İNSAN VE AİLE EĞİTİMİ
İNSAN ve AİLE
“Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan da onun eşini var eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabb'inize karşı gelmekten sakının.” [1]
Allah'ın belirlediği, insanlara rahmet ve birlik kurumu olarak gönderdiği İslam, fıtrat kanununu temsil eder. [2] Her insan, ancak bu ilahi sistem içinde huzur bulur ve kurtuluşa erer. [3]
İslam'ın ana kaynağı olan Kur’an, Allah'ın, insan hayatını kadın ve erkek esasına göre kurduğunu, aralarına karşılıklı bir ünsiyet koyduğunu, onları birbirlerînde sevgi ve sükûnet bulacak şekilde hazırladığını şöyle beyan eder:
“O'nun ayetlerinden biri de kendi cinsinizden sizi cezbeden eşler yaratması, aranıza sevgi ve şefkat yerleştirmesidir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için mesajlar vardır.” [4] Ayette açıkça belirtildiği gibi, insan hayatı, aile üzerine kaimdir. Tabii ki bu hayat, iman değeri ve İslam prensiplerine göre tanzim edilmelidir. İslami hayat pratiğinin, gerek ailede gerekse diğer sosyal ünitelerde takva bilincinin sürekli canlı tutulmasıyla gerçekleşeceği de şöyle dile getirilir:
“Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan da onun eşini var eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabb 'inize karşı gelmekten sakının.” [5]
İslam fıkhının "sünnet" kavramıyla ifadeye koyduğu evlilik, [6] Peygamber (as) tarafından uygulamaya konulmuş bir fıtrat tavrıdır. İslam'a göre evlilik, anlamsız bir fantezi veya imtiyaz değil, tabiî bir ihtiyaç ve meşru bir haktır. [7]
Ailenin Tanımı ve Görevi
Ana-baba ve çocuklardan oluşan, yakın akrabalar vasıtasıyla da daha geniş bir alana uzanan aile, toplumun bütün katmanlarına etkili olan temel bir ünitedir. Onun en önemli rolü ise, "neslin devamını ve iyi yetiştirilmesini sağlamaktır." Ancak ailenin bu faaliyetini sürdürebilmesi, onun düzenli ve uyumlu olmasına bağlıdır. Böyle bir aile, duygusal, sosyal, ekonomik ve ahlaki şartlar yerine getirilerek kurulabilir. Sadakat, samimiyet, şuurlu itaat ve güzel ahlak gibi yüksek değerler üzerine kurulmuş aileler, insanlığın tek güvencesidir.
Müslüman bir ailenin öncelikli görevi, "Allah'a seksiz inanan ve İslam'ı şirksiz yaşayan kişilikli insanlar yetiştirmektir." Kur’an, değinilen görevin önceliğine şöyle dikkat çeker:
“Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Oğulcuğum, sakın Allah 'a ortak koşma. Çünkü Allah 'a ortak koşmak (şirk), büyük bir zulümdür.” [8]
Koruyucu Kale: Aile
Aile kurumunun fert ve toplum hayatında icra ettiği başka fonksiyonlar da vardır. Aile, cinsel güdünün denetim ve tanziminde, güzel ahlak ve adabın kazanılmasında çok önemli bir misyona sahiptir. Evlilikle oluşan aile, tabii arzuların meşru biçimde giderilmesini ve soyu-sopu belli nesillerin yetiştirilmesini sağlar. Aile, sefahat hayatına karşı koruyucu bir kaledir. Çünkü insan tabiatının kendini en iyi biçimde ifade edebildiği; sevgi, saygı, şefkat ve fedakârlık gibi yüksek değerleri gerçekleştirerek pratiğe dönüştürdüğü yer ailedir. İnsan kişiliğinin kazanılması, geliştirilmesi ve olgunlaşması için en uygun iklimi sağlayan aile, bir nevi yüksek ahlak okuludur. Evlilik sonucu oluşan ailenin, insan açısından ne kadar gerekli olduğu, Kur’an'da şu anlamlı ifadelerle dile getirilir:
“...Onlar (erkekler) kadınlar için giysidir, siz kadınlar da onlar için giysisiniz...” [9]
Bu ayet, kadın ve erkeği birbirlerinin giysileri olarak tanımlamaktadır. Bilindiği gibi elbise vücudu örter, giyeni güzelleştirir.
