Hz. Yusuf’un Kıssası
Bizleri bugünlere kavuşturan ve “Mekke’nin Fethi” için tertiplenen bu gecede bir arada bulunmamızı nasip eden Allah Teâlâ’ya (c.c) hamdü senalar, Rasûlüne (s.a.v), âline ve ashabına salât ü selâmlar olsun!.
Mekke’nin fethi ile ilgili sohbetimize başlamadan evvel Yusuf Kıssası’nın rehberliği altında durumumuzun değerlendirmesini yapmakta fayda vardır.
YÛSUF HÂLÂ KUYUDA MI?
Yûsuf Sûresi’ndeki müjdelerin ve Hz. Yûsuf (a.s) kıssasının bizi teselli edeceğini müjdeleyen Resûl-ü Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in ikazlarını esas alarak, sizlere Hz. Yûsuf’un hayatından bazı hususları kısaca anlatmaya çalışırken, bu hakikatleri hep beraber anlamaya gayret edeceğiz ve düşüneceğiz. Acaba o gün kuyuya atılan Yûsuf hâlâ kuyuda mıdır? Yoksa kuyudan çıkmış mıdır? Hz. Yâkub’un (a.s) gözleri açılmış mıdır? Yoksa hâlâ kapalı mıdır? Acaba Mekke fethedilmiş midir? Yoksa Mekke fethedilmemiş midir? Bunların izahına gayret edeceğiz.
Hz. Yûsuf ile ilgili Kur’an kıssasını tetkik ederseniz, Hz. Yâkub (a.s)’un, şairin:
“Yûsuf’u yitirdim Kenan ilinde
Ağlar Yâkub ağlar, Yûsuf’um deyü,” dediği gibi ağladığını görürsünüz.
Evet Hz. Yûsuf’un kıssası insanlığa gerçekten sürûr bahşedecek, körleşmiş gözleri açacak, merhametten mahrum gönülleri merhamete boğacak, ilâhî hikmetlerle dolu bir kıssadır.
Allahu Teâlâ (c.c) Hazretleri, Kur’an’da bahsedilen bu tarihî gerçekleri yeniden canlandırarak, kuyudaki Yûsuf’un kokusunu Hz. Yâkub’a duyurduğu gibi, günümüzde adeta derin bir kuyuda kalmış olan İslâm’ın kokusunu duymayı da inşaallah bizlere nasip eder. İşte bu düşünceye sâhip olmanız için sizlere kısaca Hz. Yûsuf’un kıssasını anlatmaya gayret edeceğim. Dikkatli olarak dinlersek, bize anlatılmak istenen hakikatleri kavramaya ve kavradığımız gerçekleri hayatımıza aktarmaya muvaffak olabiliriz.
Sizlere Hz. Yûsuf’un (a.s) kıssasının tarihî yönünü uzun uzadıya anlatmak niyetinde değilim. İşin tarihî yönünü öğrenmek isteyenlerin siyer kitaplarından bu hususları öğrenmeleri mümkündür. Bunun için sizlere kıssayı kısaca hatırlattıktan sonra bu kıssa rehberliğinde bazı hususları izaha gayret edeceğim. Çünkü Kur’an’ın tarihî, beşerin kaleminden çıkan haberler gibi değildir. Kur’an’daki kıssalar hakikatleri sergileyen, karanlıkları aydınlatan, zulmetin örttüğü nurun yeniden parlamasını sağlayan, umutsuzluk bulutlarını dağıtan, rahmet rüzgarlarını estiren, darlıkları aradan kaldırarak insanların hüzünlerini sevince tebdil eden ilâhî hakikatler yumağıdır. Onun için bu kıssayı çok iyi öğrenip kavramanın gayretinde olmalıyız.
YÛSUF’UN (A.S) RÜYÂSI
Cenâb-ı Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de:
“Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.” (Yûsuf Sûresi 1-3)
Cenâb-ı Allah (c.c) geçmiş ümmetlerinin kıssalarından bazılarını ibret alarak aynı hataların içine yuvarlanmamamız için bizlere bildirmektedir. Yûsuf Sûresi’nin bu ilk âyetlerinde Kur’an’da zikredilen bütün hükümlerin mü’minler için apaçık birer delil olduğunu da bildirmektedir.
