Üç Dua
Mallarını ve canlarını cennet karşılığında âlemlerin Rabbi Allah'a satan; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda savaşan ve eni, yerle gök arası kadar olan cennet içindir. Yarışan mü'min mûslümanlar, dinde tartışmayacakları gibi kendi aralarında da kavga ve savaş yapmamaları gerekir... Kendi aralarında devamlı bir barışı sağlamak ve süreli huzuru oluşturmak, Allah'ın izniyle, onların isteği ve çabasıyla gerçekleşir...
Allah Teâlâ'nın, mü'min müslüman kullarına emrettiği ve önderleri Rasûlullah (s.a.s.)'in gösterdiği şekilde davranacak olurlar ise, kendi aralarında vahdeti, kardeşliği, barış ve huzuru oluştururlar... Herhangi bir ihtilaf oluştuğundan onun hükmünü, Allah'a ve Rasûlü (s.a.s.)'e havale edip o konudaki emre tâbi oldular mı bütün ihtilaflar kalkar... Toptan, Allah'ın ipi olan Kur'ân-ı Kerim'e sarılacak ve parçalanmayacak, dağıtmayacak olurlarsa, aralarında savaş olmaz... Bir kalenin sağlam taşları gibi birbiriyle kenetlenecek olurlarsa, onları kim yıkabilir ki?.. Apaçık düşmanları olan şeytanın adımlarını takib etmemek, hevaya uymamak, yabancıları sırdaş edinmemek, Yahudi, hıristiyan ve diğer gayr-ı müslimleri dost edinmemek onların elinde olan bir şeydir... Mü'min mûslümanlar, diğer mü'min müslüman kardeşleriyle kopmaz bağlar ile birbirine bağlanacak ve kardeşlerini kendilerine tercih edecek bir tavır ortaya koydukça huzur ve barış üzere devam ederler... Ne zaman ki, dünya-ahiret dengesini bozarlar, ahiretle ilgili işleri hafifletip dünyaya ağırlık verirler, işte o zaman fitneye düşerler, dostlukları bozulur, kardeş olduklarını unuturlar... Kendi aralarında Allah'ın hükümleriyle hükmedemez olurlar, "hak haklının değil, güçlünün dür" ilkesizliği egemen olmaya başlar... Yegâne Rabbleri ve ilâhları Allah, onları tabiî felaketlerden korurken, onlar, kendi içlerinde bir felakete düşerler...
Önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'in hadislerinde bu felaketin sebebi beyan edilmiş ve kurtuluş yolu gösterilmiştir...
Amir b. Sa'd babası Sa'd Ebû Vakkas, (r.a.)'dan:
Sa'd b. Ebû Vakkas (r.a.) dedi ki:
Rasûlullah (s.a.s.), bir gün yayladan geldi. Benî Muâviye'nin mescidine uğradığında içeri girerek orada iki rekat namaz kıldı Onunla birlikte biz de kıldık. Namazda Rabbine uzun uzun dua etti. Sonra bize döndü de şöyle buyurdu:
"Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi: Rabbimden ümmetimi açlıkla helak etmemesini diledim, onu da verdi. Felaketlerini kendi aralarında vermemesini diledim. Bunu, bana vermedi." [1]
Sevbân (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasûlullah (s.a.s.):
"Gerçekten Allah, bana yeri topladı da onun doğusunu, batısını gördüm. Hiç şüphe yok ki, ümmetim bana toplanan yerlerin mülküne ulaşacaktır. Bana kırmızı ve beyaz iki define de verildi.
Ben Rabbimden, ümmetimi, kıtlık sebebiyle helak etmemesini diledim. Bir de onların üzerine kendilerinden başka bir düşman musallat edip de onların kökünü kibrit suyu damlatmamasını istedim.
