HİDAYET NURU MUHAMMED-ÜL MUSTAFA SAV
Zamanın birinde Bişr adında çok zengin ve itibarlı bir kimse vardı. Bişr aynı zamanda çok da cömert bir kişi idi. Her gün meyhaneye gider, oradaki insanlara yedirir, içirir; onlarla birlikte kendiside eğlenirdi. Gece olunca da hepsinin parasını öder, o sarhoş haliyle evine dönerdi. Yıllarca bu şekilde ziyan içerisinde ömrünü geçirdi, durdu. Aslında sürekli gönül dünyasında bir huzursuzluk hissediyordu. Ama içkinin sarhoşluğundan bu derdin devasına bir türlü meyledemiyordu…
Bişr; yine bir akşam arkadaşlarıyla birlikte meyhaneye gitmişti. Her zamanki gibi o gecede zevki sefa ile vakit geçirdiler. Herkes ayrı bir neşe, ayrı bir keyifle içkilerini içti. Nihayet gece sona ermeye yüz tutunca insanlar yavaş yavaş evlerinin yolunu tutmaya başladılar. Bişr’de arkadaşlarından ayrıldı ve yalnız başına evine doğru yola koyuldu. Bir müddet gecenin insanı ürküten sükûtu içerisinde, az sonra bütün varlığını kor alevler içerisinde yakacak o ilahi cezbeden habersiz yol aldı. Bu hali fazla uzun sürmedi. Bir anda Bişr olduğu yere çakıldı kaldı. Gözleri çamurun içerisine düşmüş halde olan “Muhammed” (sav) yazısını gördü. O vakit yüreğine büyük bir ateş düştü. Sanki dağlar paramparça olmuş üzerine yıkılıyordu. Büyük bir hürmet ile hemen eğildi, onu eline aldı. Gözyaşları içerisinde elbisesiyle silmeye başladı. Bir taraftan ağlıyor, diğer taraftanda; “Allah, Allah! Muhammed! Bu niye böyle çamurun içerisine düştü” diye kendi kendine söyleniyordu. Bu üzüntü içerisinde hemen oradan ayrıldı. Koşa koşa eve geldi. Tekrar o “Muhammed” (sav) yazısını gül suyuyla, elbisesiyle silmeye başladı. O yazıya miskü anber kokuları gibi güzel kokular sürdü. Sonra, pürtelâş evin içerisinde dolaşmaya başladı. Hemen masa, sandalye getirdi. O sarhoş haliyle, Rasulullah (sav) Efendimizin ismini en yüksek yere asmak için uğraşmaya başladı. Annesi hasta yatağından, şaşkınlık içerisinde; “Evladım sen ne yapıyorsun?” diye sorunca; “Ah! Sorma anam ah! “Muhammed” (sav) yere düşmüş, çamura düşmüş. O Muhammed’i en yüksek yere takmam lazım. Her şeyi koydum, ancak kolum buraya kadar yetişiyor.” diye söylemeye başladı.
Bişr’in sarhoş haliyle, bu niyetinden dolayı Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri çok memnun oldu. Hemen o zamanın kutbuna emir vererek; “Benim Habibim Ahmed Rasulüm Muhammed’in ismini yüceltmek isteyeni, Ben de yücelttim. Arifler zümresine kattım onu, kıyamete kadar onada Fatiha okuyacaklar. ” buyurdu.
O mübarek zat derhal gelip, Bişr’in kapısını çaldı. Kapı açıldı. O mübarek karşısında Bişr’i görüp; “Sen ne amel işledin böyle” deyince, Allah yolunda bir aşk, bir muhabbet geldi. Bişr o anda secdeye kapanarak günahlarına tövbe ve istiğfar etti. Allah’a kendisine hidayet nurunu nasip ettiği için şükretti. Böylece Cenab-ı Hakk’ın takdiri gereği, Allah erlerinin içerisine dâhil oldu. Bu andan sonra bir daha ayakkabı giymedi. Bu yüzden halk arasında Bişri Hafi olarak anılmaya başlandı. (Hafi ifadesi yalınayaklı manasına geliyor.) Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, Bişri Hafi Hazretlerine, Rasulullah (sav) Efendimizin ismine göstermiş olduğu bu hürmet neticesinde, büyük bir ihsanda daha bulundu. Hayvanları dahi O’na hürmetkâr kıldı. Bağdat’ta Bişri Hafi geçecek diye hayvanlar yollara idrarını dahi yapmaz oldular. Ne zamanki hayvanların normal yaşantılarına döndükleri görüldü, o zaman halk; “Eyvah! Bişri Hafi vefat etti” diye gözyaşlarına boğuldu.
İlahi bilgiye erenler bilirler ki Hakk’ın ezeli ve sonsuz hidayet kapısı Rasulullah (sav) Efendimizin varlığıyla açılır. O her hayrın başıdır. Dünya ve ahiret sultanlığı O’nun aşkıyla elde edilir. O’nun aşkıyla dolmayan göz, kupkuru çöller gibidir. O’nu anmayan dil çürümüş, zelil olmuştur. O’nunla atmayan kalp, sefalet çemberinde helak olmuştur. Zira O; Cenâb-ı Hakk’ın ismini ta ezelde kendi ism-i şerifiyle beraber zikrettiği, levh-i mahfuzuna; “Lâ ilâhe illâllah Muhammedür Rasûlullâh” şeklinde nakşettiği, Cenab-ı Hakk’ın zuhur aynası Rasulullah Aleyhissalatü Vesselam Efendimizdir. O’nun eteklerine yapışana rahmet kapıları açılır. O’na karşı yapılan en küçük hürmet ve sevgi dahi Hakk katında karşılıksız kalmaz. Allah-ü Teâlâ o kuluna, niyeti nispetinde tahayyül edemeyeceği ikramlarda, ihsanlarda bulunur. Üstadımız Abdullah Baba Hazretlerinin ifadesiyle; “Efendimizi (sav) seven sultan olur; sevmeyen ise zelil olur.” Nitekim kıssamız bunun en güzel delilidir. Bişr, her haliyle ziyan olmuş bir hayatın pençesinde, içki gibi bütünüyle şer odaklarının merkezi sayılabilecek bir haramın zirvesindeyken, o sarhoş haliyle Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Efendimizin sadece mübarek ismi şeriflerine gösterdiği hürmet vesilesiyle, İslam davasının müstesna şahsiyetlerinden birisi haline gelmiştir. Rabb’imiz; Efendimize göstermiş olduğu bu tazim ve hürmetten dolayı, O’na insanları ve hayvanları dahi hürmetkâr kılmıştır. O’na dostları arasında ayrı bir yer, kullarının gönüllerinde de muhabbet tahtını lütfetmiştir.
Yunus Emre Hazretlerinin buyurduğu gibi:
Canım kurban olsun Senin yoluna,
Adı güzel kendi güzel Muhammed.
Gel şefaat eyle kemter kuluna,
Adı güzel kendi güzel Muhammed.
Muhammed-ül Mustafa (sav) Efendimizin nurundan, feyzinden, şefaatinden ziyadesiyle nasiptar olmak dileğiyle…