Rabb’imiz, anlamamız için Kur’an-ı Kerim’in Arapça (Rabça) olarak indirildiğini ve onda zikredilen hususların Resûlullah (s.a.v) tarafından daha önceden bilinmediğini beyan ederek, bizlere bu hakikatleri en güzel şekilde ulaştırmaktadır. Bu ibretli kıssayı çok dikkatli bir şekilde öğrenerek üzerinde tefekkür etmeliyiz ki; en güzel şekilde anlatılanları anlama imkânına sâhip olalım.
“Bir zamanlar Yûsuf, babasına (Ya’kub’a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyâmda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm. (Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyânı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyâda görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabb’in çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. (Yûsuf Sûresi 4-6)
Hz. Yûsuf (a.s) rüyâsını babasına anlattığında, Hz. Yâkub (a.s) “Evlâdım, çok güzel bir rüyâ gördün. Ama rüyânı kardeşlerine anlatma. İnsanlar kıskançtır. Sana bir kötülük ederler.
Ayrıca Rabb’im sana rüyâların tabirini de öğreterek soyumuza olan nimetini tamamlayacaktır,” derken, şeytan ve şeytanın temsilcisi olan insanlar, onları dinliyordu. Çünkü her cemiyetin içinde Müslümanlar’ın sırlarını veya sehven (yanlışlıkla) yapacakları hataları tespit ederek, onları, insanlar içerisinde teşhir etmek için gayret gösterenler bulunmaktadır.
Bundan dolayı Hz. Yâkub (a.s) ve Yûsuf’un gizli tuttukları bu sır, kardeşleri tarafından öğrenildi. Onları dinleyen fitneci insan, hemen Yûsuf’un kardeşlerine giderek ”Kardeşiniz şöyle bir rüyâ gördü. Bu rüyâya göre sizin hepiniz O’na itaat edip, hükmü altına gireceksiniz, onun önünde eğileceksiniz. O, sizden çok yüksek makamlara ve büyük şereflere nâil olacak. Siz, onun yanında köleler gibi kalırken, o, sizin sultanınız olarak yaşayacak,” dedi.
“Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır.” (Yûsuf Sûresi 7)
Bu âyetin ışığında, Hz. Yûsuf’un (a.s) kıssasını incelersek, ibret alacağımız bir çok hakikatle karşı karşıya kalacağımızı bilmeliyiz. Müteakip âyetlerden vak’ayı hulâsa edersek; bu hâdiseyi duyan Yûsuf’un kardeşleri, Yûsuf’la kardeşi Bünyamin’e karşı kıskançlık hisleri galeyana geldi. Yûsuf’tan kurtulmanın çarelerini araştırmaya başladılar. Şeytanın vesvesesinin de tesiri ile derhal toplanan kardeşler, Yûsuf’tan nasıl kurtuluruz diye müzâkere yaptılar. Kimisi öldürelim, kimisi şöyle yapalım filan derken, kardeşlerinden birisi de
“Yûsuf’u öldürmeyelim, bir kuyuya atalım. Yoldan geçen kervancılar da O’nu kuyudan alsın, gitsinler,” dedi.
Mutabakata varılan bu plânı tatbik etmek üzere, bir gün babalarından müsâade almak için eve gidip:
“- Babacığım, biz gezmeye gidiyoruz. Yûsuf’u bize ver, o da bizimle gelsin, gezsin, dolaşsın, oynasın!” dediler.
Hz. Yâkub (a.s) onlara
“- Yûsuf’u size vermek isterim, ama korkarım ki; Yûsuf’u kurt yer!” der.
Fakat Hz. Yâkub (a.s) çocuklarının ısrarına dayanamayarak sonunda Yûsuf’u onlarla beraber yollar. Hz. Yâkub’un (a.s) ilâhî tevekkül hususundaki bir anlık gafleti, bu şekilde konuşmasına ve ardından bir çok sıkıntılar çekmesine sebep oldu. Kaybolan Yûsuf’u için senelerce ağladı ve gözleri zâhirde kör oldu. Babalarının “Kurt yer” sözünü duyunca kardeşlerinin zihninde bir şimşek çaktı ve Yûsuf hakkındaki planlarına bir yenisi daha eklediler.
