* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Yahudiler Dost Olabilir mi - İslam’da Kimler Dost Kimler Düşmandır  (Okunma sayısı 1713 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Yahudiler Dost Olabilir mi -  İslam’da Kimler Dost Kimler Düşmandır

Yahûdi ve Hristiyanlara Ehl-i kitap denir. Hazret-i Mûsa ve Hazret-i İsa zamanlarında, bu peygamberlerin tebliğine inanan ve onlara tabi olanlar, Musevî ve Îsevî olarak Müslümandılar. Fakat Muhammed aleyhisselâm gelince ve ona Kur’ân gönderilince, her iki din ve şeriat, yürürlükten kalkmış oldu. Bu iki din mensuplarından Hazret-i Peygamber’in dinini kabul edenler, Müslüman oldular. Fakat kabul etmeyenler, Ehl-i Kitap kaldılar.

 İslam dini, yüce Allah’ın son Peygamberi Muhammed aleyhisselam’a gönderdiği son dindir. Bu dinin kitabı, Kur’an-ı Kerim’dir. Resûl-i Ekrem’e Kitap ile birlikte, onun bir benzeri de verilmiştir (Ebû Dâvud, Sünnet 6).

Bunun adı, “sünnet”tir. Kur’an-ı Kerim’de açıkça, bütün Peygamberlere Kitap ile birlikte “Hikmet”in verildiği beyan edilmiştir (Al-i İmran,81). -Kitap gönderilmeyen peygamberler, önce gönderilen Kitab’ı tebliğ ile mükellef kılınmıştır.- Tefsir âlimleri, âyette bildirilen bu “hikmet”in  sünnet “Mazherî” ve Kitap’ta olmayan vahiy “Râzî” olduğunu açıklamışlardır.
 
İslam’da dost ve düşman
 
Resûlüllah aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm efendimiz, Allahü teâlânın kulu ve peygamberi olarak, yüce Allah’tan aldığı İslâm’ı insanlara tebliğ etmiştir. Bu tebliğ ile: 

Allahü teâlâ’nın varlığını; “bir”liğini; eşi, ortağı, benzeri, oğlu ve kızı olmadığını; her şeye kadir olduğunu; insanı ve evrendeki her şeyi O’nun yarattığını; insanı haram ve helâle riayetle birlikte çeşitli ibadetleri yapmakla mükellef/sorumlu kıldığını açıklamıştır. Bu Tevhîd ve Şeri’at esasları çerçevesinde hareket edenlerin Mü’minler “Allah’ın sevgili kulları” olarak Ahiret’te Rablerinin rıza, rahmet ve ihsanına kavuşarak Cennet’e girecekleri; Allah’a ve Peygamber’e küfreden ve isyan edenlerin de “Allah’ın düşmanları” olarak şiddetli azap yeri olan Cehennemle cezalandırılacakları bildirilmiştir.

Ayet-i kerimelerde  Allah’ın ve Mü’minlerin velisi/dostu (yardımcısı ve koruyucusu) olanlar ile düşmanları şöyle açıklanmıştır:
 
Kimler dost
 
Allah, Müttakî (takva sahibi) olanların velisi/dostudur. (Câsiye,19)

Sizin veliniz/dostunuz, ancak Allah, Resûlü ve iman edenlerdir. Onlar ki, namazı kılar, zekâtı verir ve rükû ederler (farz dışında namaz kılar ve namazlarında “huşû” içindedirler). Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri veli/dost edinirse, (bu durumda) gâlip (üstün) olanlar, şüphesiz Allah'ın tarafını tutan (O’nun dinine iman eden, ibadet ve tâatte bulunan)lardır. (Maide,55-56)

Mü’min erkeklerle mümin kadınlar da (yardımlaşma, koruma ve gözetme konusunda) birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler.

Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara, Allah rahmet edecektir. (Tevbe, 71)
 
Sevgide ölçü
 
Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz kavminiz, mallarınız, evleriniz size Allah’tan ve O’nun Resûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli/gönül bağlayıcı geliyorsa, o zaman Allah’ın hükmü (azâbı) gelene kadar bekleyin.

