Fakat bir sonuca ulaşamadım. Ben iyi şeyler yaptıkça işler yolunda gitmedi. İyilik köprü kurar derler ben o köprüleri ancak yıkılırken gördüm.
 
Sana bir tavsiyem olacak. Düşman olacaksan hiç dost olma. Birilerinde yer edinme, haksızlık bu.

Sonra bir araya gelip dedikodulara dalıyorsun. Yüzüne iyi söylediklerini ardından taşa tutuyorsun. Onlar seni dost biliyor sense kuyular kazıyorsun.
 
Doğrusu bunu ilk anladığım gün derin bir boşluğa düşüyorum. Her defasında aynı darbenin tecrübesi olsa da acısının sarsıcılığı hiç şiddet kaybetmiyor. Birkaç gün ruh olarak dolaşıyorum.

Birkaç gün nefes alamıyorum. Birkaç gün adımı unutuyorum. Sonunda seni unutmaya başlıyorum.

Her gün kendimden bir parça koparıp atarken seni eksiltiyorum aslında. Sen, dost bildiğim düşman. Seni yok etmek için kendimi sildim.
 
Bir boşluğa dönüştüm. Tarih durdu zaman dondu bende. Robotvari yürüdüm sokaklarda. Bilincimi açık tutmak için çabaladım. Baş dönmelerim yollara tutunmam, senin görünmez darbenin artçılarıydı. Seni silmek için kendinden geçtim.
 
Dostluk kolay mı oluşur ki silmek kolay olsa. Bir de her şeyin yalan olduğunu anladığın o an.

Pişmanlık mı duymalıdır insan? Değer verdiği için hayıflanmalı mı? Ne önemi var, ne yararı var ki bunun. Hayıflanınca toplanıp gidiyor mu geçmiş, değişiyor mu biraz olsun?
 
İnsan uzak mesafe ile geçinilmesi gereken bir varlık. Öğrettiği bu sadece. Ne pişmanlık ne gam.

Olan biten insanın gerçek olamayacak kadar sahte olduğunu gösteriyor. Çünkü hased gerçek bir samimiyetin perdesidir. Dost olmak için o perdeyi kaldırmak lazım. Lakin kaldırmak epey güç.
 
Bunun iki yönlü olması için hased kavramının yeryüzünden silinmesi gerekir. Oysa o Kabil’den miras, Habil’in ölümünden mesul.
 
Yine de üzüldüm Kabil olmana. Dost olmak daha kolaydı görebilseydin kavrayabilseydin. Hem ödülü anlayacaktın ceza sanarak sinirlenmek yerine. İşte o zaman kızgın değil mutlu olabilirdin.

Sinirli değil huzurlu. Alaycı değil mütevazi. Seven olabilirdin, yıkan değil. Ama görüyorum ki kardeşim sen baltayı seçmişsin ben ekmeği.
 
Elveda o vakit.


Yolculukların en güzeli

Gerek yok hazırlamaya bavulunu. Bu defa ihtiyacın olmayacak hiçbir şeye. Yalnız sen olacaksın. Sen ve biriktirdiklerin.
 
Nasıl günlerin olmuştu neşeyle mi dolu yoksa bir hüsranın içinde yoğrulup durduğun günler mi? Sabır mı çektin hayalden hayale mi uçtun?
 
Ya sevdiklerin? Bir elin parmaklarını geçer miydi saysan. Yoksa milyonlarca el yetmez miydi onları hesaplamaya.
 
Yaşadığın yer nasıldı ya bir kiralık dairede kıt kanaat mı geçinirdin, döşemeleri eskimiş duvarları dökülmüş koltukları eprimiş bir hayatın mı vardı yoksa her şeyin dört dörtlük olduğu pırıl pırıl bir manzaran mı? Modaya göre sürekli yenilediğin perdelerin dilden dile mi dolaşırdı komşularda.

Hele en son aldığın o antika parça. Sahi kaç para vermiştin ona?
 
Şimdi senin için zor mu olacak bu seyahat yoksa sen de bugünü mü bekliyordun, gün mü sayıyordun bu yolculuk için.
 
Hiç durup düşünmek istemediğin o yolculuğun içindesin şimdi. Ayrılıyor senden bir bir sevdiklerin, unutamam dediklerin vazgeçilmezlerin. Paylaşmaya kıyamadıklarını paylaşacak başkaları az sonra. En sevdiklerini elini sürmeye kıyamadıklarını alıp eskitecek kıracak parçalayacaklar.
 
Benim deyip durdukların şimdi ellerin oldu. Bunu düşünmüş müydün?
 
Bir ev alırken ikincisi için para biriktirip üçüncüsü için arsa arayan sen hangi evini taşıdın öte âleme? Ya sırattan hangi aracınla geçtin mercedes ile mi bmw ile mi?
 
Önemi kaldı mı ya o sevinçlerin kederlerin. Tartışmaların ve kırılan kalplerin. Sen haksızsın davası uğruna sarf edilen ağır sözlerin.
 
Şimdi şu yumuşacık toprağın altında ufacık böcekler gezinirken bembeyaz örtüne güvenerek rahatlıyorsun. Oysa her şey gibi o da mahkûm çürümeye. İşte o vakit etlerinin üzerinde gezinip duracak seni yavaş yavaş tüketecekler. Yalnız onlar mı? Toprak seni parçalayacak içindeki
mikroorganizmalar ile. Senden geriye kemiklerin bir işaret gibi asılı kalacak toprağın koynunda. 
 
