* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: DUA  (Okunma sayısı 485 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
DUA
« : Mayıs 28, 2019, 09:32:38 ÖS »
DUA

Dua nedir?

De’a kökünden türemiş olan dua kelimesi, çağırmak, seslenmek, istemek, yardım etmek anlamlarına gelen bir mastardır. (Mu’cemu’lVasit, Çağrı yay. İst1992, de’a md.) İslâm literatüründe ise, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içinde, O’ndan lütuf ve yardım dilemesini ifade eder. (Osman Cilacı, DİA, IX, s. 530.)

Dua, Yaratan ile kul arasında bir diyalogdur. Ancak duanın yönü her zaman Yaratıcı’ya dönüktür. Yani, kul Yaratan’ına hâlini arz eder ve O’ndan bir talepte bulunur. Bir başka deyişle dua, gücü kuvveti sınırlı ve sonlu olan insanın, gücü ve kudreti sınırsız olan Yaratıcı’ya boyun eğip O’ndan istemesidir. Bu istek ve niyaz sözlü olduğu gibi, diz çökme, kıyam, elleri kaldırma, gözyaşı akıtma gibi ritüellerle de olabilmektedir.

Muhammed İkbâl ise duayı şöyle tarif etmiştir; “İster ferdî isterse içtimaî olsun, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde, insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve iştiyakın ifadesidir. (Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, Çev. Sofi Huri, İstanbul 1999, s. 109)

Dua etme arzusu insanın fıtrî bir eğilimi, vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Yapılan bir araştırmaya göre, bugün gençlerin yüzde doksan beşinin çeşitli sebeplerle duaya başvurdukları ve bunların yarıdan fazlasının da duadan fayda buldukları tespit edilmiştir Dine sırt çevirerek, akılcı ve maddî bir hayat tarzı benimsemiş insanların bile bir kaza anında, hastalık sırasında ya da ölüme yakın zamanlarda dua ettikleri görülmüştür. (Prof. Dr. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 218220)

İslâm dininde insanın en önemli vazifesi Yaratan’ına kulluk etmektir. Yüce Allah, “Ben insanları ve cinleri Bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 56) buyurarak bu görevi bildirmiştir. (Diğer ayetler için bkz. Bakara, 172; Âli İmran, 51; Hud, 2; Hicr, 99) Hiç şüphe yok ki, kulluk görevi ibadetlerin yapılması ile yerine getirilmektedir. Dua ise Hz. Peygamber’in tabiri ile ibadetin özüdür/iliğidir. (Tirmizi, Dua, 1; İbn Mace, Dua, 1) Nitekim İslâm dininin temel esaslarından biri olan namaz anlamındaki “sâlat” kelimesinin bir anlamı da duadır.

Kur’anı Kerim’de birçok ayette, yüce Allah kendisine dua edilmesini istemiş (A’raf, 55; Mü’minun, 60); insanın Allah yanındaki değerinin yaptığı duaya göre olacağını haber vermiştir. Bu gerçeği, “De ki, duanız olmazsa Rabbim ne diye size değer versin.” (Furkan, 77) ayeti ile dile getirmiştir.

Yüce Allah yapılan duaların karşılık göreceğini, “(Ey Peygamberim!) Kullarım Beni sana sorarlarsa onlara de ki; Ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasına karşılık veririm. O hâlde onlar da Benim çağrıma uysun, Bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olsunlar” (Bakara, 186), “Rabbiniz buyurdu ki; Bana dua edin, duanızı kabul edeyim…” (Mü’minun, 60) ayetleri ile müjdelemiştir.

 Dua sadece Allah’a yöneltilir. Allah’ın dışında başka varlıklara dua edilmesi Kur’an’da şiddetle yasaklanmış, “Allah ile beraber başka bir ilâh çağırma, sonra azap edilenlerden olursun.” (Şuâra, 213) buyrulmuştur. Ra’d suresinin 14. ayetinde ise, Allah’tan başkasına yapılan duanın karşılık bulamayacağı, “Ağzına su gitsin diye ellerini suya uzatan, ama eli boş dönen kişi” benzetmesi ile anlatılmıştır.

Bir mümin başına gelen belâlardan kurtulmak veya arzuladığı bir şeye erişmek için, üzerine düşeni yaptıktan sonra, içten gelerek ve kabul olacağına inanarak, gizlice (A’raf, 55) Allah’ın yardımını talep ederse, kabule şayan bir dua yapmış olur. Sabır abidesi olarak bilinen Hz. Eyyûb (a.s.) cilt hastalığına yakalandığında (Mevdudi, Tefhimu’lKur’an, III, 295), “Bu dert bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya, 83) diyerek niyazda bulunmuştu. Yüce Allah onun bu duasına, “Biz de onun duasını kabul etmiş, kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık.” (Enbiya, 83) diyerek icabet ettiğini haber vermiştir.

Allah Rasûlü, Bedir savaşı öncesinde silah ve mühimmat bakımından gerekli hazırlığı yaptıktan sonra secdeye kapanıp, “Ey Allah’ım!.. fiayet şu küçük ordu eriyip giderse, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacaktır...” diyerek, Yüce Mevla’dan yardım istemişti. (M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 229) Bu samimi dua karşılık bulunca, Müslümanlar kendilerinden üç kat fazla olan müşrik ordusuna galip gelmişlerdi. Kur’an bu yardımı şöyle anlatmaktadır: “Karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki, Allah olacak bir işi gerçekleştirsin.” (Enfal, 44)

Hz. Peygamber (s.a.s.), “Dua eden kişi üç şeyden birine erişir; ya bağışlanır, ya kendisine hemen bir karşılık verilir, ya da ahirette karşılığını alır.” (Müsned, III, 18)

Rivayetlere göre samimi olarak yapılan duanın ahiretteki karşılığı, günahların affı, azaptan kurtuluş, ebedî mutlu hayat denilen cennet ve onun nimetleri gibi uhrevî mükâfatlar olacaktır. (Tirmizi, Dâ’vât, 60) Ahiret saadeti ile ilgili bu mükâfatlara ilaveten dünya saadetini sağlayan birtakım kazanımların olacağı da bilinmektedir.

 Günümüzde yapılan dualar çoğunlukla maddî menfaatleri içermektedir. Sınavlarda başarılı olmak, hastalıktan kurtulmak, tehliklerden korunmak, bir menfaat sağlamak veya bir zarardan kurtulmak gibi. Bu tür fizyolojik ve ferdî talepleri içeren duaların, insan üzerindeki etkisi geçmişte müşahede edildiği gibi, bugün de müşahede edilmektedir.