Allah böyle fâsıklar güruhunu (iman ve bağlılıklarını düzeltmedikçe) hidayete erdirmez. (Tevbe,24)

Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerden anneleri, babaları, oğulları, kardeşleri ve yakın akrabaları da olsa, Allah’a ve Resûlüne düşman olanları sevdiklerini ve onlarla dostluk kurduklarını göremezsin. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve yerleştirmiş, ayrıca kendi katından bir rûh (ilâhi bir nûr) ile onları desteklemiştir. (Mücadele,22)
 
Dost edinmeyin
 
Ey iman edenler! Yahûdi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost edinir (onların dinlerine yakınlık duyar, haç, zünnar, kalensüve gibi dini alâmetlerini severek kullanır ve bayramlarını içtenlikle kutlar ve tebrik eder)se, muhakkak ki, o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zâlimler (kâfirler) topluluğunu (İslam’ı kabul etmedikleri müddetçe) hidayet etmez. (Mâide,51)

Ey iman edenler, sizden olmayanları (Yahûdi, Hristiyan ve Münafıkları) sırdaş edinmeyin. (Al-i İmran,118.)

Ey iman edenler, (gönderdiğim Peygamberi ve İslam’ı kabul etmeyen) benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, veliler/dostlar edinmeyin. Siz (bazılarınız) onlara karşı sevgi gösteriyor (Peygamber’in size sır olarak verdiği bilgileri, onlara ulaştırıyor)sunuz. Hâlbuki onlar, haktan size geleni (Kur’an’ı ve İslam’ı) inkâr ettiler. (Nasıl oluyor da onlarla sırdaş olabiliyorsunuz?) (Mümtehıne,1)
 
Kimler düşman
 
Her kim Allah'a, Meleklerine, Resûllerine, Cibril'e ve Mikâil'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır. (Bakara,98)

 (Ey Resûlüm,) insanlar içinde, Mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve Müşrikleri bulursun. (Mâide,82)

Şüphesiz kâfirler, sizin (Müslümanların) apaçık düşmanlarınızdır. (Nisa,101)

Onlar (Münâfıklar), (Müslümanlara) düşmandırlar. Bu yüzden onlardan sakının. (Çünkü Münafıklar, Müslümanların sırlarını kâfirlere taşımaktadırlar.) (Münafikûn,4)

Ey iman edenler, şüphesiz ki, sizin eşleriniz ve çocuklarınızdan (bazıları) size (bir nevi) düşmandır.

(Sizin ibâdet ve tâatte bulunmanıza ve hayırlı işler yapmanıza engel olmaktadırlar “Beydâvî ve Celâleyn”.) O hâlde (bunu aklınızda tutarak) onlardan sakının.

(Ancak bu konudaki yanlış davranışlarını iyilikle düzelterek) eğer onları afv eder, kusurlarına bakmaz, günahlarını örterseniz, şüphe yok ki, Allah, Gafûr  (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhametli)dir.  (Tegâbün,14)

Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri -helâl ve temiz olan (yiyecekler)i- yiyin ve (helâli bırakıp harama yönelerek) “şeytan”ın adımlarını izlemeyin. (Heva ve hevese uymada onun arkasına düşmeyin, sonra helâli haram, haramı da helâl sayarsınız.) Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara,168)

Müttakîler (Allah için birbirlerini seven ve dost olanlar) dışında, o (Kıyamet) gün(ünde) dostların (Allah için dost olmayanların veya dost görünen yahut dost sanılanlardan) bazısı bazısına düşmandır. (Zuhruf,67)

İnsanlar (Kıyamet günü) bir araya getirildiğinde, (putlar), onlara (tapanlara) (fayda vermeleri şöyle dursun) düşman olurlar, onların ibâdetlerini de inkâr ederler. (Ahkaf,6)
 
Mü’min kimdir?
 
İslam dininde Müctehid âlimlerin Akâid kitaplarında “zarûriyyat-ı diniyye” olarak açıkladıkları esaslara, hususlara tereddüt etmeden inanan, tasdik eden ve bunu dili ile ikrar eden kişi, İslam Şeriat’ında Mü’mindir.

Zarurî inanılacak esaslar, Kur’an, Hadisler, İcma ve cumhûr-ı ulemâca açıklanmıştır. Bu hususlara inanmak için Kur’an’da “iman ediniz” sigasının olması şart değildir. Kur’an-ı Kerim’de Namaz, hac, zekât, oruç gibi farzlara “iman ediniz” sigası yoktur. Fakat bunlara inanmayan, hatta bir âyeti, bir âyetin hükmünü  miras, cihad, kadın şahitliği, Kehf suresindeki bazı âyetler gibi-  mantığıma ve çağımızdaki anlayışa uymuyor diyerek kabul etmeyen kişi, Mü’min ve Müslüman değildir.

Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm “iman”ı söyle açıklar:

Allah'a, Meleklerine, Kitablarına, Peygamberlerine ve Ahiret gününe inanman, bir de Kadere; hayrına ve şerrine inanmandır. (Müslim, İman 1)

Allah'a yemîn ederim ki, hiçbiriniz, ben (Resûlüllah) kendisine babasından ve evlâdından daha sevgili olmadıkça, (hakkıyle) îmân etmiş olmaz. (Buhârî, İman 8)

Kimde üç şey bulunursa imânın lezzetini tatmış olur:

Allah ile Resûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olan; bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven; Allah kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfirliğe dönmekten (mürted olmaktan, imansız gitmekten) ateşe atılacakmış gibi korkan. (Buhârî, İman 14)

Hiçbiriniz, kendiniz için arzu ettiğinizi (salih din)

Kardeşiniz için arzu etmedikçe, (hakkıyle) îmân etmiş olmaz. (Buhârî, İman 7)
 
Mü’minlerin sınıfları
 
İslam dininde Mü’minler şöyle sınıflandırılmıştır:

Eshâb-ı Kiram. Peygamber Efendimizi, sağlığında Mü’min gözlerle gören ve sohbetinde bulunan bahtiyar kişilerdir. Radıyallahü anhüm. Hazret-i Peygamber’in vefatlarında sayılarının 120 binden fazla olduğu bildirilmiştir. Mü’minlerin en üst derecesindedirler.

Âyet ve Hadislerle övülmüşlerdir. Peygamberlerden sonra en fazıletli ve şerefli Müslümanlardır. Bunların en üstünü dört halife, bunların da en fazıletlisi Sıddîk Hazret-i Ebû Bekir’dir.

Sıddîkler ve Şehidler. Nisa sûresi 69. âyetinde övülmüşlerdir.

Müctehidler ve Âlimler. Âyet-i kerime ve hadislerde ilim ve âlimler, çok medh edilmiştir. İnsanların imana ve hidayete kavuşmaları, Peygamberin bildirdiği ilim ve bunu nakleden âlimler sayesinde olmuştur.

Salih Mü’minler. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:

Kim Allahʼa ve Resûlʼe itâat ederse, işte onlar, Allahʼın kendilerine nimetler ihsan ettiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler. Onlar, ne güzel arkadaşlardır! (Nisâ,69)
 
Kâfirlerin sınıfları
 
Kâfir Kimdir? Hazret-i Âdem’den son peygamber Muhammed aleyhisselâm’a kadar bütün dönemlerde, Allah’ın “bir”liğine inanmayan, peygamber’in davetini kabul etmeyen ve ona isyan eden fert ve toplumlar, kâfir olarak nitelendirilmiştir.

İslâm Şeriatı’nda kâfirler, küfür ve dalâlet durumlarına göre isimlendirilerek sınıflandırılmış ve Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır.

Müşrik. Allah’tan başka ilâh’a inanan ve tapan kişidir. Tarih boyunca bu ilâh, bir nesne, gök cismi, tabiat olayı, hayvan ve insan (Firavun ve Nemrut gibi) olmuştur.
Münafık. Müslüman görünen kâfirdir. İslam’da itikad ve amelde olmak üzere iki çeşit münafık vardır. Kur’an’da kullanılan münafık, “itikad”ta olandır ve kâfir karşılığında kullanılır. Hadislerde geçen nifak/münafıklık alâmetleri ise, “amel”deki Münafıktır. Bu kişi, Müslümandır, fakat, yalan söyleyerek, hıyanette bulunarak haram işlemektedir.

Yahûdi ve Hristiyan. Yahûdi ve Hristiyanlara ehl-i kitap denir. Hazret-i Mûsa ve Hazret-i İsa zamanlarında, bu peygamberlerin tebliğine inanan ve onlara tabi olanlar, Musevî ve Îsevî olarak Müslümandılar. Fakat Muhammed aleyhisselâm gelince ve ona Kur’an gönderilince, her iki din ve şeriat, yürürlükten kalkmış oldu. Bu iki din mensuplarından Hazret-i Peygamber’in risaletini ve dinini/şeriatını kabul edenler, Müslüman oldular. Fakat kabul etmeyenler, Ehl-i Kitap kaldılar. Kur’an-ı Kerim’de bütün Ehl-i Kitab’ın kâfir oldukları açıklandı (Al-i İmran,98).