Rabbim:
"Ya Muhammed, Ben, bir hüküm verirsem, o geri çevrilmez. Ben, ümmetini umumi kıtlıkla helak etmeyeceğime ve üzerlerine kendilerinden başka varlığına son verecek bir düşman musallat etmeyeceğime söz verdim. Velev ki üzerlerine yerin her tarafındakiler -yahut yerin memleketleri arasındakiler, demiştir- toplanmış olsunlar. Tâ ki, birbirlerini helak edip birbirlerini esir alıncaya kadar, buyurdu." [2]
Sözünde asla bir değişme olmayan Rabbimiz Allah [3] âlemler için bir rahmet olarak gönderdiği' [4] Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'e söz vermiştir böylece!.. O'nun ümmetini genel bir kıtlık ve sel felaketiyle helak etmeyecek... Bütün ümmeti bir daha dirilmeyecek şekilde yok edecek onların dışında bir düşmanı onlara musallat etmeyecektir... Ama onların kendi aralarında birbirleriyle kavga edip, felaketler kendileri oluşturarak birbirlerine düşmeleri, onların iradesiyle ilgili o an bir şey olduğundan Allah onları serbest bırakmıştır... Onlar kendi aralarında huzur ve selameti oluşturup, hep beraber "silm"e de, girebilirler' [5], veyahut şeytana ve şeytanilere kanıp birbirlerinn boyunlarını da vurabilirler...
Mü'min müslümanlar, emrolundukları gibi dosdoğru olup [6] Allah'ın ipine sımsıkı sarılarak, dağılmayıp parçalanmayabilirler.” [7] Veyahut iki grup olup, aralarındaki anlaşmazlığı barış ile gideremeyince birbirine silah çekip savaşarak birbirlerinin kanını dökebilirler...
"Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allak, adil olanları sever." [8]
Bunların bütünü, imtihan sahasında imtihan olan mü'min müslümanların kullanma yetkileri olan iradelerini ilgilendiriyor... Mü'min müslümanlar, niyet edip yaptıklarından sorumludurlar... Hayır da yapabilirler serde işleyebilirler... Bu halleri zorlama ile değil, kendi istekleriyle gerçekleşir... Mü'min müslümanlar, birer kardeşler iken, barışmak ve huzurlu yaşamak var iken, barış ve huzur ortamında dünyadaki payını unutmadan ahiret için çalışmak var iken, bu savaş, bu kavga, bu huzursuzluk niye?. İşte bunu iyi düşünmek gerek!..
Sevbân (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisin bir başka kaydında şu ziyadeler vardır:
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Benim ümmetim hakkında en çok korktuğum husus, sapık liderlerin durumudur. Ümmetime kılıç (savaş) konulduğu vakit, kıyamete kadar kaldırılmaz. Ümmetimden bir çok kabile, müşriklere uymadıkça, ümmetimden bir çok kabile puta tapıp müşrik olmadıkça, kıyamet kopmayacaktır. Gerçekten ümmetimde otuz tane peygamber olduğunu iddia eden yalancılar türemedikçe kıyamet kopmaz. Gerçek şudur: Ben peygamberim, benden sonra nebî yoktur. Ümmetimden bir bölük hak üzerinde devam edecekler. Sonra ittifak ederek Allah'ın emri gelinceye kadar onlara muhalefet edenler, onlara zarar veremeyecekler." [9]
Aynı konuda Habbab b. Eret (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisde bazı farklılıklar olduğu için o hadisi de buraya kaydetmekte fayda vardır...
Habbab b. Eret (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.s.), bir (gün) namaz kıldı ve o namazı uzattı.
Bunun üzerine:
“Ya Rasûlullah, bir namaz kıldın ki, şimdiye kadar böyle (uzun) namaz kılmamıştın, dediler.
Rasûlullah (s.a.s)
"Evet, çünkü bu namaz,dilek ve korku namazıydı. Bu namazda Allah'dan üç şey diledim. İkisini bana verdi, birini ise vermedi.
