* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İnsanşların Canlılardan En Önemli Farkı - DUA  (Okunma sayısı 1667 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
İnsanşların Canlılardan En Önemli Farkı - DUA
« : Temmuz 03, 2023, 08:15:30 ÖÖ »


İnsanşların Canlılardan En Önemli Farkı - DUA

“Bilmem ki bu dünyaya ben niye geldim?” Aslında bu soru herkesin/hepimizin her zaman zihnini kurcalar. Hepimiz, “Bu dünyaya niçin gönderildim?” diye her zaman kendi kendimize sorarız. Hatta biraz daha düşünce egzersizi yapanlar, hayvanların da niçin dünyaya gönderildiğini sorgular. Bu sorgulama insanı kendisi ile hayvanlar arasındaki farkları araştırmaya ve anlamaya sevk eder.

Hayvanlar ile insanlar arasındaki farklar nelerdir?

Gerçekten de şöyle biraz tefekkürümüzü derinleştirdiğimiz zaman insanlarla hayvanların dünyaya gönderiliş gayelerini tespit edebiliriz. Önce hayvanlara bir bakalım. Hayvanlar bu dünyaya gönderildikleri zaman aciz, zayıf ve cahil olarak gönderilmezler. Örneğin bir buzağı annesinden doğar doğmaz yarım saatte ayağa kalkar, yürümeye başlar, bir saat içeresinde annesini emmeye başlar. Koyun, keçi, geyik gibi hayvanların yavruları da kısa süre içerisinde ayağa kalkar ve yürümeye, koşmaya başlar. Hatta bir iki gün ayağa kalkamayan hayvanlar hasta olarak görülürler.

Bir arı dünyaya gelir, kısa süre içerisinde uçar ve bal yapmaya başlar. Ördek yavrusu yumurtadan çıkar suda yüzmeye başlar. Genel olarak hayvanların dünyaya gelişlerine, gelişmelerine ve yaptıkları harikulâde görevlere baktığımız zaman şunu söyleyebiliriz: Yüce Allah hayvanları aciz, zayıf ve cahil olarak yaratmamıştır. Sanki başka bir âlemde her şeyi öğrenmiş olarak bu dünyada göndermiştir. Herhangi bir tahsil sürecine ihtiyaç duymaksızın çok muhteşem işler yapabilmektedirler.

Bir de insana bakalım. İnsan dünyaya aciz, zayıf ve cahil olarak gönderilir. Bir bebek ancak bir senede ayağa kalkıp düşe kalka yürümeye başlar. Düzgün yürümesi için iki sene geçmesi gerekir. Bu yüzden doğduğu zaman annesinin sütünü emmeye kendisi gidemez, annesi onun yanına gider. Diğer taraftan cahil olarak doğar insan. Doğduğunda hiçbir şey bilmiyordur. Aklının gelişmesi, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilmesi için yıllar geçmesi gerekmektedir. Bir yüzmeyi bile iyi bir kurs almadan gerçekleştiremez. Hayvanlar, kendilerine dünyada lüzumlu olacak her şey âdeta onlara öğretilmiş olarak hayata başlarken insanoğlu, aksine her şeyi öğrenmeye muhtaç olarak hayata gözlerini açar.

O hâlde bu tefekkür bizim kulağımıza şunu söyler: Hayvanlar bu dünyaya aciz, zayıf ve cahil olarak gönderilmediklerinden bir ilim elde etmeye, öğrenmeye, kendilerini geliştirmeye ve hatta dua etmeye ihtiyaç duymazlar. Bu yüzden kendilerine, kendilerini geliştirecek bir akıl da verilmemiştir. İnsan ise bu dünyaya aciz, zayıf ve cahil olarak gönderildiğinden ve kendisine akıl verildiğinden ilim öğrenmeye, kendisini geliştirmeye ve dua etmeye ihtiyaç duymaktadır.

Denilebilir ki insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla mükemmelleşmek, terakki edip ilerlemek için gönderilmiştir. İlim ve dua arasında da yakın bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. İlim, bilmek ve öğrenmek demektir. İnsanın bilmesi, öğrenmesi gereken ilk şey ise kendisini ve her şeyi yoktan yaratan Allah’a inanmak ve Allah’ı tanımaktır. Bu imana iman-ı billah, bu tanımaya da marifetullah denmektedir. Zaten duanın temelini de Allah’a iman etmek ve inandığı Allah’ı tanımak oluşturmaktadır.

Allah’ı nasıl tanımalıyız?