Sâbiî.  Sâbiîler, Hristiyan, Yahûdi ve Mecusîler arasında bir topluluk olup hiç bir dine inanmazlar.

Kâfir. Müşrik, Münafık, Ehl-i Kitap ve Sâbiî’nin ortak adıdır. Kur’an’da ayrıca bütün “fâsık” ve “zâlim” kavramları da, “kâfir” karşılığında kullanılmıştır. Onun için Tefsir ilmi, çok mes’uliyetli olup genel itibariyle nakle dayanmaktadır. Gayb ile ilgili konularda ictihad caiz değildir. Onun için bu tür âyetlerin tefsiri, başta hadis olmak üzere, tamamen nakille yapılır.
 
Çağdaş küfür veya sapkınlık söylemleri
 
İslam ülkelerinde ve özellikler ülkemizde Misyoner Oryantalist temelli küfür ve sapkınlık söylemleri, İlahiyat, İslami İlimler, Kuramer, Diyanet ve vakıflar gibi kurumları, ideolojilerine basamak yapan Oryantalist, Selefî ve Ehl-i Sünnet karşıtı zihniyete sahip bazı İlahiyatçılar tarafından dile getirilmekte ve işlenmektedir. Bu söylemlerden bazıları şunlardır:

Allah’ın vahiy indirdiğine doğrudan veya dolaylı inanmamak. Fazlurrahman’nın fikri.

 Cibril-i Emin’in vahiy getirdiğine inanmamak ve fasit tevillerle Hazret-i Cebrâil’i inkâr etmek. Fazlurrahman ve Tarihselcilerin iddiasıdır.

 “Kur’an âyetleri, peygamberin kalbine gelen vahyi, durum ve şartlar çerçevesinde ve o zamanki kültüre göre şekillendirdiği kendi lâfız ve cümleleridir, demek. Bütün Oryantalistlerin ve Mustafa Öztürk’ün iddialarıdır.

 Ayetlerle alay etmek. Bu konuda Mustafa Öztürk’ün internette kendi sesinden videosu bulunmaktadır.

 “Kur’an hükümleri, indiği toplum ve zamanla sınırlıdır” iddiasında bulunmak. Tarihselcilerin görüşü. M. Hayri Kırbaşoğlu, Ömer Özsoy, İlhami Gürel gibi birçok Tarihselci İlahiyatçının iddiasıdır.

 Kur’an’ın miras, cihad, kadın şahitliği ve benzeri hükümleri, akla, mantığa ve bugünkü çağdaş anlayışa aykırı olduğuna ve uygulanmasının doğru olamayacağına inanmak. Tarihselcilerin, İslam’ı arka plana alan Feminist ve Seküler İlahiyatçıların fikridir. Ülkemizde taraftarları çoktur.

 “Kıssalar, gerçek değil, hayalidir” demek. Oryantalist ve İslam düşmanlarının iddiasıdır.

 Müslümanlarla (Ehl-i Sünnet ile) Yüzleşmek ismi altında Kur’an hükümlerini ve İslam’ı sorgulamak. Genelde Kuramer çalışmaları bu yöndedir.
 Sekülerizm ve “Aydınlanma” çağı perspektifinde Kur’an yorumu ve Hadis inkârcılığı yapmak. İslam ve Ehl-i Sünnet karşıtı olanların iddiasıdır. Aklı esas alarak, Buhari’de olsa da hadisler, inkâr edilmektedir.

 Batı’nın Misyoner Oryantalistleri eşliğinde Hadisleri yok sayarak Mirac’ı inkâr etmek. İsrafil Balcı gibi birçok ilahiyatçının inancı, bu doğrultudadır.

 İslam dini yanında “diğer dinlerde de “hakikat” vardır, onlara uyanlar da necat bulacaktır” inancında olmak.

Batı’nın empoze ettiği “Dini Çoğulculuk”u savunanlar, bu fikirdedirler. Bunlar arasında John Hick, Ernst Troeltsch, W. E. Hocking, Arnold Toynbee, Mahmut Aydın (Samsun Üni. Rektörü) ve M. Emin Özavşar (DİB Eski Başkan Yard.) bulunmaktadır.