Elbisesiz insan, kendini eksik ve güvensiz hisseder. Kadın ve erkeğin birbirlerinin giysileri olmaları, evlilik yoluyla gerçekleşir. Çünkü evlilik, eşleri zina ve benzeri pek çok günahlardan korur, maneviyatı kuvvetlendirir ve ahlakı güzelleştirir.
Aile, toplumsallaşmada da önemli rol oynar. İnsanlar arasındaki akrabalık bağlarını geliştiren, bu bağları büyük ölçüde sosyo-ekonomik dayanışma ve karşılıklı destek haline dönüştüren kurum, ailedir. Yine, nesillerin İslami değerlerle tanışmasına, sosyal değişimlerin sağlıklı ve istikrarlı biçimde oluşmasına katkıda bulunan kurumların başında aile gelir. Zaten bir kurumun varlığı, onun etkinliği ile ölçülür. Etkinliğini yitirmiş kurumlar, bir bakıma yok demektir. [10]
Aileye Yönelik Saldırılar
Günümüzde aile, birtakım saldırılarla karşı karşıyadır. Çünkü, şer odakları, aileyi temelinden sarsacak tehlikeler üretmektedir. Özellikle İslam'a düşmanlık ederek kadın haklarını savunduklarını sanan şehvet tacirleri, her fırsatta evliliği gereksiz göstermekte ve ailenin etkinliğini yok etmek istemektedirler. Kadını zevk aracı olarak kullananların kurdukları iblis tuzağına yakalanan çok sayıda insan, aile ve İslam dışı arayışların peşine düşerek çağdaşlık adına her çeşit günahı işleyebilmektedir. Ayrıca eğitim kurumları, genç nesillere büyük ölçüde İslam dışı değerleri taşımakta, kitle iletişim araçları da adeta İslam dışı bir hayat tarzı oluşturmak için programlanmış durumdalar. Birtakım çatlak seslerin, "cinsel özgürlük" sloganları atması, "nikâhsız beraberliğin" kimilerince çağdaş yaşamın bir gereği sayılması, aileye yönelik saldırıların ve tehlikelerin hangi boyutlara ulaştığını gözler önüne sermektedir. İslam'a ve onun önerdiği evliliğe karşı çıkanlar kadını zevk aracı olarak kullanabilmek için "fesat özgürlüğü" istemektedirler.
Bütün bu olumsuzluklar karşısında Müslümanlar, inandıkları ve söyledikleri doğruları hayata geçirmek; yeni nesillerin Allah sevgisi ve İslami hayatı yaşama arzusu içinde yetiştirilmelerini sağlamak için çalışmalıdırlar. Bu çalışmaya, öncelikle ailede İslami bir hayat modeli ortaya koymakla başlanmalıdır. İyi dindarların geçmişte kaldığını söylemenin artık hiçbir yararı yoktur. Bugün, hayatın her alanında, iyi insanların örnekliğine htiyaç vardır. Çünkü dün hazırlanan, bugün gerçekleşir ve yarını hazırlar. [11]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Nisa: 4/1
[2] Bkz. Rum: 30/30
[3] Bkz. Bakara: 2/112; Nisa: 4/125; En'am: 6/125
[4] Rum: 30/21
[5] Nisa: 4/1
[6] Bkz. Fetevâyı kindiyye. I, 267
[7] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 177.
[8] Lokman: 31/13 Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 178.
[9] Bkz. Bakara: 2/187
[10] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 178-179.
[11] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 179.
--------------------------------------------------------------------------------
İNSAN ve EĞİTİM
“Sizi analarınızın karnından, hiçbir şey bilmez bir halde çıkarıp şükredesiniz diye size, işitme ve görme duygusu, duyma-düşünme yeteneği bahşeden Allah 'tır.” [1]
İnsanı yaratan, [2] ona Kur’an'ı ve bilmediği şeyleri öğretip [3] doğru yolu gösteren, Allah'tır. [4] İnsan, dünyaya hiçbir şey bilmez halde gelir. O, hayatta kendisi için gerekli olan bilgileri sonradan öğrenir. İnsanın, yaratılıştan sahip olduğu birtakım özellikleri vardır. Onun bu özelliklerinin geliştirilmesi ve ona başkalarıyla ilişkilerini düzenli biçimde sağlayacak değerlerin öğretilmesi gerekir. İşte bunların tamamı, pratik bir ilim olan terbiye (eğitim) ile sağlanabilir. [5]
Eğitimin Tanımı ve Gayesi
Eğitime konu olan varlık, insandır. İnsanı iyi eğitebilmek ise, en başta onu iyi tanımakla mümkün olur. İnsan, akıl ve irade sahibi bir varlıktır. İnsan eğitilirken, onun bu özellikleri mutlaka dikkate alınmalıdır.
