Ferdî ve İçtimai Barışın Anahtarı - Dua
İnsanoğlu varlık âlemine gelişinden itibaren korkudan ümide, kaygıdan güvene, elemden hazza, fitne ve tefrikadan birlik ve beraberliğe, karışıklıktan huzur ve sükûna doğru bir arayış ve hareket hâlindedir. Bu dünyada insanı en çok bunaltan ve kaygılandıran şeylerin başında anlamsız korku, endişe, fitne ve tefrika gelir. Korkudan emin olmanın, hüzün ve kaygıdan, fitne ve tefrikadan kurtulmanın sırrı iman, amel-i salih, takva ile ibadet ve duadır.
Dua, kulun Allah ile olduğu; âdeta O’nunla konuşur gibi bulunduğu iltica ve tazarru anıdır. Kul ile Allah arasındaki ilişkinin ferdî ve kalbî planda en yoğun zamanıdır. İnsanın Allah’a muhtaç oluşunun ve acziyetinin farkına varması ve yüce kudrete boyun eğerek içten bir sevgi ve samimi bir duygu ile yalvarıp yakarmasıdır. Dua Allah’ın kuluna açtığı bir pencere, kulun bu pencereye ulaşmak için kurduğu bir merdivendir.
Dua insanın ilahî âlem ile irtibatını sağlamaktadır. Dua ile insan Allah’a ulaşır, Allah insanın kalbini kuşatır. Dua sadece zayıf ruhların, miskinlerin fiili olarak görülmemelidir. İnsan Allah’a, suya ve oksijene olduğundan daha fazla muhtaçtır. Dua insanın Allah’a ihtiyacını arz etme eylemi olduğuna göre duasız insan düşünülemez. Hele hele ayrılığın, fitnenin ve tefrikanın yoğun olduğu zamanlarda dua bütün inananlar için güzel bir sığınaktır, güvenli bir limandır.
Dua kulun canıgönülden Allah’a yakarışı, yalvarışı ve niyazıdır. Dua imani ve insani bir tavırdır. Dua bir sırdır. Duadaki bu sır ile niyazlar Hakk’a doğru yükselir, Hakk’tan başkasının bilmediği yerlere ulaşır, sonsuzluk âlemine varır ve orada ilahî rahmetle buluşarak arınmış nefesler,
temizlenmiş sözler hâlinde insanoğlunun gönlüne sağanak sağanak bereketle yeniden iner. Dua eden ne kadar kendini aşıp Müteal olan yüce kudret sahibine ulaşır ve nefsinin sesini değil, Hakk’ın sesini duymaya çalışırsa, dua artık onun olmaktan çıkar, Hakk’ın olur.
Dua kâinatın sahibi yüce kudret ile kalbî ve hissî bir bağ kurup kendinden geçmek; vecd ile manevi bir hâl yaşamaktır. Bu yüzden gören göz, hisseden gönül için Allah’ın varlığı, güneşin harareti ve gülün kokusu gibi tabii bir olaydır. Gül ve bütün bitkiler nasıl güneşten aldıkları gıda ve enerji ile canlı ise inanan insan da, dua sayesinde Hakk’tan aldığı manevi enerji ile canlı ve güçlüdür.
Allah’a açılan eller, O’nu anan diller ve O’nun aşkıyla buluşan gönüller, insandaki günah ve kir yükünü yakar, duygularını ıslah eder. Çünkü zıtların bir arada barınması mümkün değildir. Nasıl ki güneş doğunca gece karanlığı hemen kaçar ve giderse Allah’ın tertemiz adı ağza gelince ağızdaki pislik, gönle gelince oradaki gam ve keder uçar gider; cemal zahir olunca celal zail olur. Yeter ki kul zikrinde samimi, duasında muhlis ve kulluğunda takva sahibi olsun.
Duayı emreden Allah’tır, kabulü de O’na aittir. Toprağı altına çeviren, bir başka toprağı da insanların atası yapan Allah, elbette buna kadirdir.
Çünkü O’nun işi değiştirmek, yaratmak, yeniden yaratmak, lütuf ve ihsanlarda bulunmaktır. İnsanın vasfı ise unutmak, yanılmak ve günaha düşmektir. Kulun niyazı, yanılma ve unutmasını Hakk’ın, bilgi ve bilince çevirmesi, öfke, kızgınlık, kin ve nefretini sabır ve hilme döndürmesidir.