Duanın tesiri

Duanın çok yönlü psikolojik etkileri gerek teorik, gerekse tecrübî gözlemler seviyesinde açıklığa kavuşmuş olan bir husustur. Klinberg (ö. 1959) 630 İsveçli çocuk üzerinde yaptığı araştırmada, tüm dinî tecrübeler içinde duanın en derin duygusal etkileşimi içerdiğini saptamıştır. (Öznur Özdoğan, Dindarlıkla İlgili Bazı Faktörlerin Kendini Gerçekleştirme Düzeyine Etkisi, Ankara 1995, s. 117) Dua genel olarak insanın bütün ruhî faaliyetlerine bir güç ve canlılık sağlamaktadır. Allah ile kurulan iletişim neticesinde ilâhî enerjinin etkisi, ruhun ihtiyaçlarını karşılamaya, korkularını yatıştırmaya ve bu yolla dış dünyayı değiştirmeye koyulmaktadır. Böylece dua normal bir durumda kişinin gücünü artırmakta, şuur düzeyinin yükselmesine ve idrak kapasitesinin keskinleşmesine imkân vermekte, olağan işleri başaracak güç, kuvvet ve yeterlilik kazandırmaktadır. (Hökelekli, a.g.e., s. 229)

Çanakkale savaşları sırasında Koca Seyyid’in 275 kg. ağırlığındaki mermiyi, tek başına kaldırıp bataryaya koyması ve böylece düşman gemisini batırması, duanın maddî boyutta en açık tezahürlerinden biridir.

Kişi dua esnasında Allah ile iletişim hâlinde olduğu için, günlük stres ve sıkıntılardan uzaklaşır. fiuurlu bir şekilde başlayan dua, ruhun derinliklerine nufûz ederek kişiyi rahatsız eden korku, vesvese gibi kötü duyguları bastırır, kişinin yatışmasına ve rahatlamasına vesile olur. Dua ile huzuru yakalayan kişi, şüphesiz daha çalışkan ve başarılı olur.

Dua, moral gücü ve iş yapabilme kapasitesini artırdığı gibi, ahlâk ve karakter üzerinde de etkili olur. Kişiyi cimrilik, korkaklık, tembellik, yalan söylemek, koğuculuk, itaatsizlik, isyan gibi pek çok kötü huydan arındırır ve ahlâkî vazifelerini yapmaya hazır hâle getirir. Her fırsatta dua eden insan alçak gönüllü, olgun, faydalı ve sorumluluk bilinci içinde olur. Yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, fikrî ve zihnî gelişimleri eşit olan insanlardan zaman zaman dua edenlerin karakter ve ahlâkî durumları, hiç dua etmeyenlere oranla daha iyidir. (Alexıs Carrel, Dua, Çev. M. Alper Yücetürk, İst. 1967, s. 35, 36)

Duanın tesiri üzerinde çalışan bir araştırmacı da şu sonuca ulaşmıştır: “Dua, kişide zihnî, manevî ve ahlâkî güçlerin daha iyi kullanılmasına, yücelip güçlenmesine, ümit ve inancın canlanmasına, endişe, sıkıntı ve korkunun yatışmasına ve kişiliğin en üst derecede bütünleşmesine imkân sağlayan bir etki gücüne sahiptir. (Hökelekli, a.g.e., s. 231)

 Hz. Peygamber (s.a.s.)’in duaları incelendiğinde, ahlâkî çöküntüye yol açan, kişiyi stres ve bunalıma sürükleyen kötü huylardan arınma yanında, güzelliği ve iyiliği temenni eden ifadelerle dolu olduğu görülecektir. (Müslim, Zikir, 73)

Duanın psikolojik rahatlamayı sağlaması yanında, birtakım uzvî rahatsızlıkların tedavisinde olumlu sonuçlar verdiği de gözlemlere dayalı olarak ileri sürülebilmektedir. Her türlü hastalığın tedavisinde gerek hasta, gerekse doktor açısından önem taşıyan hususlardan biri, hastanın maneviyatını güçlendirme ve moralini yükseltmektir. Bilhassa tedavinin imkânsız olduğu veya olumsuz sonuç verdiği durumlarda, moralini yükseltmek için hastaya dua etmesi tavsiye edilmektedir. Hatta dua ile hastaları tedavi eden kliniklerin olduğu bile bilinmektedir. Fransa’daki Laurdes Tıp Merkezi bunlardan biridir. (Hökelekli, a.g.e., s. 233)

Duanın vücut üzerinde teskin ve takviye edici tesiri, duanın keyfiyeti ve devamı ile orantılıdır. İman ve aşk ile devamlı yapılan duanın sinir sistemini kuvvetlendirdiği, ruhî ve uzvî kuvvetler arasında denge kurduğu tespit edilmiştir. (Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, İst. 1977, s. 197)
Duanın somut etkilerini gören bazı bilim adamları bu durumu, “beyin gücü” olarak isimlendirmiş ve bilimsel açıklamasını da yapmışlardır. Bir gazete haberinde Sovyet Bilimler Akademisi üyelerinden Prof. Vlail Kaznatcheev, insan beyninin, kendinden çok uzak mesafede yer alan insanlar, düşünceler ve elektronik donanımlar üzerinde etkili olabileceğini söylemiştir. Kaznatcheev’e göre, eğer insan uzun süre görmediği bir dostunu yoğun olarak düşünür, görme arzusu hisseder ve o sırada ondan bir mektup veya telefon gelirse bu şans olarak nitelendirilmemelidir. Bu beynin o konuda yoğunlaşması neticesinde ortaya çıkan telepatik gücün etkisidir. (11 Haziran 1991, Sabah Gazetesi, s. 8)

Allah ile kul arasındaki iletişimi sağlayan dua, uygun şartlarda yapılırsa kabul görmekte ve kişi üzerinde etkili olabilmektedir. Bu etki, kimi zaman felaketler karşısında çaresiz kalan kimseler için teselli, kimi zaman korku ve kaygılardan kurtuluş, kimi zaman da sığınılacak tek kapı olabilmektedir.

İnsan sadece başı sıkıştığında değil, şükrün ifadesi olarak geniş zamanda da dua etmelidir. Dua uzun, kısa, sözlü, sözsüz her şekilde yapılabilir. Dua için bir merasim, kural ve derin bilgi birikimi şart değildir. Herkes kendi dili döndüğünce, gönlünden geçtiği şekilde hem kendisi için, hem de başkası için dua yapabilir.