 Ehl-i Kitap, kâfir değildir, demek. Diyalog ve Ehl-i Kitap sevdalıları bu kanaattedirler. İçlerinde İktidara fetva verenler de bulunmaktadır.

 Cennet’te kâfirler de bulunacaktır, iddia ve inancında olmak. Mason Efganî, Abdüh ve R.Rıza üçlüsünü üstad ve rehber kabul edenler, bu inancı taşımaktadırlar.

Dr. C. Ahmet Akışık.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İslam’ın  Salih Bir Mü’minde İstediği ve İstemediği Çerçeve  Özellikler

Dinin rukünlarına ve temel esaslarına tereddütsüz inananlara, mü’min ve Müslüman denir. Kur’ân-ı Kerîm’de mü’minler, “sâlihler” olarak nitelendirilmiştir.

Müctehid âlimler de salih Müslümanların tefrikaya -dalâlete/sapkınlığa- düşmeden dört mezhep imamının ictihadları çerçevesinde bir “cemâat” oluşturmuşlardır. Bu cemâata Ehl-i Sünnet denilmektedir.

 İslam dini, son semâvî/vahyî bir “hak din”dir. Değiştirilmeden bugüne kadar gelmiştir. Muhammed aleyhisselâm, son Peygamberdir. Bu dinin Allah kelâmı, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’da ilâve edilmiş beşer sözü yoktur. Bu dinin rukünlarına ve temel esaslarına tereddütsüz  şüphe etmeden- inananlara, Mü’min ve Müslüman denir. Kur’an-ı Kerim’de Mü’minler, “sâlihler” olarak nitelendirilmiştir. Müctehid âlimler de salih Müslümanların tefrikaya -dalâlete/sapkınlığa- düşmeden Dört Mezhep İmamı’nın ictihadları çerçevesinde bir “cemâat” oluşturmuşlardır. Bu cemâata Ehl-i Sünnet denilmektedir. Sâlih Mü’minlerin hepsi, Ehl-i Sünnet’tir.

İslâm’ın Sâlih Mü’min’de bulunmasını istediği ve istemediği bazı temel özellikleri şu başlıklar altında verebiliriz:
 
İmanda Birlik
 
 Allah’a ve gayba iman. Müslüman: Yüce Allah’a zâtî ve subûtî sıfatlarıyla birlikte inanır. Müslüman, O’nun var ve “bir” olduğuna; oğlu, kızı ve dengi bulunmadığına; zamanlı ve mekânlı olmadığına; varlığının ezelî/başlangıçsız ve ebedî/sonsuz olduğuna; mutlak kudret, ilim ve irade sahibi olduğuna; insanı, evreni ve her şeyi O’nun yarattığına; iman, ahiret ve kasas gibi “gayb”e ait konularla ilgili bütün emir, yasak ve haberlerine şeksiz iman eder.

Yahûdilik ve Hristiyanlıkta olduğu gibi Allahü teâlâ’ya oğul ve babalık isnat etmek; İbn Teymiyye’nin dediği gibi Allah’ın mekânlı olduğunu söylemek batıldır.

 Meleklere, Kitaplara ve Peygamberlere iman.

Müslüman: Meleklerin üstünlük derecesi bakımından Hazret-i Cebrâil, Mikâil, İsrâfil ve Azrâil başta olmak üzere bütün Melâike-i kiram’a; yüce Allah’ın hidayet rehberleri olarak gönderdiği Rusül ve Enbiyası olan Peygamberlerine; insanların dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için doğru iman ve salih amellerle/ibadetlerle Hakk’a kulluk etmelerini açıklayan Tevrat, İncil, Zebur, Kur’an ve bütün suhufların hak olduğuna iman eder.

Ancak Müslüman: Kur’an-ı kerim’den sonra bütün ilâhî din ve kitapların yürürlükten kalktığına, Muhammed  aleyhisselâm’ın şeriatı olan İslam’a tabi olmanın farz olduğuna; Yahûdilik ve Hristiyanlığa göre İlâh’a/Tanrı’ya inanmanın batıl ve bu dinlere göre yapılan hayır, hasenat ve ibadetlerin hiçbirinin makbul olmadığına ve fasid olduğuna inanır.