O dilerse ateş bile tatlı su olur, dilemezse su bile ateş kesilir. İnsana dua isteği veren de, duayı kabul edecek olan da O’dur. Mademki O bizim irademizden önce dua etmemizi murat ediyor, öyleyse kullara düşen O’nun ihsanı için duadır.
Dua kullar tarafından ilahî rahmetin harekete geçirilme teşebbüsüdür. Bu yüzden kişinin kendisine duası kadar, başkalarına ya da başkalarının kendisine duası ayrı bir önem arz etmektedir. Duada aslolan, dillerin günahsız, gönüllerin çıkarsız ve niyetlerin halisane olmasıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur: “Kişinin, kardeşine gıyabında duası, Allah katında makbul bir duadır. Kişi kardeşine dua ettikçe başucundaki melek: Âmin, sana da dua ettiğin gibi olsun, der.” (Müslim, Zikir, 87, 88; İbn Mace, Menasik, 5.)
Hz. Mevlana bu hadis ışığında yorumlanabilecek ifadelerle insanların temiz ağızlarla dua etmesini şöyle anlatır: “Sen başkasının ağzıyla günah işlemediğin için o ağız senin için temizdir, günahsızdır. Senin ağzın da kardeşin için temizdir. İnsan öylesine güzel davranışlar geliştirmelidir ki, başkalarının ağzı, gece gündüz biteviye ona dua ededursun.” (Mesnevi, III, b. 180-184.)
Dua müminin sığınağı, dertlilerin ilticagâhı ve Müslümanın hayat düsturudur. Bu yüzden arifler ve irfan ehli genellikle ehliduadır. Sıkıntıların, dertlerin, felaketlerin, belaların, fitnelerin ve tefrikaların def’i için: “Allah’ım! Kalplerimizi birleştir, aramızı düzelt ve bizi kurtuluş yollarına ilet. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkar ve büyük günahların açığından da gizlisinden de uzaklaştır.” (Ebu Davud, Salat, 182.) diye dua ederler.
Kahır ve kin duygularından kurtulup Efendimiz (s.a.s.)’in Taif’teki duası gibi iltica ettiğimizde fitne ve tefrikalar son bulacak ve yeni bir başlangıç olacaktır. Çünkü dua, biiznillah hem gönül kapılarını, hem de gök kapılarını açar.
Özellikle zor dönemlerde, fitne ve tefrika zamanlarında yapılan samimi dualar, Müslümanın manevi mesuliyetidir. Bu temel çizgiyi korumak işin esasıdır. Çünkü meşakkatli zamanlarda insan nefsine danışırsa sadece öfke doğar, kin kusar, intikam besler, ümmet içinde boğazlaşma yaşanır. Nefis böyle zamanlarda “ne olursa olsun artık” der. Çünkü nefsin damarına basılmıştır. Ama itidal ve dua çizgisi bir ilticadır, sığınmadır, yeniden hayat bulmadır, nefis muhasebesidir, ümmet şuurunu idraktir. Onun için “kahır” dilemek yerine “kurtuluş” talep etmek gerekir.
Allah bedduadan uzak durarak birbirimize karşı gönüllerimizde asla kin ve nefrete yer vermememiz için bize şöyle bir dua talim ediyor: “Ey Rabbimiz! Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 59/10.)
Duada insanları önce Allah’a; sonra da birbirlerine karşı güven bağı ile bağlayan bir sır vardır. Bu sır hem ferdî iç barışın, hem de toplumsal barış ve güvenin tesisinde ayrı bir önem arz eder. Birbirine dua edenlerin duasındaki sır sayesinde birbirine güvenen, korku, kaygı, fitne ve tefrikaları aşarak sevgi ve saygı ile buluşan bir toplum gerçekleşir.
Netice olarak hem fert planında, hem de toplum planında huzur ve sükûn ile yaşayış, ihtiva ettiği manevi sır sebebiyle dualı bir hayattan geçmektedir. Bu da öfkeleri yenebilmeye, gayz ve kinleri yutabilmeye ve tüm duvarları aşıp duaya yönelebilmeye bağlıdır. Duasız hayattan Allah’a sığınırız.