Dua yalnız muhtaç ve aciz insanların değil, herkesin ihtiyaç duyduğu bir gereksinimdir.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: İNSAN ve DUA
« Yanıtla #1 : Eylül 27, 2020, 08:40:29 ÖS »
İNSAN ve DUA

Dua: Seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, Allah'a yalvarmak, O'ndan dilekte bulunmak, O'na yakarmak demektir.

Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki, bütün dinlerde mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder. İnsanlar hayatları boyunca, üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşmakta, keder, sıkıntı, acz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadırlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

وَإِذَا مَسَّ الإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

"İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır, ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir." (Yunus, 10/ 12)  (Şamil İslam Ansiklopedisi, Dua mad.)

Yaratılmış varlıkların en üstünü ve değerlisi de insandır.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ

Biz insanı en güzel biçimde yarattık. (Tin ,95/4)

Allah insanı yaratıp onu kendi varlığından haberdar etmiştir; bu da insanın özü itibari ile Allah'ı tanıma ve O'na inanma yeteneği ile donatıldığını gösterir.

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum, 30/30)

Ayrıca Kuran'da, insana Allah'ı Rab olarak tanıma özelliğinin verildiğinden söz edilir;

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ - أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ

Rabbin, Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye onları kendilerine şâhid tutmuştu. "Evet, (buna) şâhidiz!" dediler. kıyâmet günü "Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz.

Yahut: "(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah'a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil old(uğumuz için öyle yapt)ık. (Gerçekleri) iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şâhid tutmuştuk). (A’raf, 7/ 172-173) Bu özelliğinden dolayı insan, Rabb'inden uzak kalamaz ve O'na her zaman ihtiyaç duyar.

İnsan, bu ihtiyacını ancak Allah'a kulluk ederek karşılayabilir. Çünkü onun yaratılış gayesi ve esas görevi Allah'a kulluktur

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz. (Bakara, 2/21)

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ

Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.  (Zariyat, 51/56)

Kulluk faaliyetlerinin en önemlilerinden biri de duadır. Dua kelimesi, "çağırmak, istemek, yalvarmak ve yardım talep etmek" gibi anlamlara gelir. Bu kelime, "büyükten küçüğe, aşağıdan yukarıya vaki olan talep ve niyaz" anlamında bir isim olmuştur. Bunun için, "insanın Allah'ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesine, sevgi ve tazimle O'nun lütuf ve ihsanını istemesine veya bu amaçla icra edilen ibadet şekline" dua denir.

Allah insana şahdamarından daha yakındır ve O'nun insana merhameti, bir annenin çocuğuna merhametinden çok fazladır.

Bir âyette şöyle buyurulur:

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

 "Kullarım sana beni sorunca, haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.  " (Bakara, 2/186)

Dua, insanın halini Allah'a arz etmesi, O'na niyazda bulunması, Rabb'ine doğru yönelip O'nunla iletişim kurmasıdır.

 Dua, insanın kibirlenme ve istiğnadan vazgeçip Allah'ın mutlak kudretini, adaletini ve merhametini kavramasından doğan bir boyun eğmedir. O, insanın kendi ihmallerini ikmal eden bir ikbal kapısı değildir. Kuran'daki dua örneklerinin büyük bir bölümünün, dünyevi nimet ve menfaatlerden ziyade bağışlanma, hidayet ve Allah yolunda yardım isteme niteliğinde olması; değinilen gerçeği desteklemektedir

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ - اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ - صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ

(Ya Rabbi) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz! Bizi doğru yola ilet; -ni'met verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazabedilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil. (Fatiha, 1/5-7),. Şu halde insan, kendi sorumluluğunu bütünüyle yerine getirdikten sonra karşısına çıkabilecek engellerin aşılması hususunda Allah'tan yardım isteyebilir. Kişinin duayı, bir sihir tekniği gibi algılamaması ve uygulamaması gerekir.

Kuran'da, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duaya başvurması üzerinde ısrarla durulur.

Dini yönelişin belirgin veya zayıf hale geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin, insan tabiatında fıtri ve genel bir motif olarak bulunduğu ortaya konulur. Ayetlerin beyanına göre insan bir tehlike ve sıkıntıya düşerse, bütün samimiyetiyle Allah'a yönelir; bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve başarı ister.

Fakat kendisini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteği zayıflar, kendi güç ve yeteneğine güvenip Allah'tan yüz çevirir. Buradan şöyle bir sonuca varılabilir.

Din duygusu zayıfladığı zaman insan hayatında olumsuz gelişmeler görülebilir. Bunu önlemek için insan şuurunda dini inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı ve etkili bir halde bulunması gerekir. Bu da dua ve ibadetle sağlanır. Bu yüzden Kuran'da insanların Allah'a dua etmeleri istenmiş ve bu dua O'na kulluk etme belirtisi olarak kabul edilmiştir. (Mü’min, 40/60)

Şu halde dua ve ibadette amaçlanan şey, insan şuurunda Allah inancının canlı ve devamlı kalmasını sağlamaktır.

Bir insanın Allah'a iman ettiğini gösteren önemli alametlerden bir tanesi de duadır. Dua eden insan, kendisinin aciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah'ın verebileceğini kabul etmiş olur. Dua, Allah'a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir.

Şüphesiz ki Allah insanın kalbinden geçenleri ve ihtiyaçlarını bilir. Ancak dil ile dua etmenin insanın kendisinin eğitilmesi konusunda etkisi vardır.

Kuran'da da müminlerin temel vasıflarından birinin "sabah akşam sabrederek Allah'a dua etmek" olduğu şöyle haber verilir:

 وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا

‘’Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi "istek ve tutkularına (hevasına)" uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.’’ (Kehf, 18/28 )

Ancak duanın ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını iyi bilmek gerekir. Çünkü Kuran dışı kaynaklardan (örneğin, geleneklerden, anne-babadan, çevreden) öğrenilen dua anlayışı, çoğu kez Kuran'da tarif edilen gerçek dua kavramına uymamaktadır. Bu nedenle Kuran'da bu konuda verilen bakış açısını ve ruh halini iyi kavramak gerekmektedir.