YÛSUF’U KURT KAPTI YALANI
Merhametten mahrum olan kardeşleri, Yûsuf’la beraber evden ayrıldılar. Bir müddet sonra kurdukları plânı tatbik mevkiine koyarak, Yûsuf’u bir kuyuya sarkıtıp beklemeye başladılar. Niyetleri bir ticâret kervanının oraya gelerek kuyuda Yûsuf’u bulması ve kendilerinin de ortaya çıkıp
“Bu bizim kölemizdi, evden kaçtı.” diyerek Yûsuf’un az bir bedel karşılığı kervandakilere satılmasıydı. İşledikleri günâhı, her şeyi gören âlemlerin Rabb’ının gördüğünü unutarak, babalarına durumu nasıl izah edeceklerini düşünürken, babalarının kurttan bahsettiğini hatırladılar. Bir hayvan yakalayıp öldürdüler. Hayvanın kanını Yûsuf’un gömleğine sürüp babalarına:
“- Yûsuf’u kurt yedi, işte kanlı gömleği de burada,” demek üzere yola çıktılar.
Bu düşüncelerle eve dönen çocuklarının arasında Yûsuf’u göremeyen Hz. Yâkûb (a.s), onlara Yûsuf’u sorar. Onlar da planladıkları üzere
“- Ey babacığım. Biz oynamaya gittik, eşyamızın yanına Yûsuf’u nöbetçi bırakmıştık. O esnada bir kurt gelerek Yûsuf’a saldırdı ve O’nu yedi. Derhal yardıma koştuysak da sâdece gömleğini kurtarabildik,” dediler.
Hz. Yâkub (a.s) onların anlattığı bu hikâyeye inanmadı ve
“- Bu konuştuklarınızdan Allah’a (c.c) sığınırım. Böyle bir hâdise olmadı. Ama sizin bir hileniz var, nefisleriniz size kötü bir işi, güzel gösterdi. Artık bana düşen hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında bana yardım edecek olan da, ancak Allah’tır (c.c),” der.
Yûsuf’un başına gelen bu duruma çok üzülen Hz. Yâkub, sürekli olarak ağladı, mahzun oldu. Bir müddet sonra sürekli ağlamaktan dolayı gözleri görmez hale geldi.
Hz. Yâkub (a.s) sürekli ağlıyordu ama, fitne ve fesat tezgâhını kuranlar hiç ağlamıyordu. Yûsuf’a bu hileyi düşünen kardeşleri ise, kuyunun yakınlarında nöbet tutmaya ve Yûsuf’un âkıbetini görmeye çalışıyorlardı. Bu bekleyişleri sırasında bir kervanın kuyuya yaklaşarak su çekmeye uğraştığını ve sarkıttıkları kovaya tutunan Yûsuf‘un kuyudan çıktığını gördüler.
Hilelerinin ortaya çıkmasından çekinen Yûsuf’un kardeşleri derhal onların yanına koşarak Yûsuf’un kolundan tutup
“- Bu bize âiddir!” dediler.
Yûsuf’u kuyudan çıkaran kervancılar da Yûsuf’un güzelliğine hayran kalmışlardı. Kendi aralarında
“- Bu çok güzel bir genç. bunu götürüp Mısır Firavunu’na verirsek, o, bize çok büyük hediyeler verir,” diye plânlar yapmaktaydılar. Bunu duyan Yûsuf’un kardeşleri
“- Bu bizim kölemiz ve hizmetçimizdir bunu size veremeyiz. Aynı zamanda bu çok ahlâksızdır, hırsızlık yapan birisidir. Onun için bizden kaçarak buraya saklanmıştı,” derler.
Kervancıların ısrarı karşısında ise âyette belirtildiği üzere “İllâ bunu almak istiyorsanız, az bir bedel ödemeniz lâzımdır,“ derler. Bunu kabul eden kervancılardan aldıkları az bir bedel karşılığı, kardeşlerini onlara sattılar. Böylece Yûsuf’un mâceralı hayatının ikinci kısmı başlamış oldu.