Eğitimin çeşitli tarifleri yapılmıştır. En genel anlamda eğitim:
"İnsanı, din ve dünya ile ilgili vazifelerini hakkıyla yapabilecek bir duruma getirmektir." [6] denebilir. Ayrıca eğitim:
"Gelişen ve biriken beşer kültürünü, yetişmekte olan nesillere aktarma; doğuştan getirilen yetenekleri geliştirme ve şekillendirme faaliyeti" [7] olarak da tanımlanabilir. Görüldüğü gibi, daha çok ahlaki bir anlam taşıyan eğitim kavramı, insana doğru bilgi ulaştırmayı, iradeyi güçlendirip ona doğru istikâmeti göstermeyi, kişinin ruhuna ve hayatına şekil vermeyi ihtiva eder. İlave edelim ki öğrenmek aklın ve zekânın, uygulamak ise, iradenin eseri olan ahlakın işidir. Bunun için, insanlara hem ilim zihniyeti aşılanmalı, hem de ahlaken yükselmeleri sağlanmalıdır.
Eğitimin gayesi, iyi ve olgun insan (insan-ı kâmil) yetiştirip, yeni nesli hayata ve istikbale hazırlamak olmalıdır. Çünkü dün olduğu gibi bugün de, bilgisini ve İmanını kendine rehber edinen, İslam'ı tam olarak özümseyip yaşama şevkini Allah sevgisiyle bütünleştiren bîr nesle ihtiyaç vardır. Tabii ki böyle bir neslin yetişmesinde, din eğitiminin ne kadar önemli olduğu, tartışılmaz bir gerçektir. Hemen herkesin kabul ettiği gibi, toplumda görülen olumsuzlukların ve davranış bozukluklarının temelinde, genel olarak eğitimin, özellikle de din eğitiminin eksikliği yatmaktadır. [8]
Din Eğitimi Sorunu
Günümüzdeki sorunlara sağlıklı çözümler ararken, tarihi gerçekleri göz önünde bulundurmak, onların sebep ve sonuçları üzerinde durmak gerekir. Ancak burada, ülkemizde Cumhuriyetten sonraki yıllarda ortaya konan "din eğitimi" uygulamaları kısaca özetlenip sonra da bazı genel değerlendirmeler yapmakla yetinilecektir.
1924 yılında çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunuyla ülkede bütün eğitim ve öğretim, Millî Eğitim Bakanlığına verilir. Medreseler kapatılıp onların ortaöğretim seviyesine denk düşen İmam Hatip Okulları; yüksek kısmı yerine de, Daru'l-Funün'da bir İlahiyat Fakültesi açılır. Diğer Öğretim kurumlarında ise, 1927 yılına kadar Din Dersî, zorunlu ders olarak okutulur. Ancak, 1927-1929 yılları arasında İmam Hatip Okullarının, 1933 yılında da İlahiyat Fakültesinin kapatılmasıyla, din öğretimi resmen okullardan kaldırılır. Ayrıca, insanların özel olarak din eğitimi ve öğretimi almaları da büyük ölçüde yasaklanır. Birtakım gelişmelerden sonra, 1949 yılında İlahiyat Fakültesi, 1950 yılında da İmam Hatip Okulları yeniden açılır. 1957 yılında ise, orta dereceli okullara isteğe bağlı Din Dersi konulur. Bu uygulama, 1982 yılına kadar devam eder. Nihayet, 1982 Anayasası ile bütün orta dereceli okullara zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi getirilir. Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, yaklaşık olarak, İmam Hatip Okulları 23 yıl, İlahiyat Fakültesi de 16 yıl kapalı kalmış; en azından 30 yıl ülke insanına din öğretilmemiş, bu süre içerisinde yaşayan nesil, din eğitiminden ve öğretiminden mahrum bırakılmıştır. Bu mahrumiyet dönemi, ismen Müslüman olsalar da gönülden dine düşman olan bazı kimselerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Yıllardan beri süregelen yanlışlıkların hâlâ tam olarak terk edilememiş olması, bugün de benzer olumsuzlukların yaşanmasına sebep olmaktadır. [9]
İnsanı Kur’an 'la Eğitmek
İnsan, Allah tarafından yaratılmıştır ve kendi varlığını Yaratıcıya borçludur. O, yaratılışı icabı kötü değildir, fakat cehaleti sebebiyle bir biçimde kötülük işleyebilmektedir. Bu yüzden insanın bilgi ve eğitime ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyaca binaen insana öncelikle "ezeli ve ebedi Rabb'in adıyla oku!" [10] çağrısı yapılmıştır.