Şimdi sana tek bir soru sormak istiyorum: Değdi mi?
 
Değdi, dediğini duymayı nasıl isterdim. Ama dünya, bu yalan şeyde ne değerli ki onun uğruna kırıp dökmen değmiş olsa.
 
Fani uğruna baki olana ihanetin azabıdır duyacağın. Boynunda asılı kul hakları ile kim bilir huzura nasıl çıkacak acını nasıl dindirecek nihai sondan nasıl kurtulacaksın. O gün de pişman olmasan ne güzel olurdu. Hâlâ gülebilsen, ne hakları var ki sanki üzerimde diyebilsen.
 
Gelmez sandığın bir hayal gibi inandığın o gün geldi işte. Bırak bavulunu, pahalı saatini, telefonunu. Orada çekmez hiçbir hat. Zaman durur. Takvime ihtiyacın yoktur. Duvarlarıyla vedalaş güzelim evinin, baba evinin, kimselere veremediğin kıyamadığın bölüşemediğin evinin.

Anahtarlarını bırak otomobilinin. Onunla çıkmayacaksın bu son seyahate. Rengi yeşil, sevmesen de, üç yanı açık şu araba ile gideceksin son evine. İçinde hiç kımıldayamayacağın o daracık tahta sandukaya uzanıver de bitsin bu yazı.
 
Mahşerde görüşmek üzere.

Üvey Hayat

Bir şeye sonradan dahil olmak tatsızdır. Dahil olsanız da eksik hissedersiniz. Esasında tam olarak dahil olmanız mümkün değildir. Sizden öncekilerin pek çok paylaşımı zamanla oturan bir samimiyeti anıları vardır. Kimin gücü geçmişteki anılara sızmaya yeter ki.
 
Dışarıda kaldıkça soğuduğunuz tek bir şey var, hayat. 
 
Hayat böyledir bazıları için. İlk kuruluş anında yoksanız birlik olmanın anlamını tam kavramanız kolay olmaz.
 
Bir aileye eklemlenmek gibidir bu. Üveylik. Hayata üvey olmak nasıl bir histir ya?
 
Önce rüyalarda görüp sonra yaşamanın korkunçluğu gibi. İki kere tekerrür eden ıstırap. Çile çift boyutlu. Ölüm acı doğum hep iki defa.
 
Savaştan çıkıp gelen, ölümden çıkıp gelen bir yurdun ranzasından çıkıp gelen o çocuğun hayata karışmaya çabası. Hayat hep ayrık otsu dikensi ve yavan. Konuşmak yorucu.
 
Utanmayan had bilmeyen babaların sahtekârlıkları ile düzdükleri yolsuzluklar. Yüzü kızarmadan sahte hesaplar açıp paylaşımlar yapan bu hadsizlerin haddini bildirmez mi Rabbim.
 
Koparıp attığınız hayatlara miras uğruna dönmeniz yok mu, kimliklerin kopyasını yapıp menfaatiniz için kullanmanız, sonra ceza almadan yürüyüp gitmeniz. Sizin bu yüzsüzlüğünüz sizin bu ruhsuzluğunuz.
 
Bizim ruhumuzu çoktan çaldılar dostlar. Küsmek için değer vermek gerekirdi değer kalmayınca küslük de kayboldu. Yüzeyden bir selam, fasulyeden bir arkadaşlık, temeli baştan yıkık yuva. Güvensizlikten başka bir şey kalmadı bize. Bizde bizden başka ne kaldı?
 
Yalan haberler, sosyal medya faciaları insanı insana karşı biledi. Bir şey duyunca inanmakta zorlanıyoruz artık. Sırtımızı dönebileceğimiz kimse yok. Gözü kapalı boşluğa kendimizi bıraksak tutacak kimse de. Sır dediklerimizi verdiğimizde vurulunca anladık anlatmamayı.
 
Bir başarının yerle bir olduğu vakit nazar kelimesinin gücünü hissettik. En sevinçli haberimiz ölüm fermanımızı yazıp tutuşturdu elimize. Keşke bilinmeseydi, anlatılmasaydı vehmi pişmanlık ile yüzümüze çarptı hakikati. Kimse kendisinden daha iyi olan birilerinin olmasını istemiyordu.

Herkes her gün “ayna ayna söyle bana var mı benden daha iyi durumda olan bu dünyada” diye soruyordu artık. Yok etmek için. Kötülük artık ruha ete kemiğe büründü ve bizimle dostluk kurdu. Ona delice saplantılı âşık gibi bağlandık. Nice ipin kesiminde ortaklık ettik.
 
Hiç dönüp bakmadan yaptıklarından zerre miktarı utanmadan yoluna yürüyüp gidenleri hayretle izlerken yitirdik işte. Ruhsuzlaştık o dakikada.
 
Çünkü umursadıkça kaldırılamaz güce ulaşıyordu. Ciddiye aldıkça sırtımıza yük oluyordu.

Bunların altında yitip gidiyorduk. Bir gün duraksadık ve şöyle dedik: İyi ya. Bu nasıl bir “iyi ya” idi bilir misiniz? Bu Kahraman’ın “iyi ya” sıydı. “Ölünce bilyeler nolucak” diyen arkadaşına demişti hatırlar mısınız? Ölen arkadaşına değil de bilyelerine odaklanan o çocuk gibi işte üvey hayat. Ve biz de bu hayata şöyle diyoruz:
 
İyi ya. Öyle olsun.


Hatice Çay.