Duanın gerçekten istenerek ve gerçekten Allah'a karşı insanın acizliğinin ve fakirliğinin kavranarak yapılması gerekir. Bu durumda yapılacak bir dua, Kuran'da tarif edilen "için için ve yalvara yalvara" tanımına uygun olacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ

‘’Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.’’(A’raf, 7/55)

Allah, samimi bir biçimde, Kendi rızası aranarak yapılan bir duayı kabul edecektir. Kuran'da, bu konuda bildirilen ayetler şöyledir:

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

‘’Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.’’ (Bakara, 2/186)

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ

‘’Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.’’ (Mü’min, 40/60)

Mü’min duasına icabet edileceğinden emin olmalıdır. Çünkü Allah dualara icabet edendir. Müminlerin samimi dualarını asla cevapsız bırakmaz.

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صعلم) قَالَ ‏"‏ يُسْتَجَابُ لأَحَدِكُمْ مَا لَمْ يَعْجَلْ يَقُولُ دَعَوْتُ فَلَمْ يُسْتَجَبْ لِي

"Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi." (Buhari, Daavat 22; Müslim, Zikr 92 (2735)

Bunun yanı sıra, mümin, Allah'ın Kuran'da övdüğü ve hedef olarak gösterdiği her türlü nimeti Allah'tan isteyebilir. Bu konularda yaptığı duasında ise son derece samimi ve içten davranmalı, istediği her şey için Allah'a dua etmekten çekinmemelidir. Çünkü insanın neler istediğini bilen, bunun da ötesinde o isteği onun içine koyan, zaten Allah'tır.

Dua eden insan, Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O'na olan saygı ve korkusunu ortaya koymuş ve O'nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiş olur.

 Bu nedenle dua büyük bir ibadettir. Dolayısıyla dua, yalnızca dua sırasında istenen şey için değil, başlı başına bir ibadet olduğu için de yapılır. İnsanı dua etmeye yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin göstergesidir.

İnsanın istekleri sürekli olduğu için, duası da sürekli olmalıdır. İnsanın yoğun bir konsantrasyon yaşayacağı belli vakitler -örneğin, Kuran'da sabah namazı sonrasındaki duaya ve gece vaktine dikkat çekilir- olabilir. Ama gün içinde de müminin sürekli dua halinde olması gerekir. Her iş, her olay Allah'ın kontrolünde geliştiğine göre, her şeyde Allah'a yönelmek ve O'ndan istemek gerekmektedir.

Mümin herhangi bir iş üzerindeyken de yaptığı işte başarılı olmak ve yapılan iş sayesinde Allah'ın rızasını kazanmak için dua edebilir. Nitekim Kuran'da Hz. İbrahim'in bu tür bir duası örnek gösterilmektedir:

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Kabe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin." (Bakara, 2/127)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler.(Al-i İmran, 3/191) ayetinde tarif edildiği gibi, her durumda Allah'a dua edebilir, O'na dönüp-yönelebilir. Nitekim Kuran'da müminlerin bu özelliği sık sık övgüyle anlatılmaktadır:

Duanın önemini kavramak için, aşağıdaki ayet önemlidir:

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (Furkan, 25/77)

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v) buyurdular ki:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صعلم) قَالَ ‏"‏ يَنْزِلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الآخِرُ يَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ ‏"‏‏.‏

"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve; "Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım" der. "

Rivayetin Müslim'deki bir vechi şöyle: "Allah Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der: "Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?" (Buhari, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavat 13; Müslim, Salatü’l-Müsafirin 166 (758)

Bu arada Kuran'da sık sık vurgulanan önemli bir noktaya dikkat etmek gerekir. Kuran'da bildirildiğine göre, Allah'tan başka ilahlar edinenler (müşrikler) de kimi zaman Allah'a dua etmektedirler. Ancak bu kişilerin duası ile müminlerin duası arasında büyük bir fark vardır.

 Müminler, her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Sıkıntı ya da rahatlık karşısında tavırları değişmez. Sürekli olarak Allah'a karşı olan acizliklerini bilir ve dua halini korurlar. Müşrikler ise, hayatlarının büyük kısmında Allah'ı unutmuş, O'ndan yüz çevirmiş durumdadırlar.

Böyle zamanlarda Allah'tan başka taptıkları varlıkların peşinde koşar, onlara yönelirler. Ancak büyük bir zorlukla ve sıkıntıyla karşılaştıklarında Allah'ı hatırlar ve O'na karşı acizliklerini kabullenip dua ederler. Sıkıntı halinde yaptıkları bu dua samimidir; ancak sıkıntı geçtikten sonra tekrar eski hallerine dönerler. Allah'a dua etmiş, Allah'tan medet ummuş olduklarını unutur ve nankörlük ederler.

Kuran'da, bu müşrik tavrının pek çok örneği verilir:

وَإِذَا مَسَّ الإِنسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَن لَّمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَّسَّهُ كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

‘’İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.’’ (Yunus, 10/12)

وَإِذَا أَنْعَمْنَا عَلَى الْإِنسَانِ أَعْرَضَ وَنَأى بِجَانِبِهِ وَإِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَاء عَرِيضٍ

‘’İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir.’’ (Fussilet, 41/51)

وَإِذَا مَسَّ الْإِنسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُنِيبًا إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِّنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُو إِلَيْهِ مِن قَبْلُ وَجَعَلَ لِلَّهِ أَندَادًا لِّيُضِلَّ عَن سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَلِيلًا إِنَّكَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ

‘’İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlar. De ki: "İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın." (Zümer, 39/8)

Bazı ayetlerde ise denizde çaresizlik içinde kalmış insanların örneği verilir: İnsanlar, batmak üzere olan bir gemide olduklarında son derece samimi bir şekilde dua etmekte, Allah'tan bağışlanma ve kurtuluş dilemektedirler. Burada yaptıkları dua samimidir, çünkü Allah'tan başka taptıkları herhangi bir varlığın (örneğin, aileleri, kavimleri, liderleri vb.) kendilerini kurtaramayacağını anlamış ve yalnızca Allah'a yönelmişlerdir. Ancak Allah onları boğulmaktan kurtarıp karaya çıkardığında hemen müşrik tavrını yeniden gösterir ve Allah'ı unuturlar. Kuran'da onların bu tavırları şöyle bildirilir:

‘’Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na "gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)" olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız."

Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.’’ (Yunus, 10/22-23)

وَإِذَا غَشِيَهُم مَّوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

‘’Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O'na "halis kılan gönülden bağlılar" olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez.’’ (Lokman, 31/32)

قُلْ مَن يُنَجِّيكُم مِّن ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً لَّئِنْ أَنجَانَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ.  قُلِ اللّهُ يُنَجِّيكُم مِّنْهَا وَمِن كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ أَنتُمْ تُشْرِكُونَ

De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (En’am, 6/63-64)

Dua İbadettir:

Oysa müminlerin yapması gereken her ortamda dua halini sürdürmek, Allah'tan başka dost ve yardımcı olmadığını kavrayarak Allah'a güvenmektir:

فَادْعُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

‘’Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kafirler hoş görmese de.’’ (Mü’min, 40/14)

Allah Resûlü:

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ الدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ ‏"‏.‏

"Dua ibâdetin iliğidir (özüdür)." (Tirmizi, Daavat, 2) ifadesiyle duânın ibâdet içindeki yerini tesbit buyurmaktadır.

قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا

De ki: "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum." (Cin, 72/20)

Dua yalnızca Allah'a yapılır. Çünkü dua ibadettir ve  ibadetler de yalnızca Allah'a yapılır. Allah'tan başka bir varlığa yapılan dua insanı şirke götürür.

Mümin dua ettiği, Allah'tan yardım dilediği zaman gerçek mutluluğu ve huzuru yakalar. Kendi gücünün hiçbir şeye yetmediğini, ancak gücü her şeye yeten Rabbimizin kendisini koruyup-gözettiğini hisseder. Bu, insan için en büyük mutluluktur. Bu nedenle dua bir zevktir ve cennette de sürecektir. Kuran'da, müminlerin cennette de dua halinde olduğu şöyle haber verilir:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ. دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

‘’İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder). Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Yunus, 10/9-10)

Duânın sâbit bir zamanı ve mekânı olmaz. Her yerde ve her zaman duâ edilebilir. Ancak Allah'ın iç huzûru ve itminâna ermiş bir gönülle yapılan duâya icâbet etmesi daha çok umulur.

Bununla birlikte duâların kabûlü için kapıların açıldığı Kadir gecesi, cuma saati, seher vakti gibi özel zamanlar; Kâbe, Arafât ve Mescid-i Nebî gibi müstesnâ mekânlar da vardır. Buraları duâ mekanı olduğu için, toplu tazarru ve niyazlarla kulların hüzünlenip gönüllerinin pozitif enerjiyle yüklenme şansı daha yüksektir. Ama duâyı sadece buralara hasretmek olmaz. (Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Dergisi Ekim 2000, sayı 176)

İslam ölçülerine uyan gerçek bir duanın iki önemli vasfı vardır.

Bunlardan biri teşebbüs diğeri de tevekküldür. Duanın değerinin olması ve hedefini bulması için, önce gayretin kuldan gelmesi gerekir. Zira insandan istenen, ilahi düzenin gerekleri içinde elinden geleni yapmasıdır.

İnsanın kendi güç ve kapasitesi oranında sebeplere sarılıp işin gereğini yerine getirmesi, o sebeplerin Yaratıcısına karşı fiili bir duadır. Teşebbüs dediğimiz de budur. Kim yaparsa yapsın böyle bir dua çoğu kez karşılıksız kalmaz. Demek ki Allah'ın kainatta koymuş olduğu düzenin gereklerine göre davranmak, bir tür fiili dua olmaktadır. Bu aynı zamanda Allah'ın rahmet kapısını çalmaktır. Fakat cevap O'na aittir.

Arzu edilen şeyi elde etmek için teşebbüs gerekli olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Bir de işin tevekkül boyutu vardır. Teşebbüsün son sınırına gelince tevekkül alanına girilir. Bu yüzden teşebbüsten sonra güven içinde Allah'a iltica etmeye tevekkül denir. İşte dua, bu iki esası kendine toplayan bir ibadettir. O, maddi hayat için gerekli olan teşebbüsle manevi hayat için gerekli olan iman ve tevekkülü dengeli biçimde yürütme işlemidir. Bunun için teşebbüs ve tevekkül, İslam'da duanın iki yönü ve birbirinden ayrılmaz bütünüdür.

Dua Edebi:

Fatiha Suresinde: Bu sure aslında, Allah'ın kendi kitabını okumak isteyenlere öğrettiği bir duadır. Okuyucuya şu dersi öğretmek için Kitab'ın en başına yerleştirilmiştir

Konusu nedeniyle, Fatiha ile Kur'an arasındaki ilişkinin, bir giriş ve kitap ilişkisi değil, bir dua ve ona cevap niteliğinde bir ilişki olduğu açığa çıkmaktadır. Fatiha, kulun duası, Kur'an ise, Mâbud'un kuluna verdiği cevaptır. Kul, kendisine doğru yolu göstermesi için Allah'a yalvarır; Allah da duaya cevap olarak, tüm Kur'an'ı onun önüne koyar ve sanki şöyle der: "İşte, benden dilediğin Hidayet!"

Bu surede dua, bize doğru yakarış şeklini öğretmesine işaret etmek bakımından Allah'a hamd ile başlıyor.

İstek ve arzumuzu birdenbire hiçbir giriş yapmadan ortaya koyamayız. Başlamanın en iyi yolu, duada yöneldiğimiz zatın yüce konumunu, nimetlerini ve üstünlüklerini sergilemektir. Bu nedenle duamıza, Allah'a hamd ile başlarız. Çünkü O, bizim koruyucumuz ve tüm üstünlüklerin mükemmele eriştiği varlıktır. O'nun Yüceliğini kabul ettiğimizi ve O'nun bize verdiği sayısız nimetlere karşı şükrettiğimizi göstermek için Allah'ı ta'zim ederiz. (Mevdudi, Tefhimu'l- Kur'an, Fatiha Suresi Tefsiri)

Duânın müstecab ve makbul olması için gerekli birtakım adâbı vardır. Sûfîlere göre bunun en önemli şartı "huzûr-ı kalb"dir. Çünkü Allah Teâla'nın gaflet içinde yapılan duâyı kabul buyurmayacağına inanılır. Duânın kabûlünün bir başka temel şartı "helâl lokma" ve "temiz rızık"tır. Bunlardan başka İmam Gazzalî, İhya'nın duâ âdâbı bahsinde şu şartlara da temas etmektedir:

1. Şerefli vakitleri aramak: Duâ için belli bir zaman olmamakla birlikte belli zamanlarda duâların kabûlüne dair nass vârid olmuştur. Arefe günleri, Ramazan ayı, cuma ve kandil geceleriyle seher vakitleri bu türdendir.