Dünyaya hiçbir şey bilmez halde gelen insan, [11] hayatta kendisi için gerekli olan bilgileri sonradan öğrenir. Demek ki insana rehberlik edilmesi, başkalarıyla münasebetlerini düzenli biçimde sağlayacak değerlerin ona öğretilmesi gerekmektedir. İşte bunların tamamı insanın eğitimi ile gerçekleşir. Bunun için yüce Allah, insanı yaratmakla yetinmemiş, ayrıca ona kalemle yazmayı ve bilmediği şeyleri öğretip onu Kur’an'la eğitmiştir. [12]
Öğretmek, insanın bilmediği konularda bilgi sahibi olmasını sağlamak, ona bilgi ve beceri kazandırmaktır. Allah'ın insana öğretmesi ise, onu duyular, akıl ve sezgi gibi yollarla bilgi değerine ulaştırması; beşeri tecrübelerle oluşturulamayan ilahî ve evrensel gerçekleri de vahiy ile insana iletmesidir. Görülüyor ki varlık ve oluşun bilgisini temsil eden ayırt edici ifadeler, insana Allah tarafından öğretilmiştir. [13]
Bütün insanlığa son peygamber olarak gönderilen "Resul-i Ekrem (as) de, Allah'tan başkasından bir şey öğrenmemiş, o her şeyi Allah'tan öğrenmiş ve hiçbir alanda da -haşa- cahil kalmamıştır." [14] Çünkü ezeli ve ebedi gerçeği, kavranabilecek her şeyi özünde taşıyan Kur’an, bütün netliği ile onun kalbine açılmış, ondan da bu kitabı bütün dünyaya okuması ve duyurması istenmiştir. [15]
İlim ve Eğitim
Her çağın şaşmaz rehberi olan Kur’an, insanları bilgilendirici ve eğitici ayetlerle doludur. Onun temel amaçlarından biri de, insanı aklen ve ahlaken Allah'a yöneltip onu kötülüklerden ve cahilce davranışlardan alıkoymaktır.
Kur’an'da ilim kelimesi, "vahiy yoluyla verilen kesin ve doğru bilgi" anlamında kullanılır. [16] İlim, bir şeyi veya gerçeği tam olarak bilmektir. [17] Bunun için delili olan bilgiye ilim denir. Bilginin pratik alanı ve anlamı ise bilineni uygulamaktır. Kur’an, bilimsel bilgiden ziyade bilginin nasıl bir amaç için kullanılacağı üzerinde durur; o aklın doğru kullanılmasına rehberlik ve insanı doğru davranışa ikna eder. Bu da insanı eğitmek demektir.
Görüldüğü gibi eğitim, bilginin kazanılmasını, uygulanmasını ve yaygınlaştırılmasını içermektedir. İşte bu yüzden bilgiyi öğrenmek, öğretmek, yaymak ve örgütlemek de eğitim kavramının anlam sahasına girmektedir.
İyi insan, edepli insandır. Bunun da en güzel örneği, Kur’an'ın tanıklığıyla insanı kamil olan Peygamber (as)?dir. [18] Çünkü onu Rabb'i en güzel terbiye ile eğitmiştir. Demek ki eğitimin esas amacı, bedenin ve aklın geliştirilmesi, iradenin güçlendirilmesi, ruha edebin verilmesi ve insanın tedip edilmesidir.