Allah'dan, ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini diledim. Bunu bana verdi. Sonra kendisinden haricî bir düşmanı ümmetimin başına musallat etmemesini diledim. Bunu da bana verdi. Sonra kendisinden, onları birbirine düşürmemesini diledim. Bunu bana vermedi." buyurdu.[10]
Bu hadislerin şerhinde şunlar söylenmiştir:
İmam Nevevî (rh.a):
"Bu hadiste, Rasûlü Ekrem (s.as.)'e yer küresinin doğu ve batı taraflarının gösterildiği ifadesi, İslâm ümmetinin genişlemesinin daha çok doğu ve batıya uzanacağına işarettir. Nitekim de böyle oldu. İslâm ülkelerinin güney ve kuzeye doğru genişlemesi, doğu ve batı taraflarına olan gelişmesine oranla azdır.
Hadiste geçen altın ve gümüş hazinelerinden maksat, Irak ve Suriye kralları Kisra ve Kayser'in hazineleridir", demiştir.
et-Turbustî (rh. a) de:
"Kırmızı ve beyaz hazinelerden maksat, Kisra ve Kayser'in hazineleridir. Kisra devletinin nakit parasının çoğunluğunu altın; Kayser'inkinin ekseriyetini gümüş teşkil ettiği için böyle buyrulmuştur" [11] demiştir.
"Rasûlullah (s.a.s.)'in duasının bereketiyle Allah Teâlâ, O'nun ümmetine umumi kıtlık vermemiştir. Bazı yerlerde zaman zaman kıtlık olmuşsa da, umumî İslâm beldelerine nisbetle bunun ehemmiyeti yoktur.
Müslümanlar, hiçbir devirde sel, su baskını, deniz faciası gibi umumî su felaketlerine de uğramamışlardır. Yalnız Allah Teâlâ, Rasûlü Ekrem'in üçüncü dileğini kabul etmediği için İslâm âlemi, asırlar boyunca kendi aralarından zuhur eden büyük bir felakatle pençeleşegelmişlerdir. Bu felaket, tefrikadır. Allah Teâlâ, müslümanlara: "tefrikaya düşmeyin..." buyurduğu halde müslümanlar, bu emrin tam tersine hareket etmiş, bu suretle parçalana parçalana bugünkü hale gelmişlerdir. Bu tefrikanın biteceği de yoktur. Bilâkis gün geçtikçe daha artmakta ve yeni tefrika filizleri yetiştirmektedir. Bundan dolayıdır ki, bugün değil bir memleket halkı, beraberce sofraya oturan bir ev halkı dahi bir fikir etrafında birleşemez hâle gelmiştir." [12]
Muvahhid mü'min müslümanlar, tarih boyu dış düşmanlarına yenilmemiş, onların yenilgilerine iç ihtilafları sebep olmuştur... Kendi aralarında emrolundukları gibi yaşamayınca, bundan dolayı birbirine düşüp hata üstüne hata yapınca, böylece maddî ve manevî zayıflayınca, dış düşmanları onların bu zaafiyetinden faydalanıp hücum etmiş ve kendilerini mağlup etmiştir.
Afv b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Allah bu ümmete, biri müslümandan, biri de düşmanından olmak üzere iki kılıcı cem etmez." [13]
Ümmetinin arasındaki bu fitnenin yok olması için kendilerine kurtuluş yolunu gösteren önderimiz Rasûlullah (s.a.s.)'e itaat etmek, ümmetin her ferdine farz-ı ayrıdır...
Ebû Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasûlullah (s.a.s.):
"Kardeş olun ey Allah'ın kulları! Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsın bırakmaz, onu tahkir etmez. -Üç defa kalbine işaret ederek- Takva, buradadır. Kişiye kötülük namına kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır." [14]
Rabbimiz Allah, önderimiz ve örneğimiz Rasûlullah (s.a.s.)'e itaat edilmesini bütün iman eden kullara farz kılmıştır... Samimi itaat, kulların günahlarının bağışlanmasına vesile olduğu gibi, aynı zamanda Allah ve Rasûlü (s.a.s.) itaat etmekten tamamen yüz çevirmek, kâfir olmaya sebeptir...