Hiçbir şeyin kendi kendine meydana gelmeyeceğine ve gelmediğine inanan bir insan, her şeyin bir yaratıcısı olduğuna, bunun da Allah olduğuna kesin olarak inanır, inanmalıdır. Bu iman taklidî bir şekilde “Ben Allah’a inanıyorum.” seviyesinde kalırsa çok zayıf olur. Bu yüzden tek olduğuna inandığı Rabbini de tanıması gerekir. Hem bu âlem ve insanın kendisi, hem de Kur’an bize birçok yönden Allah’ı tanıtmaktadır. Bir insan yardıma ihtiyaç duyduğu zaman herkesi yardıma çağırmaz, yardım edebilecek özelliklerde olan kimseyi çağırır. Onun özeliklerini de önceden bilir. İşte insan, önce Yüce Allah’ı tanımalıdır ki ihtiyaç duyduğunda O’na elini açsın, dua etsin, O’ndan yardım dilesin.

Kendini tanıyan nasıl Rabbini tanır?

Burada, “İnandığımız Allah’ı nasıl tanıyacağız?” sorusu akla gelmektedir. Allah’ı tanımak Kur’an ve kâinat yoluyla olmaktadır. Kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın varlığını, birliğini, güzel isimlerini bize göstermektedir. Kur’an da kâinatın Allah’a olan bu delaletini anlamamıza yardım etmektedir. Yalnızca bu kâinatın içinde Allah’ın şerefli ve arzın halifesi olarak yarattığı insana, yani kendimize baktığımızda bile bizi yaratan Allah’ı birçok isim ve sıfatıyla tanıyabiliriz. Bunun için “Kendini tanıyan Rabbini tanır.” denmiştir.

Her hücresi mucize olarak yaratılan, nefes alması, yaşaması, yiyip içmesi, yürümesi, konuşması, görmesi mucize olan insanın, tesadüfün oyuncağı olması, kendi kendine var olması, tabiat tarafından yaratılması mümkün değildir.

İnsan, kendisine dikkatle baktığında şunu düşünür: “Bende sınırlı bir güç var ve dünyada yaşamış olan, hâlen de yaşayan bütün insanlarda da bu güç var. Bu güç kendi kendine insanda oluşmaz. Bu gücü veren, her şeye gücü yeten kadir olan Allah’tır.” Kur’an, birçok ayetinde Allah’ın her şeye gücü yeten, kadir olduğuna dikkat çekmektedir. (Bakara, 2/106,109,148.)

İnsanın gözü görmektedir. Ancak gözün görme özelliği sınırlıdır. Her şeyi göremez insan. Mesela cinleri, melekleri, ruhları göremez. Yüce Allah, bu görme özelliğine sahip olan gözleri kendisinin verdiğine dikkat çekmektedir. (Beled, 35/8.) Bu gözü insana veren Allah da her şeyi gören “Basir”dir. (Bakara, 2/96,110.)

İnsan aynı zamanda bilmektedir. Ama bildiği şeyler sınırlıdır. İnsan geleceği bilemez, gayb âlemini bilemez ama Allah her şeyi bilir. (Bakara, 2/77; Enam, 6/3,58,59.)

İnsan, birçok şeyi duyabilir ama yine de işitmesi sınırlıdır. Yüce Allah’ın ise duymasında sınır yoktur. Kur’an’da Yüce Allah kendisini “Semî’” olarak nitelendirir. (Araf, 7/200; Enfal, 8/61; Yunus, 10/65.)

İnsanın yaratılmış olması, Allah’ın Hâlık ismini; yaşaması, Hayy ve Muhyî isimlerini; midesinin ihtiyaçlarının nimetler olarak yaratılması Rezzâk ismini; insanın içinde şefkat ve merhametin olması, Rahîm ismini; sevgi ise Vedud ve Habîb isimlerini göstermektedir. Bu isimlerle ilgili Kur’an’da yüzlerce ayet bulunmaktadır.

İşte bu şekilde insan kendi üzerinde düşündükçe Allah’ın varlığını, birliğini ve isimlerini gösteren birçok özellikleri keşfeder ve Rabbini çok iyi bir şekilde tanır.

İnsanoğlu çeşitli musibet ve hastalıklarla karşılaşıp da kendisinin aciz ve zayıf olduğunu hissettiği zaman elini açar ve Allah’a dua eder. Yani Allah’tan yardım diler. (Fatiha, 1/5.) Allah’ı isimleriyle tanıyan bu insan bilir ki her şeyi gören Basîr olan Allah, kendi durumunu görmekte; her şeyi duyan Semî olan Allah, kendisini ve içinden geçirdiklerini duymakta; her şeyi bilen Alîm olan Allah, kendi içinde bulunduğu durumu bilmektedir. Bütün hazineler O’nun elindedir. Her şeye gücü yeten O’dur. Bu yüzden elini açıp yalvardığı Allah duasını duyar, duasına cevap verir. İnsanoğlu da Allah’ın, duasını kabul edeceğini ümit eder.