 Ahiret gününe ve Kadere iman. Kabir, Hesap, Sırat, Cennet, Cehennem gibi Ahiret ve Öncesiyle ilgili haberler, tamamen gaybî bilgilerdir. Peygambere ve Kur’an’a inanan bir Mü’min bunlara tereddütsüz inanır. Gayb ile ilgili bilgiler, Kitap ve Sünnet’e dayanır.

Bunlarda ictihad yapılmaz. Kader de böyledir. Kader, yüce Allah’ın sır okyanusudur. Bu deryaya  dalan helâk olmuştur. Sahâbe, Ulema ve Mutasavvife, bu konuda “dillerini yutmuşlar”dır. Ancak İslam şeriatının izin verdiği miktarda konuşmuşlardır.

Mü’min:  İnsanın, evren ve içindeki bütün varlıkların kayıtlı olduğu Levh-ı Mahfûz’a (Burûc,22); her şeyin Kitab-ı Mübin’de önceden sayılı (kayıtlı) olduğuna (Yâsîn,12); Allah’ın ilminin ezelî olduğuna; varlık âleminde yarattığı her şeyi ve onlarda olan ve olacak bütün fiil ve değişiklikleri önceden bildiğine iman eder. Bütün bunların Hadislerle açıklandığına ve Kader (Müslim, İman 37; Tirmizî, İman 4) ile ifade edildiğine inanır.

Mu’tezile fırkası, Batılı Yahudi ve Hristiyan Müsteşrikler, dünyadaki bütün Ehl-i Sünnet karşıtı Modernistler, Ülkemizdeki Hüseyin Atay, Mustafa Öztürk, Mehmet Okuyan, İsmail Müftüoğlu, Marmara Okulu’na bağlı Hadis Münkiri ve Dinî Çoğulculuk iddiasında bulunanların tamamı, Fazlurrahman taraftarları ve Ankara Okulu zihniyeti temsilcilerinin tamamı kadere Ehl-i Sünnet gibi inanmazlar.
 
Tebliğde Birlik
 
İslam’da yüce Allah’ın Resûlüne bildirdiği “vahy”ini bütün insanlara duyurmak, namaz gibi farzdır. Nasıl namazda yaş, zaman ve mekânla ilgili bazı kayıt ve sınırlar varsa, İslam’ı tebliğde, diğer bir ifadeyle askerî “cihad”da da bazı şartlar vardır. İslam toplumunda cihadı, o toplumun yönetimi, askeri ve ordusu yapar.

Yönetimin emir ve talimatlarına göre hareket edilir. Müslümanların Emîr’e -Halife, Hükümdar, Padişah, Han, Hakan- itâat mecburiyeti bulunmaktadır. İnsanlar arasında sulh/barış, huzur ve sükûn esastır. Huzur ve sükûnu bozan, fitne ve anarşi çıkaran cezalandırılır.

Askerî cihadın yanında bir de “mal”, “söz” ve “kalem”le yapılan cihad vardır (Ebû Dâvud, Cihad 18; Sünen-i Ahmed,15785). Bu cihadı her mal ve ilim sahibi, varlığı, gücü, yetkisi ve kabiliyeti nispetinde yapmakla yükümlüdür. Çünkü mal, rütbe, yetki ve ilim, hepsi birer emanettir. Emanete sahip çıkmayan Hak nezdinde sorumludur. Ahirette hesabı vardır. Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlıda her mahallede bir Mektep vardı. Her cami de ilim neşreden bir merkez hâline gelmişti. İslam toplumunun başlangıcından Osmanlının sonuna kadar topyekûn İslam Medeniyeti, ilim, medrese, kitap ve kütüphaneyle bütünleşen bir ilim medeniyeti olmuştur.

İslam idaresi; Vahiy, Sünnet, İcma’ ve içtihatlarla kurumsal bir yapıya kavuşmuştur. İslam dini, her konuda kuralları olan nizamî bir dindir. Müslüman, “toplum yöneticisi emir” ve “âlimler”e  tâbi olarak toplumda yer alır, cihad eder ve ilim tahsilinde bulunur.

Müslümanın “Emîr”e ve âlimlere karşı gelmesi, isyan, fitne ve eşkıyalık/terör kabul edilir ve cezalandırılır. Tarihte bunun birçok örnekleri vardır. Osmanlının son senelerinde dünyanın her tarafında Modernist İslamcılar; Ehl-i Sünnet, İcmâ’, İctihad, Müctehid, Müceddid, Müslüman, Kâfir gibi İslam literatüründe olumlu ya da olumsuz olarak yer alan bütün kavramları değiştirdiler. Bu kavramlara Batılı Misyonerlerin istedikleri manaları yüklediler. Vahye, Risalete ve Kur’an’ın ilâhi kelam olduğuna inanmayana da Müslüman dediler. Mason Afganî’yi Müceddid yaptılar.