2. Şerefli hallerden yararlanmak: Oruç, cihad, yağmur yağması gibi içinde güzel hallerin bulunduğu demler duâ için teşvik edilen zamanlardır.

3. Kıbleye dönerek ellerini kaldırıp duâ etmek: Nitekim Efendimiz (s.a.v);

‏"‏ إِنَّ اللَّهَ حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحِي إِذَا رَفَعَ الرَّجُلُ إِلَيْهِ يَدَيْهِ أَنْ يَرُدَّهُمَا صِفْرًا خَائِبَتَيْنِ ‏"‏ ‏.‏

"Rabbiniz; kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman onları boş çevirmekten haya eder." (Tirmizi, Daavat, 121) buyurmuştur.

4. Duâyı gizlice; yani bağırıp çağırmadan yapmak: Nitekim Allah Rasulü:

عَنْ أَبِي مُوسَى ـ رضى الله عنه ـ قَالَ كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم فِي سَفَرٍ فَكُنَّا إِذَا عَلَوْنَا كَبَّرْنَا فَقَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم ‏"‏ أَيُّهَا النَّاسُ ارْبَعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ، فَإِنَّكُمْ لاَ تَدْعُونَ أَصَمَّ وَلاَ غَائِبًا، وَلَكِنْ تَدْعُونَ سَمِيعًا بَصِيرًا

"Nefislerinize karşı merhametli olun. Zîra sizler, sağır birisine hitàb etmiyorsunuz, muhâtabınız gâib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zât'a, Allah'a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birirıize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi." (Buhari, Daavat, 50(6457) buyurduğu gibi Allah Teâla da:

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ

"Rabbınıza gönülden ve gizlice duâ edin! Çünkü O, haddi aşanları sevmez. " (A'râf, 7/55) buyuruyor.

5. Duâda yapmacık sözlerden kaçınmak: Dua eden kimse tekellüfsüz; tumturaklı ifadelerden çok, samimi ve ihlaslı sözlerle tevazu içinde rabbine iltica ederse Allah bundan daha çok memnun olur.

6. Huşû ve hudû ile Allah'tan sakınarak ve kabûlünü umarak duâ etmek: Nitekim Allah Teala:

إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ

"Onlar iyi işlere koşarlar, sevab umarak ve cezadan korkarak Bize duâ ederler" (Enbiya, 21/90) buyurmaktadır.

7. Allah'a karşı duânın kabûlü konusunda hüsn-i zan sâhibi olmak: Nitekim buyurulur:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ‏"‏ ادْعُوا اللَّهَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالإِجَابَةِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لاَهٍ ‏"‏ ‏.‏

"Dua ettiğiniz zaman kabul olunacağına inanarak duâ edin Bilmiş olunuz ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi, Daavat, 66(3816)

8. Duada ısrar ve devamlılık: Efendimiz buyurur: " Dua ettim Allah kabul etmedi" diye acele etmedikçe Allah sizin duanızı kabul eder." (Buhari, Daavat, 22)

9. Duâya Allah'ın adını anarak başlamak.

10. Duânın bâtınî şartlarına uymak: Duânın bâtınî şartları tevbe, hak sahipleriyle helalleşme ve bütün himmetini Allah'a teksif etmektir. (İhya-u Ulumi’d-Din, c.1, s.877-888 Bedir Yay. İstanbul, 1975)

Bu sayılan şartları taşıyan bir duâ, gönül kapılarını da; gök kapılarını da bi-iznillâh açacaktır.

Duâ kalitesine ve ısrarla tekrarlanmasına göre ruh ve beden üzerinde etki yapar. Duânın ısrarla tekrarlanmasıyla şiddetini anlamak mümkün ise de, kalitesini anlamak mümkün değildir. Çünkü kalplerde olanı ölçmeye yarayacak bir âlet henüz yok. Ancak şurası bir gerçek ki fikrî ve zihnî gelişimi eşit olan insanlardan ara sıra duâ edenler, hiç duâ etmeyenlere göre karakter ve ahlâkî değer açısından daha yüksektir.

Duâ alışkanlık hâline gelince tesiri daha da artmaktadır. Böyleleri fakirliğe, hastalığa, kedere ve toplum hayatındaki sürprizlere karşı daha sabırlı; ölüm ve ıstırâba daha tahammüllüdür.

Duânın meydana getirdiği huzur, rûhî ve bedenî hastalıkların tedâvisinde son derece etkili bir yardımcıdır.

İnsan duânın mânevî tesiri sâyesinde zihnî ve mânevî kuvvetini daha iyi kullanabilecek bir güce erişmektedir. Denilebilir ki duâ insanı irsiyet ve eğitimin yükselttiği seviyenin daha üstüne çıkarabilecek bir güce sahiptir.

Duâ insanın ilâhî âlem ile irtibâtını sağlamaktadır. Duâ ile insan Allah'a ulaşır, Allah insanın kalbine yerleşir. Duâyı sadece zayıf ruhların, miskinlerin fiili olarak görmemelidir. İnsan suya ve oksijene olduğu kadar Allah'a muhtaçtır.

Duâ insanın Allah'a ihtiyacını arz etme eylemi olduğuna göre duasız insan düşünülemez. İnsandaki din duygusu ve Allah inancı; bilgi, sezgi, güzellik duygusu ve zekâ aydınlığına ilâve olarak şahsiyet ve kimliğin teşekkülünü sağlar. İnsanın başarısı fizyolojik, hissî ve rûhî kabiliyetlerinin tam inkişaf ve uyumuna bağlıdır.

İnsanın iç ve dış dünyasında kendisini zarara sokan düşmanlarına karşı mücadelede en önemli silahı, duâsıdır. Özellikle insanın, ihtiyacı içindeki nefsin ve onun kurduğu desîselerin üstesinden gelmede duâya ihtiyacı vardır.

