Sünnet Nedir?
Sünnetin sözlük anlamı, “yol, gidiş, tabiat, prensip, kanun” demektir. Terim anlamı ise, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) söz ve fiillerinin ve takrirlerinin tümü mânâsına gelir. Takrir, bir konuda sükût etmekle o işi reddetmemek demektir. Hadis-i Şerifler, âyetleri açıklarlar. Âyetlerde kısa ve öz olarak beyan edilen İlâhî maksatları izah ederler. Kuranda yer almayan bir konuda ise hüküm ortaya koyarlar.
“Namaz kılın!” emri öz hâlindedir; ayrıntısı ise hadislere bırakılmıştır. Namazların rekat sayıları, kılınma biçimleri âyette ayrıntıları ile verilmiş değildir. O halde, sünnet olmasaydı, “Namaz kılın!” emri nasıl yerine getirilecekti? “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın.” Hadis-i Şerif.
Aynı şekilde, “Zekât verin!” emrinin de tafsilatı ve teferruatı hadis-i şeriflerle sabit olmuştur.
Nur Müellifi Bediüzzaman, hadis-i şerifler için “Kuranın birinci tefsiri” ifadesini kullanır. Allah Resulünün (a.s.m.), Kuran âyetleri hakkında yaptığı açıklamalar “ilk tefsir” olduğu gibi, sorulan fıkhî sorulara verdiği cevaplar da ilk fetvalardır. Keza, yaptığı içtihatlar da ilk içtihatlardır. Allah Resulü (a.s.m.) ümmetine her hususta rehber olduğu gibi bu noktada da öncülük etmiştir.
“İşittikleri haberi, Peygambere veya yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından hüküm çıkarmaya gücü yetenler, onun ne olduğunu bilirlerdi.” (Nisa Sûresi, 83)
Her maksada farklı yoldan gidilir. Zengin olmanın yoluyla, alim olmanın yolu birbirinden ayrıdır. Birincisinde, ekonominin kendine has kurallarına harfiyen uyulacak ve bu sahada muvaffak olmuş kimseler taklit edilecektir. İkincisinde ise, ilim sahasında söz sahibi zatlara talebe olunacaktır.
İlâhî hakikatlere ermek de, ancak, bu sahanın yetkili ve vazifelisi olan zatların izinden gitmekle mümkün olabilir.
“Hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir.” (Lemalar)
Sünnete tâbi olmayı Allah sevgisinin şartı olarak takdim eden bir âyet-i kerime: “De ki, Allahı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.” ( Al-i İmran Sûresi, 31)
Resulûllah Efendimiz (a.s.m.), Allahın sevdiği ve razı olduğu örnek insandır. Ona uymayan kimsenin Allah sevgisi, sözde kalmaya mahkûmdur. Hakikat bu iken, sadece âyetle amel etme vehmine kapılarak sünnetten yüz çevirmek, Allahın sevdiği zata benzemeyi terk etmek demektir.
Bir insan, Kuran-ı Kerimi hadislerin ışığında değil de kendi fikriyle yorumlamaya kalkışırsa, ortaya çıkacak yol Allah Resulünün (a.s.m.) değil, o adamın şahsî yolu olacaktır. Bu yolun ise nereye çıkacağı bellidir.
Kuranı anlamaktan maksat onu yaşamak ve yaşatmaktır. Bu noktada, en büyük rehber Allahın Resulüdür (a.s.m.). Bu gerçeği bizzat Kuran âyetlerinden okuyalım:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, Ve size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allahtan korkun, çünkü Allahın azabı çetindir.” ( Haşir Sûresi , 7)
“O, kendiliğinden konuşmaz. Onun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir.” (Necm Sûresi, 3-4)
“Kim Resule itaat ederse, Allaha itaat etmiş olur.” (Nisa Sûresi,80 )
İttiba-ı sünnet denilince, Allah Resulünün (a.s.m.) izinden gitmeyi ve böylece her konuda istikamet üzere olmayı anlıyoruz.
Şimdi, kendi nefsimize şu soruyu soralım: Bir mümin, asr-ı saadete kavuşsaydı ne yapacaktı? Elbette ki, Allah Resulünü (asm.) her hususta adım adım takip edecekti. Öyle değil mi?
İşte bugün, Onun (asm.) sünnetlerine harfiyen uymak da aynı mânâyı taşır.
Nur Külliyatında, sünnetler üç ana guruba ayrılır: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyesinin menbaı üçtür: Akvali, efali, ahvalidir.” ( Lemalar)
Demek oluyor ki, Resulullah Efendimizin (a.s.m.) o mukaddes sünnetleri, “mübarek lisanından dökülen nurlu cümleler” “icra ettiği işler” ve “hâliyle insanlık âlemine sergilediği örnek ahlâk”tan oluşuyor.
Bir Müslüman, O Nebiler Nebisini (a.s.m.) taklit etmeğe, farzlardan başlar. Allahın emirleri farz olmakla birlikte, Allah Resulünün (a.s.m.) onları işlemesi cihetiyle, aynı zamanda sünnettirler. Yani, Allahın emirlerine harfiyen uyan ve yasaklarından hassasiyetle kaçınan bir mümin, sünnetin farz kısmını yerine getirmiş olur.
Farzları yerine getiren bir mümin, manevî terakkisini nafile ibadetlerle sürdürür. Nafile denilince, farz ve vacip dışında kalan ibadetler anlaşılır.
Namazların sünnetleri nafile ibadet gurubuna girdiği gibi, kuşluk namazı, tahiyye-i mescit namazı, gece namazı gibi nice nafile ibadetler de vardır.
“Âdât-ı hasene” ise, Allah Resulünün (a.s.m.) yeme, içme, oturma gibi beşerî fiilleridir. Bunların her biri, insanlar için güzel birer örnektir. Bir mümin, adet olarak her gün icra ettiği bu gibi işleri, Allah Resülünün (a.s.m.) yaptığı şekilde yapmaya çalışırsa, ayrı bir feyiz kaynağı daha bulmuş ve dünya işlerinde bile huzuru yakalama imkânına kavuşmuş olur.
“Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine adet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevapdar yapabilir.” ( Lemalar)
Ahval grubuna giren sünnetlere gelince, bunlar “takvadan, muhabbetten, güzel ahlâkın bütün şubelerinden, insanî seciyelerin en üstünlerinden ve beşerî karakterlerin en sağlamlarından” örülmüş ve dokunmuş muhteşem bir tablo teşkil ederler.
Kalbin Allah sevgisi ve Allah korkusuyla dolu olması da hâl grubuna giren sünnetlerdendir.
“İçinizde Allahı en çok seven benim. Ve Ondan en fazla da ben korkarım.” Hadis- Şerif