Duâmız Ne Zaman Kabul Olur
Duânın kabûlünde adâbına ve şerâitine riâyet etmek lâzımdır. Bu şerâitin cümlesi mevcut olduğu halde kabûl olunma ciheti gâlib ise de fakat kabulü yine, meşiyet-i ilâhiyeye muallaktır. Binaenaleyh dilerse kabul eder dilerse kabul etmez. Maamafih duâ etmek de ayn-ı ibâdettir.
“Ey Rasûl-i Ekrem! Benim kullarım sana “Rabbimiz uzak mıdır, yakın mıdır?” diyerek benden sual ettiklerinde sen onlara cevap ver ki ben onlara pek yakınımdır. Bana duâ eden kulumun duâsını ben kabul ederim, duâ ettiklerinde benden duâlarının kabûlünü istesinler ve bana îmân etsinler. Me’mûl ki onlar îmânları ve duâları sebebiyle doğru yola vâsıl olur ve irâd olunurlar.” (Bakara Sûresi / 186)
Fahr-i Râzî, Kâdî ve Hâzin’in beyânlarına nazaran: Ashabdan bazı kimselerin: “Ya Rasûlallah! Rabbimiz bize yakın ise gizli duâ edelim ve eğer uzak ise büyük sedâ ile çağıralım.” demeleri üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu mervîdir. Veyahut yahûdilerin: “Ya Muhammed! -sallallahu aleyhi ve sellem- Sen yer ile gök arasını pek uzak haber veriyorsun. Rabbimiz duâlarımızı nasıl işitir?” demeleri üzerine nâzîl olduğu mervîdir.
Duâ Eden Kimsenin Duâsı İhlâs Üzere Olursa İcâbet Ederim
Fahr-i Râzî, Kâdî ve Hâzin’in beyânlarına nazaran bu âyetin sebeb-i nüzûlüne göre mânâ-yı âyet:
“Ey Rasûlüm! Benim kullarım sana benim evsâfımdan sual edip “Rabbimizin lûtfu bize yakın mı, duamızı kendi nefsimizde gizli mi yapalım, yoksa uzakta mı, duâmızı yüksek sedâ ile mi yapalım?” dediklerinde sen onlara benim tarafımdan cevap ver. Ben onların gizli duâlarını işitirim. Zîra benim ilmim onlara pek yakındır. Binâenaleyh onların işlerini bilirim, sözlerini işitir ve hallerine muttalî olduğumdan duâ eden kimsenin duâsı ihlâs üzere olursa icâbet ederim. Şu halde onlar benden icâbet talep etsinler, ben de onlara icâbet ederim ve senin vâsıtan ile onları îmâna dâvet ettiğimde derhal îmân etsinler. Zîra ben onların duâlarına icâbet edince onların da benim dâvetime icâbet ve emrime itaat etmeleri vâcibdir ve onlar icâbet edince doğru yolu bulmaları me’mûldür.”
Duânın kabûlü üç şeye mütevakkıfdır:
1- Kazâya muvâfık olmak.
2- O kimse hakkında duânın kabûlü hayırlı olmak.
3- İstenilen şey muhâl olmamaktadır.
Duânın kabûlünde adâbına ve şerâitine riâyet etmek lâzımdır. Bu şerâitin cümlesi mevcut olduğu halde kabûl olunma ciheti gâlib ise de fakat kabulü yine, meşiyet-i ilâhiyeye muallaktır. Binaenaleyh dilerse kabul eder dilerse kabul etmez. Maamafih duâ etmek de ayn-ı ibâdettir. Duânın kabulü ânî olmadığından istenilen şeyin bir müddet sonra verilmesi me’mul olduğu gibi duası miktarı o kimsenin üzerinden bir (şerrin) def ’ine sebep olmak veyahut bilmediği bir başka cihetten duâsının eseri hâsıl olmak ihtimaline binaen hiçbir duâya kabul olunmadı nazarı ile bakılmaz. “Rabbiniz size: Bana duâ edin, duânızı kabul ederim dedi. Zîra o kimseler ki onlar duâdan kibir ettiler, yakında zelîl ve hakîr oldukları halde cehenneme dâhil olurlar.” ( Mü’min Sûresi / 60)
Yani sizi terbiye eden Rabbiniz dedi ki: “Ey kullarım! Siz bana duâ edin. Ben de sizin duânızı kabul edeyim. Zîra bana duâ ve ibâdetten kendilerini büyük addedip istinkâf edenler zelîl oldukları halde yakında cehenneme dâhil olurlar.” Duâ: insanların muhtaç oldukları şeyleri Cenâb-ı Hak’tan tazarrû ve niyâz ederek kemâl-i tevâzû ile istirham edip istemeleridir. Buna nazaran mânâ-yı nazm: “Siz benden muhtaç olduğunuz şeyleri kemâl-i tevâzû ile isteyin. Ben de sizin duânızı kabul edeyim ve istediğinizi vereyim.” demektir. Duânın kabûlünün mühim şartlarından biri de duâ esnâsında Allah zü’l-celâl hazretlerinden gayri hiç bir şeye îtimat etmeyerek teveccüh-i tâm ile kat’î sûrette Hak Teâlâ hazretlerine bel bağlamaktır.
Duâda iki haslet vardır:
Birincisi; izzet-i Rubûbiyeti bilmek. İkincisi; Ubûdiyet olan zilleti idrâk edip Rabbinin himâyesine ilticâ ve ihsânından müstefîd olunmasını arzu eylemektir.