Sonuç olarak dua, insanın Allah'tan bir şey istemesi, O'nu anması ve yardıma çağırmasıdır. O hamd, şükür, zikir, tesbih, istiane ve istiaze gibi eylemleri kapsayan dini duygu ve yönelişin ifadesi, kulluk makamlarının da en önemlisidir. Bu yüzden Kuran'da insanın, ancak Allah'a olan yönelişi ile değer kazanacağı belirtilmiş,

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا

(Resulüm!) De ki: "Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azab yakanızı bırakmayacaktır! (Furkan, 25/77) denilmiştir. Öyleyse insan, Allah'a yönelmeli, daima O'nun ilgi ve rahmetini çekecek bir başvuru içinde olmalıdır. Tabii ki dua kadar onun makbul olması da önemlidir. Bunun için Hz. Peygamber:

 عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو، قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏"‏ اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لاَ يَخْشَعُ وَدُعَاءٍ لاَ يُسْمَعُ وَمِنْ نَفْسٍ لاَ تَشْبَعُ وَمِنْ عِلْمٍ لاَ يَنْفَعُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَؤُلاَءِ الأَرْبَعِ

 "Allah'ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duadan sana sığınırım." (Tirmizi, Daavat 69(3819) diyerek Rabb'ine yalvarmıştır.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR
« Yanıtla #2 : Eylül 27, 2020, 08:45:35 ÖS »
DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR

Bugün vaz’u nasihatimizde ‘dua’ üzerinde durmaya çalışacağız. Sözlükte; seslenmek, çağırmak istemek, yardım talep etmek vb anlamlara gelen dua, dini bir terim olarak;  “İnsanın Allah’ın yüceliği karşısında, acizliğinin bilincine varıp sevgi ve hürmetle Allah’tan lutuf ve yardım dilemesi, Allah’a yakarıp istek ve ihtiyaçlarını arzederek, Onun ihsanını istemesidir.”

Dua, insan fıtratının ortaya koyduğu bir olgu ve insanın tabi bir ihtiyacıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerimde, insanın bu fıtri özelliğine bir çok ayet-i kerimede işaret edilmiştir.(Yunus:10/22,Ankebut:29/65, Rum:30/33)

Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır, nadide tefsiri “Hak dini Kur’an dili” nin mukaddimesine eşsiz bir dua ile ve yakarış ile başlamıştır; Bu güzel cümlelere bir gözatalım:

“İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mirac ettim, kitabını kendime minhac ettim, ben yoktum varettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla gönlümü bî-kara ettin, inayetine sığındım kapına geldim; Hidayetine sığındım lutfuna geldim. Kulluk edemedim affına geldim. Şaşırtma beni doğruyu söylet, neş’eni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevemem. Sevdir hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini. Sevdin habibini kainata sevdirdin. Sevdinde hil’at-ı risalati giydirdin. Makam-ı İbrahimden Makam-ı Mahmuda erdirdin, Server-i asfiya kıldın hatem-i enbiya kıldın, Muhammet Mustafa kıldın. Sâlâtu selam, tahiyyatü ikram, her türlü ihtiram ona, onun âline, ahbabına, ailesine, ashabına ve etbaına YaRab!...”[1][127]   

Kur’an da 200 kadar ayet dua ile ilgilidir. Kur’anın ilk suresi “Fatiha”, bizzat Cenab-ı Hakkın, kullarına öğrettiği bir dua özeliği taşır. Şimdi ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ışığı altında rabbimize nasıl dua etmemiz gerektiğini görelim.

 “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.”[2][128]

“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.”[3][129]

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.”[4][130]

“(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!”[5][131]

Yukarda ki dört ayette Allah kendisine dua etmemizi, dua ederken “sessizce yalvarmamızı”, istemekte, “dua edenlerin dualarını kabuk edeceğini”, özellikle “darda kalanların” dualarını kabul buyuracağını bize bildirmektedir.

Dua kulun Allah’a bağlılığını en güzel şekilde dile getirdiği için Peygamberimiz tarafından ibadetin özü[6][132] sayılmıştır. 

 “(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Resûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!”[7][133] ayeti Cenab-ı Hakk’ın duaya verdiği önemi pek açık şekilde ortaya koymaktadır. Mümin bir kulun, nice kimseler inançsızlık buhranı içerisinde bocalayıp dururken, hidayete erdirilmiş olmasından dolayı Allah’a dua ve şükretmesi gerekir. Dua, insanı Rabbine yakınlaştırır. Dua kulluğun temel unsurudur. İnsanın Allah’a yönelmesidir. İnsanın içerisinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak, bir kötülüğe maruz kalmamak, bir nimete ulaşmak için Allah’ı anıp aczini, günahlarını itiraf ederek ondan yardım ister.

Peki dua edebimiz nasıl olacak?....

Dua eden kişi, alemlerin rabbinin huzurunda bulunduğunu düşünerek, derin bir tevazu duygusu içerisinde olmalı, boyun büküp huşuu yakalamaya çalışmalıdır. Peygamberimizin hadisler deryasından örnekler verip duanın önemini iyice kavramaya çalışalım:

“Hz. Aişe şöyle dedi: Resulullah özlü duaları sever, böyle olmayanları terkederdi.”[8][134]

Bu hadisten anlaşılan:

·         Dualar özlü sözlerle yapılmalı.

·         Duaların en güzeli Peygamber’in dualarıdır.

“Enes şöyle dedi: Rasulullah çoğu zaman şöyle dua ederdi: Allah’ım! Bize dünyada da ahirettede yilik ver . Bizi cehennem azabından koru.[9][135]

İnsanı, Allah’a yalvarmaktan hiçbir günah alıkoymamalı. Hz. Peygambrin bildirdiğine göre dua edenin duası şu üç şekilden birisi ile karşılanır:

·         Ya dua ettiği şey dünyada hemen verrilir.

·         Ya duasının karşılığında verilecek şey(mükafat) ahirete saklanır.

·         Veya üzerinden istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.

Hz Peygamber dualarında “uhrevi mutluluk” “kalp huzuru” gibi daha çok manevi şeyler istemiştir. Örneğin: “Ey kalpleri (dilediği yöne ) çeviren Allah’ım bizim kalbimizide sana taate yönelt.”[10][136]

Duanın belirli bir zamanı yoktur. Bununla beraber, bazı anlarda yapılacak olan duanın kabul olacağı rivayet edilmiştir. Seher vaktinde, ezanla kamet arasında, yağmur yağarken, oruçlu iken yapılan dualar ile; anne- babanın, adil devlet başkanının yapacağı dualarında kabul olunacağı bildirilmiştir.

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

“Allah’ım senden hidayet, takva, iffet ve gönül znginliği isterim.”[11][137] 

Rasülullah’ın çeşitli istiaze(Allah’a sığınma) duaları vardır. Mesela şu hadis bunun bir örneğidir:

“Allah’ım! Acizlikten  tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele-avuca düşmekten cimrilikten sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım.hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.”[12][138]

Ebu Bekir es-Sıddik Rasulullah’a bana bir dua öğret de namazımda okuyayım dedi. Oda şöyle buyurdu: “Allah’ım! Ben kendime çok zulmettim. Günahlarımı bağışlayacak olan sensin.öyleyse tükenmez lutfunla beni bağışla, bana merhamet et.çünkü affı sonsuz merhameti nihayetsiz olan sensin de.”[13][139] Buyurdu.

