Dua İle İnsan Huzur Bulur!
İnsan maddi, manevi birçok ihtiyaçları olan ve bunları kendi gücüyle gideremeyen aciz bir varlıktır. Genç, gücü kuvveti yerinde olan bir insan isteklerle doludur. Hayatını kazanabileceği bir iş ister, helalinden eş ister, evlat ister. Bunlar olunca da ihtiyaçları daha da artar. İnsan yaşadığı müddetçe daha da acizleşir, gücünü kuvvetini yitirir. Kısacası insanoğlu sanki muhtaç olmak için yaratılmış gibidir.
İnsan bu fani dünyada hiçbir şey istememeye muvaffak olsa bile ebedi hayatta son nefeste kurtuluş için; iman nasip olmasına, tevbe ve ibadetlerinin kabul olmasına muhtaçtır. Peygamberler dahi son nefeslerinde iman üzere gidebilmek için dua etmişlerdir. Hz. Yusuf aleyhisselam, Rabbinin kendisine nasip ettiği nimetleri anıp hamd-u sena ettikten sonra hemen hüsnü hatime ister: “Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına kat.”(Yusuf; 101)
Allah-u Zülcelâl insanı muhtaç yaratmıştır ve ihtiyaçlarını istemesinden de razı olmaktadır. Çünkü o rahmet ve kerem sahibidir, kulunun istemesini sevmektedir.
Dua kulun Rabbini tanımasının bir alametidir. Dua eden bir kul, Allah’ın rahmetine ve cömertliğine inandığı gibi O’nun kudretinin sonsuzluğuna da inandığını göstermiş olur. Bu yönüyle dua etmek başlı başına bir ibadettir. Rabbimiz kullarının dua etmesini, muhtaçlığını itiraf ederek ihtiyaçlarını istemesini sevmektedir. Kulun geçici nimetlerle şımararak her şeyi kendi elinde zannedip müstağnilik taslamasını hoş görmemektedir. Bir ayet-i kerimede dua etmeyenler şöyle azarlanmaktadır: “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin! Siz (Allah’ın nimetlerini, ayetlerini) yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” (Furkan; 77)
Yalnız Allah’a dua edilir!
Dua bir ibadet, bir kulluk tezahürü olduğu için de Allah’tan başkasına dua edilmez. Dünyevi veya uhrevi hiçbir hacet için Allah’tan başkasının elinde bir kudret var gibi düşünerek, ondan medet beklemek caiz değildir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!”(Şuara; 203)
Elbette bir müslümanın Allah’tan başkasına dua etmesi düşünülemez. Çünkü dua etmek, dua ettiğin Zat’ın duayı işittiğine ve eğer vermeyi takdir etmişse istenilen şeyleri de verebilecek kudrete sahip olduğuna iman etmenin işaretidir.
Bir mümin, Allah’ın melekleri, Peygamberleri ve Allah’ın razı olduğu kulları dahil hiç kimsenin, kulun kaderini takdir edemeyeceğini ve istenen şeyleri veremeyeceğini bilir.
Dua yalnız Allah’ın Zatından dilemek suretiyle yapılır. Allahu Azimüşşan’ın Esma’ul Hüsnası da dahil hiçbir şeyden bir murad istenmez. Ancak Allah’ın esmasını zikrederek Allah’ı hamd ve tesbih etmek, bir ibadet olarak dua için vesile edilebilir.
Nitekim dua etmeden evvel Allah-u Zülcelâl’e ibadet etmek, Allah’ı tesbih etmek ve bu ibadetleri tevessül ederek dua etmek dua adabındandır.
Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir gün ashabına şöyle buyurdular: “Kimin Allah’a veya herhangi bir insana ihtiyacı olursa önce abdest alsın, abdesti de güzel yapsın. Sonra iki rek’at namaz kılsın, sonra Allah-u Zülcelâl Hazretlerine hamd-u senâda bulunsun, Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’a salât okusun, sonra şu duayı okusun:
“Halim, kerim olan Allah’tan başka ilâh yoktur. Arş-ı Azam’ın Rabbi noksan sıfatlardan münezzehtir. Hamd âlemlerin Rabbine âittir. Rahmetine vesile olacak amelleri, mağfiretini celbedecek esbabı (hakkımda yaratmanı) taleb ediyor, her çeşit günahtan koruman için yalvarıyor, her çeşit iyilikten zenginlik, her çeşit günahtan selâmet diliyorum. Rabbim! Affetmediğin hiçbir günahımı, kaldırmadığın hiçbir sıkıntımı bırakma! Hangi amelden razı isen onu ver, ey rahim olan, bana en ziyade rahmet gösteren Rabbim!” (Tirmizi, Salât 348)
Bu hadis-i şerifte gördüğümüz gibi, Hacet duası diye bildiğimiz bu duadan önce nafile bir namaz kılmak, sonra Allah’a hamd etmek ve sonra Resulüne salavat okumak ve sonra yine Allah’ın güzel isimlerini anarak, O’nu tesbih ederek, rahmet ve mağfiretine muhtaçlığını itiraf edip Allah’a sığınarak duaya başlamak gerekir.
Dua ile teslimiyetin neticesi huzurdur
Biz korku ve ihtiyaçlarımız için ne kadar endişelensek, türlü türlü tedbirler düşünsek, bin bir çareye başvursak yine de her şeyi garanti altına almaya gücümüz yetmez. Mesela; şu son zamanlarda hemen her yerde terör saldırıları oluyor. Oğlu askerde olan anneler başta olmak üzere hemen herkes sevdikleri için endişe ediyor. Ama hiç kimsenin elinde sevdiği herkesi korumak için bir çare yok. Elden gelen tek çare Allah’ın muhafazasına güvenmek…
Peygamber Efendilerimizin hayatına baktığımız zaman, onların her ihtiyacını Allah’tan istediğini görüyoruz. Mesela Musa aleyhisselam Mısır’dan kaçtığı zaman ihtiyacını Rabbine arz ediyor. Hatta Şuayb aleyhisselamın kızlarına yardım etmek için koyunlarını suladığı zaman hizmetine karşı bir ücret de istemiyor, muhtaçlığını Rabbine niyaza vesile kılıyor.
“Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, ‘Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım,’ dedi.” (Kasas; 24)
Rabbimiz de onun ihtiyacını helalinden temin edeceği bir vesileyi önüne çıkarıyor. Şuayb aleyhisselamın kızları eve gidince bu iffetli ve takvalı gence iş vermesi için babalarına başvuruyorlar. Sonuçta gönüller Rabbimizin kudreti altındadır. Bizim ihtiyacımızı görünüşte bir insan gideriyor olsa da onun gönlünü meylettiren yine Rabbimizdir.
Duam kabul olmuyor’ deme; o da hayırdır!
Bazen de Rabbimiz bir şeyi takdir etmemiştir, vermeyecektir. Kul ne kadar çaba gösterse de gönüller meyletmez, işler rast gitmez. O zaman kula düşen edeb, “Demek ki hayırlısı böyleymiş” demektir. Mesela; bazen gençler evlenmek ister, ama ailelerden engel çıkaranlar olur. Bir türlü o engelleri aşmak mümkün olmaz.
Zamanımızda televizyon dizileri, filmler vs. gençleri olumsuz etkiliyor. Sanki duygularımız her şeyin üstündeymiş gibi gösteriliyor. Halbuki böyle zamanlarda nefsimize dönüp, “Ben zaten bir hata işledim, bana helal olmayan bir kişiye göz diktim. Sonra da ‘Neden nasip olmadı?’ diye isyan ediyorum. Halbuki Rabbim benim her istediğimi vereceğini vaad etmedi ki. Demek ki benim için takdir edilen bu değilmiş” demek lazımdır.
İnsanoğlunun bazı ihtiyaçları vardır ve bunları istemesi meşrudur. Ama ihtiyaçtan öte istekleri, bir tutku, bir ihtiras haline getirip kafayı takmak, elde edemeyince isyan edercesine tavırlara girmek doğru değildir.
İnsan dua ederken, “İlla şunu istiyorum” dedikçe, o olmadığı zaman mutsuz olma ve kulluk edebini bozma ihtimali artar. Hem bu o kişinin önüne çıkan başka fırsatları değerlendirmesine de mani olur. Mesela bir kişi işe başvuruyor, “Şu pozisyonu istiyorum” diyor. Ama o olmuyor, başka bir görev teklif ediliyor. “Olmaz, ben illa bunu istiyordum” diyor, çıkıp gidiyor. Halbuki biraz sabretseydi belki de zamanla onun kabiliyeti keşfedilir ve istediğinden de üstün bir mevkiye gelebilirdi.