Rabbimiz Allah (azze ve celle) şöyle buyurur:
"De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağşlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”
“De ki: Allah ve Rasûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, kafirleri sevmez." [15]
Abdullah b. Amr (r.a.)'dan,
Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulmak isterse, eceli, Allah'a ve ahiret gününe iman ettiği halde gelsin ve insanlara, kendine yapılmasını dilediği şeyi yapsın!” [16]
Katıksız iman ehli ve takva sahibi mü'min müslüman, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa topluma öyle davranacak olursa, toplumda barış ve huzur sağlanır... Çünkü böyle bir mü'min müslüman, en güzel ahlâk sahibidir... Dünya-ahiret dengesini sağlamış izzet sahibi bir şahsiyettir.
En hayırlı neslin, en hayırlılarından Ebû'd-Derda (r.a.) şöyle diyor:
'İyilik eskimez, kölülük unutulmaz. Beyan olan (Allah) uyumaz. İstediğin gibi ol! Nasıl hareket edersen, öyle karşılığını görürsün!.." [17]
Davamızın başı ve sonu âlemlerin Rabbi Allah'a hamdetmektir...
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Sahih-i Müslim, Kitabü'l-Fiten, B. 5, Hds. 20. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Fiten, B.13, Hds. 2266. Sünen-i İbn Mâce, Kitabûl-Fiten, B. 9, Hds. 3951.
[2] Sahih-i Müslim, Kitabü'l-Fiten, B. 5, Hds.19. Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Fiten, B.13, Hds. 2267. Sûnen-i Ebü Davüd, Kitabü'l-Fiten, B. l, Hds. 4252. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'l-Fiten, B. 9, Hds. 3952. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 5, Sh. 284 (Şeddad b. Evs'den)
[3] “Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur." Yunus: 10/64. "Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir" En'am: 6/115.
[4] “Biz seni, âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik." Enbiya: 21/107.
[5] "Ey iman edenler, hepiniz topluca barış ve güvenliğe (silm'e, İslâm'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır" Bakara: 2/208.
[6] "Seninle birlikle tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi dosdoğru ol.' Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir" Hûd: 11/112.
[7] "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın." Âl-i İmrân: 3/103.
[8] Hucurât: 49/9.
[9] Sünen-i Ebû Davûd, Kitabü'l-Fiten, B. 1, Hds. 4252. Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'I-Fiten, B. 9, Hds. 3952.
[10] Sünen-i Tirmizî, Kitabü'l-Fiten, B. 13, Hds. 2266. Sünen-i Nesei, Kitabü Kıyâmi'l-leyl, B.16, Hds.1638.
[11] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, İst. 1983, C 10, Sh. 160.
[12] Ahmed Davüdoglu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. 1980, C. ll, Sh. 313.
[13] Sünen-i Ebu Davüd, Kitabü'l-Melahim, B. 7, Hds. 4301.
[14] Sahih-i Müslim, Küabü'l-Birri ves-sıla, B. 10, Hds. 32.
[15] Âl-i İmrân: 3/31-32.
[16] Sahih-i Müslim, Kitabü'l-İmâre, B. 10, Hds. 40. Sünen-i Neseî, Kitabü'l-Bey'at, B. 25, Hds. 4173.
[17] Ahmed İbn Hanbel, Kitabü'z-Zühd, Çev. Mehmed Emin İnsanoğlu, İst, 1993, C. l, Sh. 206, Hds. 764. Bu söz hadis olarak da rivayet edilmiştir. Bkz. Aclunî, Keşfü'1-Hafâ, C. l, Sh.126, Hds.1996. Not: Ebû Nuaym, Deylemî ve İbn Adiy'den.