Dualarımız neden her zaman kabul olmaz?

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: “Çoğu zaman Allah’a dua ederiz ama dualarımız bazen kabul olmaz. O zaman acaba Allah bizi görmüyor mu, duymuyor mu? O’nun her şeye gücü yetmiyor mu?”

Bir ayette Yüce Allah, “Bana dua edin ki ben de icabet edeyim.” buyurmaktadır. (Mümin, 40/60.) İcabet etmek, kabul etmek olarak anlaşıldığı için insanlar arasında yapılan her dua aynen kabul edilir diye bir inanış oluşmuştur. Hâlbuki icabet etmek, cevap vermek anlamına gelir. Yüce Allah her duaya cevap verir. Dua eden kişi, kalbinde bir ferahlık, bir huzur, bir ünsiyet hisseder. Bu rahatlık ve huzur, Allah’ın, insanın duasına icabet etmesindendir. Duaların aynen kabul edilip edilmemesi ise Yüce Rabbimizin hikmetine tabidir. Bazen duaları aynen kabul eder, bazen kabul etmez, bazen de kendi istediği gibi kabul eder.

Duaların kabul edilmesi hangi şekillerde olur?

Allah Resulü (s.a.s.), Allah’ın dualara icabet etmesiyle ilgili olarak bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Hiçbir Müslüman yoktur ki içinde günah ve akrabayla münasebeti kesme isteği olmayan bir şeyi Allah’tan istesin de Allah ona şu üç şekilden birisiyle karşılık vermesin: Ya o kulun isteği hemen yerine getirilir veya Allah, kulun isteğini ahirete saklar ya da duasının dengi bir kötülüğü ondan savuşturur. Orada bulunanlar dediler ki: ‘O hâlde çok dua edelim!’ Hz. Peygamber de ‘O hâlde Allah da çok icabet eder.’” (Müslim, Zikr, 92; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3: 18.)

O hâlde insanın her ettiği dua, aynen istediği gibi kabul edilmediğinde bile insan bu duasının bir şekilde kabul edildiğini bilecektir. Ama istediğinin aynısı olmuyor diye de duadan vazgeçmeyecektir.

Bir de şu hususa dikkat etmek gerekir: Dua bir ibadettir. Çünkü Yüce Allah Kur’an’da birçok ayette kendisine dua edilmesini istemektedir. (Araf, 7/55, 205; Secde,32/16.) O hâlde Allah’a dua etmek ibadettir. Dua bir ibadet olduğu için insan musibet ve sıkıntı anında dua ettiğinde dua ibadetini yerine getirmiş olur.

İmran’ın eşi ne istedi, ne oldu?

Duaların aynen kabul edilmemesi ile ilgili şu husus da hatırlanmalıdır: İmran’ın eşi, Allah’a kendisine mabede adayacağı bir erkek çocuk vermesi için dua etmişti. (Âl-i İmran, 3/35.) Ancak Yüce Allah, kendisine bir erkek evlat değil kız evlat verdi. Kızının adını Meryem koydu. Yüce Allah İmran’ın eşinin duasını kendi hikmetine uygun olarak kabul etmişti. Ona bir evlat vermiş ama kız evlat vermeyi tercih etmişti. Bu kız daha sonra Hz. İsa’yı babasız bir şekilde dünyaya getirme şerefine nail olmuştu.

İşte Kur’an’da anlatılan bu dua ve neticesi bizlere duamıza verilen cevabın en hayırlı cevap olduğunu, duamızın bizim istediğimiz gibi kabul edilmemesinin de birçok hikmeti bulunduğunu göstermektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse insan, aciz, zayıf ve cahil olarak dünyaya gönderilmektedir. Onun bu şekilde yaratılması, Rabbine inanması, O’nu isim ve sıfatlarıyla tanımasını ve tanıdığı O Allah’a ihtiyaç duyduğu zamanlarda elini açıp yalvarmasını, dua etmesini gerektirmektedir. Zaten insan olarak diğer canlılardan farklı yaratıldığını bilen, acizlik ve zayıflığının farkında olan bir insanın, elini açıp da Allah’a dua etmemesi mümkün değildir.

Eğer bir insan, Allah’a dua etmiyorsa kendisini ve Allah’ı tanımıyor demektir. Dua edip de duası istediği gibi kabul edilmeyen bir kimse de duanın bir ibadet olduğunu, dua ederek ibadet sevabını kazandığını unutmamalı; duasının Allah’ın hikmetine uygun bir şekilde kabul edildiğinin farkına varmalıdır.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]