İstekler ihtiras haline gelince, duanın edebi de bozuluyor. Öyle dualar icad ediliyor ki adeta büyü yapar gibi… Günümüzde bazı internet sitelerinde dua adı altında asılsız uydurma bazı söz ve uygulamalar yaygınlaştırılıyor. Bunlarda sahih İslam itikadına ve dua edebine aykırı bazı sözler, hatta fiziki bazı maddeler kullanılıyor.
Aman dikkat! Dua sanırsınız ama…
Dua ile ilgili bilinmesi gereken önemli bir husus da, manası anlaşılmayan sözlerle, büyücülerin kullandığı madde ve şekillere benzeyen şeylerle dua etmenin caiz olmamasıdır. Mümin bir kimse zaten bunu yapmaz ama bazen derde düşen deva diye her vesileye sarılan bir hasta, (rukye) nefes etmesi için birisine başvuruyor. O kişinin yaptığı işlem ise dinimize göre geçerliliği olmayan bir şirk inancını barındırabiliyor. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Medine’ye hicret ettiği zaman, önce rukye yapılmasını yasakladı, sonra rukye için okunan duaları kontrol ederek ancak tevhit inancımıza uygun dualara izin verdi. (Anlamı bilinmeyen, anlamı İslam itikadına uygun olmayan sözlerle ve okumalarla rukye yapılması caiz değildir.)
Müslümanlar olarak mümkün olduğu kadar sahih kaynaklarda yer alan dualarla dua etmemiz daha uygun olur. Esasen dua Allah’tan istemektir. Caiz olması şartıyla hangi söz ve yöntemle istediğinden çok, nasıl bir itikadla, samimiyetle ve edeble istediğin çok daha önemlidir.
Peki, nasıl dua etmeliyiz?
Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de Peygamberlerin dualarını bize örnek göstermiştir. Bunlar son derece açık anlaşılır ve sade bir lisanla, samimi kulluk duygularıyla yapılan dualardır. Mesela İbrahim aleyhisselam önce Rabbinin nimetlerini ve ona karşı muhtaçlığını anarak duaya başlar, sonra da Allah-u Zülcelâl’den hayır olduğu apaçık belli olan ve kulluğunun kalitesini artıracak şeyleri ve ahiret selametini ister: “…Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah dostumdur. O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, bana yediren ve içirendir. Hastalandığımda da O bana şifa verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat. Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl. Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle. Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır. (Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!” (Şu’ara, 77-87)
Hz. İbrahim aleyhisselam kendisine yasaklanıncaya kadar müşrik olan babasının hidayetine de dua etmiştir. Dua ederken başta anne babamız olmak üzere, bütün müminlere de dua etmemiz duanın edeblerindendir. Nitekim namazda, teşehhüd için oturduğumuz zaman okuduğumuz duada biz her gün bütün müminlerin bağışlanması için dua ederiz.
Başka mümin kardeşlerimiz ve ümmeti Muhammed için dua etmek, kendimiz için yaptığımız duaların kabulüne vesile olur. Çünkü Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle müjdeliyor: “Bir müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.” (Müslim, Zikir 86.)
Rabbimiz her şeye kadirdir. Elbette Allah-u Zülcelâl dilediğini yapar, dilediği zaman yapar, takdir ettiği vakit gelince nasip eder. Kul, kendisine yakışan edebi bozmadan tekrar tekrar istemeli, verilmedi diye ümitsizliğe düşmemelidir. Bugün verilmezse yarın verilebilir, tam istediği şey verilmezse ondan daha hayırlısı verilebilir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bizlere bu hususta şöyle ikaz etmektedir: “Herhangi biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. (Kul acele ederek) Rabbime kaç defa dua ettim de duamı kabul etmedi, der.” (Buhârî; Daavât, 22)
Allah-u Zülcelâl hayırlı dualar yapmayı nasip etsin, bizi dua nimetinden mahrum etmesin.
Amin.