Eğitimin en önemli öğesi, doğru bilgidir. Doğru bilgi insan ruhuna bağışlanan bir gıdadır ve bütün erdemlerin aslıdır. İdeal bir eğitimin önündeki en büyük engel ise, bilginin yozlaştırılmasıdır. Bunun temel nedeni de eğitici ve yönetici konumunda bulunan bazı kadroların edepten yoksun olmalarıdır. Dünya çapında bütün insanların karşı karşıya kaldıkları sorunlar genelde yozlaştırılmış bilgiden ve edep yoksulu kimselerden kaynaklanmaktadır. Bu durum iyi bir eğitimin kişi ve toplum açısından ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. [19]
İyi Bir Eğitim İçin
Nesiller, ailede ve okullarda eğitilerek yetiştirilirler. İyi bir eğitim için, gerekli ilgi, yeterli bilgi ve iyi örnek çok büyük önem taşımaktadır. Temelinde sevgi, ilgi ve bilgi olmayan hiçbir eğitim faaliyetinin başarılı olduğu söylenemez.
Eğitimciler, yalnız uzman oldukları sahalarla sınırlı kalmayıp ayrıca bireyin şahsiyetini işleyen manevi birer mimar; en doğru ve en güzel hayat şeklini sunabilen örnek birer insan olmalıdırlar.
Öğrenci-öğretmen ilişkisi, sevgi, saygı ve samimiyet esasına dayanmalı, öğretmen ve öğrenci açısından dersin manası ve takvası yitirilmemelidir. Ayrıca öğrencilere kültür dersleri, eşya dersleri gibi okutulmamalıdır. Aksi halde gençler, iyi yetiştirilmiş birer fert olacakları yerde zararlı birer alet haline gelirler.
öğrenci ve öğretmenlerin politize edilmesine, disiplinin bozulmasına ve eğitim standartlarının düşmesine engel olunmalıdır. Eğitim her türlü baskıdan, sansürden ve bilhassa yabancı değerleri toplum hayatına taşımak için kullanılan bir araç olmaktan kurtarılmalıdır.
Toplumun her kesiminde huzursuzluklara yol açan ve adeta sosyal bir illet haline gelen edep yoksunluğu mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.
Öğrencilik, ilim yolculuğu olmaktan çıkarılıp diploma ve not avcılığına dönüştürülmemeli; çok şerefli bir meslek olan öğretmenlik de küçük bir memuriyet konumuna düşürülmemelidir. Ne var ki bugün öğretmen boynu bükük ve salahiyetsiz bir konuma düşürülmüştür.
Genel eğitim ile birlikte özellikle din eğitimine gereken önem verilmelidir. Hemen herkesin kabul ettiği gibi toplumda görülen davranış bozukluklarının temelinde eğitimin, özellikle de din eğitiminin yetersizliği yatmaktadır. Hal böyle iken bazı yöneticilerin ve çevrelerin din eğitimine engel olmaya çalışmaları düşündürücüdür. Özellikle yakın geçmişte irtica ile mücadele bahanesiyle ortaya konan ve din eğitiminin önünü kesmeyi amaçlayan haksız ve hukuksuz uygulamalar, toplumda yöneticilerine karşı bir güvensizlik meydana getirmiştir.
Eğitim kurumlarının dışında barınan, hatta zaman zaman içine kadar giren yıkıcı güç odaklarının gençler üzerindeki olumsuz etkisi tesirsiz hale getirilmelidir. Mektepte erdem diye okutulan gerçekler pratik hayatta efsane imiş gibi algılanırken çağdaş soygun yöntemleriyle köşe dönenler, adeta yüceltiliyor; aldatmak da zekâ hakkı kabul ediliyor. Mektep insani ve manevi değerlerin kazanıldığı yer olmaktan çok örnek şahsiyetlerin karalandığı veya katledildiği bir mekân haline dönüşüyor. Sonunda genç insanın insanlıktan çıkması kaçınılmaz oluyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki eğitim kurumları değinilen olumsuzluklardan kurtarılmadıkça ne öğrencilerin akli, ahlaki ve ruhi gelişmeleri sağlanabilir ne de akademik gayelere ulaşılabilir. Şu halde eğitimin her kademesindeki aksaklıklar giderilmeli, müfredat programları çağın ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda yeniden düzenlenmeli, neslin iyi yetişmesi için eğitimin kalitesi yükseltilmelidir. Gerçeği söylemek ve itiraf etmek gerekirse bugüne kadar eğitimle ilgili uygulamalar ya lafta kalmış ya da hatalı olmuştur. Yapılması gereken en önemli iş, kişi ve toplum yapısının en hayati besleyicisi olan eğitim kurumlarını yeniden gözden geçirip onları iyi insan yetiştiren müesseseler haline getirmek olmalıdır. [20]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Nahl: 16/78
[2] Bkz. Rahman: 55/3
[3] Bkz. Rahman: 55/2: Alak: 96/5; Bakara: 2/31
[4] Bkz. Tâhâ: 20/50
[5] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 180.