“Tekfir” kelimesini yasakladılar, âdeta tabu hâline getirdiler. Peygamberliğini ilân eden Kâdiyanî liderine kâfir diyemediler. Meallerde bile yüce Allah’ın “kâfir” dediklerine, inkârcılar diye mana verdiler. Ayetlerde Ehl-i kitab’ın “kâfir” oldukları açıklandığı hâlde, makalelerinde, kitaplarında, sempozyumlarda “kâfir” kelimesini telâffuz etmediler. Dini çoğulculuğa inananlar, “zaten sadece hak din, İslam değildir”, inancını hâlen taşımaktadırlar.
 
Amelde Birlik
 
“Amel”, kişinin yaptığı ibadet, iş ve davranışı karşılığında kullanılan şer’î bir ıstılah/kavramdır. Daha çok, amel-i salih terkibiyle kullanılır. Salih amellerin başında namaz vardır. Bütün peygamberlerin şeriatlarında Allah’a kulluğu gösteren ibadetler, teabbudî/vahyî/ilhamîdir, diğer bir ifadeyle peygamberin bildirmesine bağlıdır. Onun için insanların türettikleri dinler (Buda, Konfüçyuz gibi), gerçek manada din değildir.

İslam dininde namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler ile yüce Allah’ın rızasını gösteren bütün hayır, hasenat ve işlerin hepsi, Peygamber aleyhisselâm tarafından mevsûk “sünnetler”iyle açıklanmıştır. Birçok âyet-i kerime’de, “Allah’a itâat ediniz ve Resûl’e itâat ediniz (Nisa,59)” ve ayrıca eğer “Allah’ı seviyorsanız, bana -Resûlüme- tâbi olunuz/uyunuz (Al-i İmran,31) buyrulmuştur.

Ehl-i Sünnet Müslümanları, Dört Mezhep İmamı’na bağlı Müctehid ve âlimlerin fetva ve kitaplarına göre ibadetlerini icra ederler. Sünnî Fıkıhta -bey’ ve şirâ’/alış-veriş, münakâhat, muamelât, miras ve kadın şehadetiyle ilgili- açıklanan bütün hüküm ve fetvaların doğru olduğuna inanır. Çünkü bunların Peygambere tâbi Müctehid âlimlerce âyet ve hadislere dayandırıldığını bilir. Gücü ve bilgisi nispetinde bu hükümleri uygular, asla itiraz etmez. Müctehid âlimlerin firaset ve dirayet sahibi olarak hepsinin Allah’ın dinine hizmet eden mübarek, şerefli ve evliyaullah olduklarına gönülden inanır.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin ictihad ve fetvalarına karşı çıkan -Şi’a, Mu’tezile, Havâric, Müşebbihe, Mücessime gibi eski mezhepler ile çağımızda görülen Vahhabîlik, Selefîlik, Dinî Çoğulculuk, Hadis ve Mezhep inkârcılığı gibi- birçok Dalâlet ve Bid’at fırkaları ortaya çıkmıştır.

Bunlar, Fırak-ı Dâlle ve bid’a olarak nitelendirilir. Bu dalâlet/sapkınlık fırkalarının çoğu Akâid/iman konularıyla ilgili olmakla birlikte tamamının “amel”e ait görüş ve hükümleri de yanlış ve bozuktur.

Çağımızda yaygınlık kazanan Marmara ve Ankara Okullarınca desteklenen Afganî, Abdüh, Reşid Rıza, Fazlurrahman’nın görüşleri, bire bir C. Brockelmann, İ. Goldziher, L. Massignon, W.M. Watt, R. Paret, L. Massignon, G. H. A. Juynboll  gibi Oryantalist ve Misyoner Oryantalistlere dayanmaktadır. Ülkemizde ve İslam Ülkelerindeki dinde Modernistler, Modernist İlâhiyatçılar, Müctehid İslam âlimlerinin tarafında değil, Batılı İslam tahrif ve tahripçileri olan Misyoner Oryantalistlerin tarafında yer almışlardır. Bunu açıkça yayınladıkları kitap, makale, video ve TV konuşmalarında gururla açıklamaktadırlar. Bunlar arasında Ehl-i Sünnet karşıtı A. Bardakoğlu, M. Görmez, M. H. Kırbaşoğlu, İlhami Güler,  İsrafil Balcı, Adil Çiftçi, Mehmet Azimli, Şinasi Gündüz, M. Mahfuz Söylemez, Hadiye Ünsal gibi Oryantalist bağımlıları bulunmaktadır.
 