Tabiin neslinden bir zat Hz. Aişeye Rasulullah’ın en çok hangi duayı okuduğunu sormuş. Oda şu duayı zikretmiş:

“Allah’ım şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.”[14][140]

Rasulullah’ın Allah’a sığındığı şeylerden bizde Allah’a sığınmalıyız. Allah korkusu gönüllermize hakim olmalı.

“Allah’ım! faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”[15][141]

Şu gelen hadiste Peygamberimiz üç şeyden Allah’a sığınmaktadır:

“Allah’ım! Kiötü ahlaklı olmaktan, fena işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan sana sığınırım.”[16][142]

Aziz Kardeşlerim! Dua yapıılırken Allah’a hamt ve ta’zim ile başlanmalı; Sonra Rasülüllah ile ailesi ve ashabı salat ve selam ile anılmalı, sonra istek ve dilek ifadelerine geçilmelidir. Duanın sonun da “AMİN” denilmesi hadislerde teşvik edilmiştir. Yine “Allah benim duamı asla kabul etmez” gibi bir duyguya asla kapılınılmamalı.

Şekel İbn-i Humeyd şöyle dedi:

¾Ya Rasülallah! Bana bir dua öğret dedim. Bunun üzerine bana: “Allah’ım kulağımın şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım.”[17][143] De buyurdu.

Dua yalnız Allah’a yapılmalı, araya bir vasıta sokulmamalıdır. Dua konusuna ışık tutan fatiha suresinde : 

“(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.”[18][144] buyrularak buna dikkat çekilmiştir.

Dua, gönülden, gizlice, huşu ve ihlasla yapılalı. Bu sırada bağırıp-çağırma, gösteriş ve riyadan uzak bulunmalı.

Dua ederken, kıbleye yönelmek, elleri açmak, mübarek yer ve zamanlarda yapmak, duanın kabulü için vesiledir.

“kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın.”[19][145]

Duada acele etmemek gerekir. Çünkü Allah Resulü şöyle buyurmaktadır:

“Herhangi birinizin duası, acele etmedikçe kabul edilir. (kul acele ederek) Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi der.”[20][146]

İnsan her zaman sıkıntıyla karşılaşabilir. Böyle zamanlarda Cenab-ı Hakkın birliğini ve yüceliğini dile getiren ve tutunulacak yegane dalın O olduğunu belirten ve Efendimiz (sav) tarafından tavsiye edilen bu duaları okumalıdır. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: 

Ebu Umame şöyle dedi:Rasulullah’a hangi dua daha çabuk kabul edilir? diye sordular.

“Gecenin son saatlerinde ve farz namazlardan sonra yapılan dua.”[21][147]  buyurdular.

Görülüyor ki, dua, fazileti büyük bir ibadet ve kesin bir emirdir. Ancak dua ile istenilen şey, helal ve meşru olmalıdır. Allah’ın haram kıldığı şeyler istenemez. Dua, samimi, içten ve tam bir inançla yapılmalıdır. Kabul lacağına inanılarak yapılmalıdır. Tertemiz bir kalplr, sözü doğru bir dille, helal rızıkla beslenmiş bir gönülle, Allah’a teslim olunarak yapılmalıdır. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmeden yapılmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (sav) buyuruyorlar ki:

“Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Bir kul ellerini O’na doğru açıp kaldırdığında, O elleri boş çevirmekten haya eder.”[22][148]

Müslümanın duası hayır dua olmalıdır. Müslüman, din kardeşlerinin kötülüğe uğraması için beddua etmez.

Rabbimize dua ve niyazda bulunalım.

 “Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük." Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[23][149] Buyuran Allah’ımızın rahmet deryasından nasib alalım. Allah’ın azabından korkalım ve bu korku ile, fakat ümit içerisinde yalnız O’na sığınalım. Allah’ın büyüklüğü karşısında:

            “Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’a günde yetmiş defadan fazla tevbe ve istiğfar ederim.” Buyuran Peygamberimiz (sav) in bu halinden örnek alalım. Bilelim ki, müslümanın Allah’tan uzak yaşaması cinayetlerin en büyüğüdür. Sonsuz af ve kerem Allah’ındır. Dönüşte yücelerin yücesi Allah’a olacaktır. 

"Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!"[24][150]

--------------------------------------------------------------------------------

[1][127] Elmalılı M. Hamdi Yazır. “Hak Dîni Kur’an  Dili”, 1, Cild, Mukaddime, sh, 1

[2][128] Mümin:40/60

[3][129] Araf: 7/75

[4][130] Bakara:2/286

[5][131] Heml: 27/62

[6][132] Tirmizi: Daavat,1

[7][133] Furkan:25/77

[8][134] Ebu Davut Kitabu’s- Salat,1482

[9][135] Buhari: tefsir.38;Daavat: 55; Müslim:Zikir23, 26, 27......

[10][136] Müslim: Kitb-ül Kader, 2654

[11][137] Müslim:Zikir,72; tirmizi: Daavat,72; İbn-i Mace: Dua, 2

[12][138] Müslim: Zikir,50; Ebu Davut:Vitir,32; Nesai: İstaze,7

[13][139] Buhari:Ezan,149; Daavat,17; tevhit,9; Müslim: Zikir,48

[14][140] Müslim: Zikir,65,66; Ebu Davut:Vitir,32; Nisai:Sehv,63; İstiaze,58, 59; İbn-i Mace: Dua,3

[15][141] Müslim: Zikir,73; Nesai: İstiaza, 13, 65

[16][142] Tirmizi:Davat, 126

[17][143] Ebu Davut: Vitir,32; Tirmizi: Daavat, 72; Nesai: İstiaze,4, 10, 11, 28

[18][144] Fatiha:1/5

[19][145] Müslim:Salat, 215; Ebu Davut: Salat,148; Nesai: Tatbik, 78

[20][146] Buhari:Daavat,22; Müslim:Zikir,90-91; Ebu Davut: Vitir,23; tirmizi: Daavat,12

[21][147] Tirmizi: Daavat, 79; Eba Davut: Tatavvu,10; Nesai: Mevakit,35, 40

[22][148] Ebu Davut; Tirmizi; Taç:c.5, sh.111

[23][149] Araf:7/156

[24][150] İbrahim:14/41

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]