[6] Bkz- M. Fuad. Vezâif-i Aile, s.24
[7] Bkz. Canan. İbrahim. Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s.30-31
[8] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 180-181.
[9] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 181-182.
[10] Bkz.Alak: 96/l
[11] Bkz. Nahl: 16/78
[12] Bkz. Rahman: 55/1-3; Alak: 96/2, 5, Bakara: 2/31
[13] Bkz. Bakara: 2/ 233, 282; Nisa: 4/113: Nahl: 16/78 vb.
[14] Bkz. Hatemi, Hüseyin, İnsanlık ve Sevgi Dini İslam, s. 37-38
[15] Bkz. Kıyamet: 75/16-19: Tâhâ: 20/113-114; Mâide: 5/67 vb. Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 182-183.
[16] Bkz. Bakara: 2/120, 145; Hûd: 11/14; Kehf: 18/65 vb.
[17] Bkz. Rağıp el-İsfehani. el-Müfredat, s.580
[18] Bkz. : 68/4; Ahzâb: 33/21 vb.
[19] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 183-184.
[20] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 184-185.
-------------------------------------------------------------------
NİYET ve GAYRET
“Erkek veya kadın, her kim iman değerine ermiş olarak iyi iş yaparsa, ona tertemiz ve hoş bir hayat tattıracağız; ve yine şüphesiz böylelerini yapageldikleri en güzel şey neyse ona göre ödüllendireceğiz.” [1]
Allah'ın istediği ve razı olduğu biçimde yaşamak isteyen her insan, Kur’an'ı rehber edinmelidir. Kur’an, insanın, davranışlarında bilgili, istekli ve niyetli olmasını ister. [2] İslami vecibeleri, isteksiz, niyetsiz ve samimiyetsiz bir şekilde yapanların, amellerinin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini bildirir. [3] Çünkü ameller değerini, sahih imanı yansıtmaktan, iyi niyeti ve samimiyeti ispatlamaktan alırlar. [4] Kur’an bünyesinde yer alan bu gerçekler, Peygamber (as) tarafından en özlü biçimde şöyle ifade edilmiştir:
"Ameller(in değeri), niyetlere göredir.” [5]
"Bu hadis, niyeti, her iradeli işin, ayrılmaz parçası olarak ilan etmekte ve niyetin önemine dikkat çekmektedir. Şu halde niyet, sadece amelin mevcudiyeti için değil, aynı zamanda onun kemali ve değerlendirilmesi için de bir şart olmaktadır. Daha genel bir ifadeyle söylemek gerekirse niyet, davranışın hem değer hem de geçerlilik şartlarından biridir. "Buyruğumuza uymayan her amel, reddedilmiştir." [6] anlamındaki hadis ise, hem iyi niyeti hem de doğru davranışı birlikte bulunduran amelin geçerli olabileceği mesajını verir. Niyet, bir şeyi yapmak veya elde etmek için iradenin yöneldiği harekettir. Bunun için yapılan işteki irade ve maksada niyet denir. Etkin iradenin, uygulamaya teşebbüs ettiği faaliyet de ameldir. Niyet, amelde bulunan psikolojik şuurdur.