Ahlâkta Birlik
 
Salih Müslüman, iyi ahlâk sahibidir. Peygamber aleyhisselâm’ın, Müslümanın ahlâkıyla ilgili bazı hadis-i şerifleri şöyledir:

Müminler birbirlerini sevmekte, acımakta ve korumakta bir vücuda benzerler. Bedenin bir organı hastalandığında diğer organlar da, uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar. (Buharî, Edeb, 27)

Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, Müslüman müslümanı (tehlikede ve musibette) terk etmez. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da onu Kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslümanı(n ayıbını) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter. (Buhârî, Mezâlim 3)

Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, yalan söylemez, onu yüzüstü bırakmaz. Her  Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. (Resûlüllah kalbini göstererek) takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter. (Tirmizî, Birr 18)

Allah’a yemin olsun ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız! (Müslim, Îmân 93-94)

Kendisi için istediğini (Mümin) kardeşi için istemeyen, gerçekten iman etmiş olmaz (O, kâmil mü’min değildir). (Buhârî, Îmân 7)

Bizi (Müslümanları) aldatan bizden değildir. (Müslim, Îmân 164)

(İmkânı olduğu hâlde) Mümin kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir. (Buhârî, Îmân 42)

Kardeşinin başına gelen felâketi sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da, seni onunla imtihan eder. (Bunu unutma!) (Tirmizî, Kıyamet 54)

Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi bir iyiliği, sakın küçük görme! (Müslim, Birr 144)
Küfür, dalâlet ve bid’at inanışlar, kişinin ahlakını da bozmaktadır. Buna bazı düşmanlar sebep olur. Bu düşmanlar, kişinin nefsi, kötü arkadaş ve şeytanın hileleridir. Kötü arkadaşı, günümüzde

internet/bilgisayar, cep telefonu ve televizyon olarak düşünebiliriz. Aslında hepsi, birer araç ve vasıtadır. Ancak bunların kullanımı ve içlerindeki programlar, önemlidir. Programların hazırlanma ölçütlerinde, genelde Batı’nın Seküler anlayış, ahlak ve değer yargıları bulunmaktadır.

İslam toplumunda bozulma, İslamî değerlerle, yabancı değerlerin yer değiştirmesiyle başlar. Bunlar arasında yalan söyleme, hile yapma, emanete hıyanet etme, gıybet etme, başkalarını çekiştirme, haset etme, harama el uzatma, başkalarının hakkına tecavüz etme, anarşi ve terör çıkarma, zulmetme gibi ahlâka ve hukuka aykırı davranışlar, yaygınlaşmış durumdadır.
 
Ahirette Birlik
 
Ahirette Müslümanların Hazret-i Peygamberin livâü’l-hamd sancağı altında toplanması, son nefeste iman ile gitmeye bağlıdır. Âlimler ve Evliya dahi son nefesten emin olamamışlar ve korkmuşlardır. Mü’minler, kıyamette, hesapta ve o dehşetli zamanda, başta Resûlülllah olmak üzere bütün Peygamberler, Melekler, Salih Mü’minler, Kur’an, Oruç (Buhârî, Tevhîd 24), Sahâbe-i kiram, Sıddıklar, Şehidler, Evliya, Ulemâ ve yüce Allah’ın iznine kavuşan diğer bahtiyar kişiler, şefâat edeceklerdir. Ahirette Allahü teâlâ “rahîm” sıfatıyla tecelli edip ancak “imanlı olanlar” rahmete kavuşacaklardır. Bütün Mü’minler, çeşitli sıkıntılardan, hatta bazıları Cehennemde cezalarını çektikten sonra derecelerine göre Cennetin çeşitli bölgelerinde sonsuz bir hayatla namütenahi nimetler içinde yaşayacaklardır. Allahümme’r-zukna.

Amin.

Dr. C. Ahmet Akışık.