Duamız Olmasaydı
“Allahım! Ürpermeyan kalpten, doymayan nefsten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât 69)
Yüce Mevlâ ile kul arasındaki irtibatın adıdır dua. “Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, Allah Tealâ’nın yüceliği karşısında kulun acziyetini itiraf etmesi, sevgi ve tazim ile lütuf ve yardımını dilemesidir. Kulun bütün benliğiyle Rabbine yönelerek O’nu yüceltmesi ve istekte bulunmasıdır. Zira Cenab-ı Hak kullarını kendisine yönelmeye davet etmektedir:
“Kullarım sana beni sorduğunda (onlara söyle): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde benim davetime uysunlar ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.” (Bakara 186)
Dua etmenin kapsamı genelde üç başlıkta ele alınmıştır:
• Allah Tealâ’nın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma.
• Allah Tealâ’dan af, merhamet gibi manevi isteklerde bulunma.
• O’ndan dünyevî nimetler isteme. (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab)
Dua genelde, maddi veya manevi olarak Allah’tan bir istekte bulunma şeklinde bilinir. Her ne kadar duada bir talep ve istek mevcut ise de, Allah Tealâ’yı tesbih etmek, zikretmek, O’nu yücelten ve öven ifadeler de aynı zamanda duadır. Nitekim Allah Rasulü s.a.v. arefe günü yapılan dua ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Arefe günü benim duam ve benden önceki peygamberlerin duası şudur: Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. (Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd O’na aittir. O’nun her şeye gücü yeter.” (Tirmizî Deavât 138)
Aslında tesbîh (sübhânallâh), tahmîd (elhamdülillâh) ve tehlîl (lâ ilâhe illallâh) gibi, Allah Tealâ’ya saygı ve övgü ifade eden sözlerde açıkça olmasa da, bir mükâfat ve sevap talebi bulunması hasebiyle dua anlamı da vardır.
Zira Kur’an-ı Kerim’de, müminlerin cennetteki dualarının “sübhânekellâhümme” şeklinde başlayacağı ve “elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîn” şeklinde biteceği bildirilir:
“İman edip sâlih amel işleyenlere gelince: İmanları sebebiyle Rableri onları altlarından ırmaklar akan, nimet dolu cennetlere erdirir. Onların oradaki duası şöyledir:
Sübhânekellâhümme’ (Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise ‘selâm’dır. Onların dualarının sonu da şudur: ‘Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîn’ (Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.)” (Yûnus 9-10)
Dua ile ilgili ayet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri değerlendiren âlimlerimiz, genellikle duadaki dilek ve istek unsurunu ikinci derecede önemli görmüşler; Yüce Mevlâ’ya karşı saygıyı, O’nun kuvvet ve kudretinin, sonsuz zenginliğinin karşısında kulun kendi hiçliğini ve acziyetini hissetmesini ön plana çıkarmışlardır. Bu kapsayıcı özelliğinden dolayıdır ki Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz “Dua ibadetin özüdür.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât 1)
Numan b. Beşîr r.a.’den gelen rivayette ise Allah Rasulü s.a.v. “Dua ibadetin ta kendisidir” buyurduktan sonra, “Rabbiniz şöyle buyurdu:
Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.” (Mü’min 60) ayetini okumuştur. (Tirmizî, Deavât 1)
Ebu Cafer et-Taberî rh.a., ayet-i kerimede geçen “bana dua edin…” buyruğunu, “Bana kulluk edin; ibadeti benden başkasına değil, sırf bana yapın ki duanızı kabul edeyim; size rahmetimle muamele edeyim.” şeklinde tefsir etmektedir. Buna göre ayet-i kerimedeki dua kavramı ibadeti de kapsar. (Taberî, Câmiu’l-Beyân, XX, 351-352). Hatta Süfyan es-Sevrî rh.a., günahları terk etmenin dahi dua anlamına geldiğini belirtir. (İbn Atiyye, el-Muharrerü’l-Vecîz, 1642)
Büyük müfessir Fahreddin Razî rh.a.’e göre Efendimiz s.a.v.’in “dua ibadetin ta kendisidir” sözü, “dua ibadetlerin büyüğü ve üstünüdür” manasındadır. Tıpkı, “Hac, Arafat demektir.” (Tirmizî, Hac 57) hadis-i şerifinin, “Arafat’ta vakfe yapmak haccın en büyük rüknüdür.” manasına gelmesi gibi... (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, V, 106)
Demek ki dua sadece kulun elini açıp Rabbinden istekte bulunmasından ibaret değildir. Bunu da içine alacak şekilde hem sözle hem de uygulamalarla bütün benliğiyle kulun Rabbine yönelmesi, acziyetini itiraf edip O’nun inayetine sığınmasıdır. Müminin dua bağı ne kadar güçlü olursa Rabbi katında değeri de o nisbette fazla olur. Ayet-i kerimede buyrulduğu gibi;
“De ki: Eğer duanız olmasaydı Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan 77)
Ayette geçen “duanız olmasaydı” ifadesi hakkında âlimlerimizin yaptığı izahlar özetle şu şekilde sıralanabilir:
• Eğer imanlarınız olmasaydı...