O, ifa edilen bir işte, hazır olan aklın davranışıdır. Niyeti amel seviyesine yükseltme faaliyetine de gayret denir. Kur’an, amelin her çeşidinin ilahi adalet terazisinde inceden inceye tartılacağını şöyle dile getirir:
“Arlık kim zerre miktarı iyilik yapmışsa onu görür. Ve kim zerre miktarı kötülük yapmışsa onu da görür.” [7]
Yüce Allah insandan, ilahi emre hürmetkar olmasını ister. [8] Allah'ın bu isteği, Kur’an vahyini, içerdiği mana ve maksadıyla kavrayıp, ona iyi niyetle uymakla yerine getirilebilir. Kur’an ayetlerinin taşıdığı bir mana ve bir de maksat vardır. Kur’an, kötü niyetli insanların, ayetlerin Arap dili açısından taşıdığı manayı anladıkları halde, onlarda Allah'ın gözettiği maksadı anlamaya yanaşmadıklarına dikkatimizi çeker: [9]
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek yok mu?” [10] mealindeki ayet indiği zaman, Ebu'd-Dahdah, "Allah kerem sahibidir, O zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir, bize verdiği şeyi bizden ödünç istemesinde elbette bir hikmet olmalıdır." demiştir. Onun bu sözlerini işiten Peygamber (as):
"Evet, Allah sizi cennete sokmak için, sizden muhtaç olanlara karşılıksız yardım etmenizi istiyor." diye cevap vermiştir. [11] Ebu'd-Dahdah'ın, bu söz üzerine büyük bir hurma bahçesini, Allah yolunda infak ettiği bildirilir. Ancak, Yahudiler aynı ayeti, "Allah fakir, biz zenginiz." [12] şeklinde anladılar. Onlar, ayete iyi niyetle yaklaşmadılar, lafzın zahiri manasının ötesinde yatan maksadı kavrayamadılar. Bunun sonucunda da, her şeyden müstağni olan Allah'ın borç istemesini, fakir bir insanın borç istemesi şeklînde yorumladılar. Bu örnekten çıkarılabilecek sonuç şudur:
Allah yolundan sapan kimse, anlayış ve amel açısından, Kur’an’ın mana ve maksadından kaybı oranında sapmış; Hakka ulaşıp doğru yaşayan kimse de, onun ruhuna, mana ve maksadına vakıf olduğu ölçüde başarılı olabilmiştir.
Kur’an, Müslümanların 'yaşama tarzlarını oluşturmada ve yönlendirmede tartışılmaz önceliğe sahip olan birinci kaynaktır. İslami amaçların gerçekleştiği bir sosyal yapıyı, Kur’an’ın rehberliğine uyan Müslümanlar oluşturacaktır. Bilindiği gibi Allah, inanıp iyi işler yapanları, imanlarıyla hidayetine ulaştırır, [13] kötülüklerden sakınmanın mükafatını onlara verir [14] ve müminleri gayretin zaferine erdirir. [15]
“Gerçekten size, Allah'tan bir ışık, apaçık bir kitap geldi. Onunla Allah, kendi rızasını arayan herkese kurtuluşa götüren yolları gösterir ve onları karanlığın derinliklerinden aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola yöneltir.” [16] mealindeki ayetler, hayat yolculuğunda karşılaşılan engellerin, Kur’an'a uymak ve onun aydınlık yolunda yürümekle aşılabileceği mesajını verir. [17]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Nahl: 16/97
[2] Bkz. Nisa: 4/43
[3] Bkz. Tevbe: 9/54
[4] Bkz. Enfâl: 8/74: Tevbe: 9/ 44; Nûr: 24/62 vb.
[5] Bkz. Ahmet ez-Zebidi, Tecrid Tercemesi.
[6] Bkz. Nevevi, Riyazü's-Salihin Tercemesi, 1, 210
[7] Bkz. Zelzele: 99/7-8 vb.
[8] Bkz. Bakara: 2/62, 218: Kehf:18/100vb.
[9] Bkz. Nisa: 4/78
[10] Bakara: 2/245
[11] Bkz. İbn Kesir. Tefsiru'l Kur'ani'l 'azim, 1, 531; Kurtubi. el-Câmi li ahkâmil Kur'an, III, 236-237
[12] Bkz. Âl-i İmrân: 3/181
[13] Bkz. Yunus: 10/9
[14] Bkz. Muhammed: 47/17
[15] Bkz. Ankebut: 29/69
[16] Bkz. Maide: 5/15-16
[17] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 199-201.