Hz. Süleyman İle Doğan Kuşu
Bütün kuşların dilinden anlamasıyla ün salmış Süleyman Peygamber’e bir gün doğan kuşu gelerek adamın birini şikâyete koyulur ve der ki:
“Falanca adamın bir bahçesi var. Bahçe içindeki ağaçlardan birinde yuva yaptım. Adam gelip yuvamı bozuyor. Ona bir şeyler söyleyin de bu hareketinden vazgeçsin.”
Hz. Süleyman (a.s) hemen ağaç sahibini çağırarak:
“Bir daha doğanın yuvasını sakın bozma!” diye tembih ettikten sonra adamın karşısında şeytanlardan iki ifrite de şu emri verir:
“Ey ifritler, ben sizin ikinizin de âmiriyim. Gelecek yıl, o adam yine doğanın yuvasını bozarsa, ikiniz onu yakalayacak ve iki parçaya ayırarak, bir parçasını doğuya, bir parçasını da batıya fırlatacaksınız.”
Ertesi yıl gelip çattı. Ağaç sahibi, Süleyman Peygamber’in dediklerini unutup yine ağaca çıkarak doğanın yuvasını bozdu. Fakat bozmadan önce bir muhtaca sadaka olarak bir parçacık ekmek vermişti. Doğan yine Süleyman Peygamber’e gelerek yuvasını bozan adamdan şikâyetçi oldu. Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) iki ifriti çağırarak vazifelerini yerine getirmedikleri için, kendilerini cezaya çarpmaya niyetlendi ve dedi ki:
“Ey ifritler! Niye emrimi yerine getirmediniz? Şimdi sizi cezalandıracağım.” İfritler:
“Ey Allah’ın halifesi Süleyman! Bahçenin sahibi ağacın üzerine çıkarak yuvayı bozmaya kalkıştığında onu yakalayıp tam emrinizi yerine getirecektik ki, o sırada Allah (c.c) gökten iki melek indirerek üstümüze musallat etti, getiremedik. Meğer adam bir yoksula sadaka vermiş. Melekler bizi yakaladıkları gibi birimizi tâ doğuya, birimizi de tâ batıya sürdüler. Böylece de adam verdiği sadakası sayesinde tuzağımıza düşmekten kurtulmuş oldu.”
Bir Kâse Çorba
Büyük erenlerden Cüneyd-i Bağdâdî vefat edince postuna Muhammed Harirî oturmuştur. Ömrünün altmış yılını ibadet ü taatla geçiren Harirî, zamanının kutbu olarak bilinir.
Yakınlarından biri, başından geçen ilginç bir hadiseyi anlatmasını rica eder. O da şu olayı nakleder:
“Bir gün tekkede otururken yalın ayak, saçları darmadağın solgun ve üzgün yüzlü genç bir fakir çıkageldi. Abdestini aldı, iki rekât namaz kıldıktan sonra ceketiyle başını örterek uykuya daldı. Akşam ezanı okununca yeniden abdestini alarak bizimle birlikte namazını kıldı.
Tevafuk bu ya; o gece bizi Bağdat valisi yemeğe davet etmişti. Ben ve diğer dervişler sohbet toplantısı yapacaktık. Davete giderken fakiri de çağırdım. Böyle bir davete ihtiyacı olmadığını, fakat kendisine bir kâse sıcak çorba verirsem çok makbule geçeceğini ifade etti. Kendi kendime, ‘Adam koskoca davete gelmiyor da benden bir kâse sıcak çorba istiyor, çattık’ diye düşünerek çekip gittim. Çorba da vermedim.
Davetten dönüp tekkeye geldiğimde genci bir köşede büzülmüş uyurken gördüm. Ben de yatağıma uzanıp uykuya daldım. O gece bir rüya gördüm. Rüyada Peygamberimizin sağında Hz. İbrahim (a.s), solunda Hz. Musa (a.s), arkasında da yüz yirmi dört bin peygamber yer almışlar, karşısında duruyorlar. Hepsinin yüzleri ayın on dördü gibi parlamakta ve etrafı nurdan bir ışık halesi sarmaktadır. Sevinç içinde sevgili Peygamberimizin elini öpmek için huzuruna koştum. Fakat bana yüz çevirdi. Aynı hareketi üç defa yaptım. Bir türlü elini vermiyordu, her seferinde benden yüzünü gizliyordu. Acaba sebebi neydi? Neden bana elini vermiyordu? Büyük bir üzüntüye düştüm. İçim içime sığmıyordu. Sebebini öğrenmeli ve hatamı düzeltmeliydim.
Dayanamayıp: ‘Ey Allah’ın elçisi! Neden benden yüzünü çeviriyorsun? Sana karşı ne gibi bir kusur işledim?’ Efendimiz (a.s) yüzünü bana döndü. Öfkesinden yüzü kırmızı yâkut gibi kızarmıştı. Dedi ki: ‘Ey Muhammed! Bu gece büyük bir kusur işledin. Fakirlerimizden biri senden bir kâse çorba istedi de vermedin. Üstelik de aç bırakarak valinin davetine gittin. Hangi yüzle sana bakabilirim, söyler misin?’
Sabah olup uyandığımda her tarafımı korku kaplamış, tir tir titriyordum. Gerçekten büyük bir suç işlemiştim. Gözlerimle hemen genci aradım. Fakat yoktu. Hızla tekkeden çıkarak yola düştüm. Baktım ki genç gidiyordu. ‘Ey genç, Allah aşkına bir dakika dur!’ diye seslendim. Durdu. ‘Şimdi sana çorba getiriyorum’ deyince, gülümseyen nazarlarla beni süzdü ve ardımdan da, ‘Üstadım!’ dedi. ‘Senden bir lokma ekmek, bir kâse sıcak çorba alabilmek için yüz yirmi dört bin peygamberin aracılığına ihtiyaç var. Herkes bunları nereden bulsun?’ Bunları söyledikten sonra da gözlerden kaybolup gitti. Donakaldım.
Yüce Allah (c.c) cümlemizi fakirlere yardım elini uzatan ve kimsesizleri kollayan kullarından eylesin, âmin...