• Eğer ibadetleriniz olmasaydı...
• Eğer sıkıntılar gelince O’na yakarmanız olmasaydı...
• Eğer O’nun ihsanı karşılığında şükrünüz olmasaydı... (Mefâtîhu’l-Gayb, XXIV, 117)
Dua ayetleri
Kur’an-ı Kerim’de iki yüz kadar ayet doğrudan dua ile ilgilidir. Ayrıca tevbe ve istiğfar gibi müminlerin Allah Tealâ’ya yönelişlerini ifade eden ayetleri de buna eklersek daha birçok ayetin dua ile irtibatı kurulabilir.
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O haddi aşanları sevmez.” (Arâf 55). “En güzel isimler Allah’ındır. Bu güzel isimlerle O’na dua edin.” (Arâf 180) ayetleri ile müminlere dua adabı öğretilmektedir. Ayrıca bazı sure ve ayetler adeta örnek dua metinleri mahiyetindedir. Bu surelerin başında ise Fatiha gelir.
Namazların her rekâtında okunan Fatiha suresinin isimlerinden biri “suâl suresi” bir diğeri ise “dua suresi” dir. “Suâl”, istek ve talep manasındadır. Zira bu surede, bir talep ve dua olan “bizi dosdoğru yola hidayet et” ayetiyle Allah Tealâ’dan hidayet istenmektedir. (Mefâtîhu’l-Gayb, I, 182-183)
Fatiha suresinden sonra en çok okunan dua ayeti, Bakara suresinde yer alan ve namazın son tahiyyatında okunması sünnet olan şu ayettir:
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de... Bizi cehennem azabından koru.” (Bakara 201). Enes b. Mâlik r.a., Allah Rasulü s.a.v.’in bu duayı çok yaptığını rivayet eder. (Buhârî, Deavât 55)
Namazın son tahiyyatında okunan dua ayetlerinden bir diğeri de İbrahim a.s.’ın şu duasıdır:
“Ey Rabbimiz! Hesap görüleceği günde beni, ana babamı ve müminleri bağışla.” (İbrahim 41)
Bakara suresinin son ayeti de özellikle yatsı namazından sonra okunması tavsiye edilen dua ayetlerindendir:
“Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme.
Bizi affet. Bizi bağışla. Bize acı. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara 286)
Kur’an-ı Kerim’de seksenden fazla ayet, peygamberlerin dilinden yapılan duaları bize hatırlatır. Bu ayetlerden yirmi birinde Hz. Musa a.s.’ın, on yedi ayette Hz. İbrahim a.s.’ın, on altı ayette Hz. İsa a.s.’ın, on iki ayette Hz. Nuh a.s.’ın dokuz ayette Hz. Zekeriya a.s.’ın dualarına yer verilirken, ayrıca Hz. Âdem a.s., Hz. Şuayb a.s., Hz. Yunus a.s., Hz. Yusuf a.s., Hz. Eyyüb a.s., Hz. Lût a.s. ve Hz. Süleyman a.s.’ın duaları da zikredilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de geçen peygamber dualarını bir başka yazımıza havale ederek nübüvvet zincirinin son halkası Seyyidü’l-Mürselîn Muhammed Mustafa s.a.v.’in Kur’an-ı Kerim’de yer alan dualarıyla bereketlenmek niyazıyla bitirelim:
“Ey mülkün sahibi olan Allahım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Her türlü hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye girdirirsin.
Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âl-i İmran 26-27)
“Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi, çıkacağım yerden de doğrulukla çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver.” (İsrâ 80)