* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE-BABAYA ÖNERİLER  (Okunma sayısı 108 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE-BABAYA ÖNERİLER
« : Eylül 03, 2022, 09:22:44 ÖÖ »
ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE-BABAYA ÖNERİLER
 
Gençlerin toplum içinde bize yaşattıkları olumsuzlukları gördükçe herkesin bu gençlerin ana-babalarını suçladıklarını görürsünüz. Hepimiz su sözleri hep duyarız: Anne-babaları bu çocuklara hiç mi terbiye vermemiş? Bunların ailesi hiç mi ilgilenmiyor bun.arla, böyle sorumsuzca çocuk yetiştirilir mi hiç? Hep aile suçludur. Eğer onlar çocuklarına yeterli ve mükemmel eğitim verselerdi çocuklar böyle mi olurdu? Ah şu aileler yok mu, "saldım çayıra, mevlam kayıra" usulüyle hiç çocuk mu yetiştirilir? Evet okulda yöneticiler ve eğitimciler onları suçlar, politikacılar onları suçlar, kanun uygulayıcıları onları suçlarlar. Hep anne-babalar suçlanır. Suçlamak kolaydır önemli olan çözüm getirmektir. Anne-babalar suçlanıyor ama onların karşılaştıkları problemlerde onlara kim yardımcı olacak. Onlar neyi yanlış yaptıklarını, nasıl yapmaları gerektiğini nereden öğrenecekler.

" Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak."  Konfiçyus

Maalesef anne-babalar suçlanır ama eğitilmez. Her yıl milyonlarca genç çift, en zor meslek sayılan anne-babalığı üstlenir. Tümüyle aciz ve çaresiz bir bebekten, katılımcı, üretici, iş birliğini ve insanlara yardımı seven, vatanı için çalışmaya azimli insanlar yetiştirme sorumluluğunu yüklenir. Bundan daha zor ve özveri isteyen bir meslek var mıdır? Kaç anne-baba bu meslek için eğitilmiştir? Şu an çalıştığımız işlerimizi yapabilme adına her birimiz bir eğitimden geçmişizdir. Dört, beş yıllık fakülteleri bitirmeden hiçbir işin sertifikasını bizlere veremiyorlar ama anne-baba olma sertifikası almadan çocuklar yetiştiriyoruz bunun sorumluluğunu kim taşıyacak, yalnızca anne-babalar mı?

Bu gün ergenlik çağına gelen binlerce genç kendilerine göre geçerli nedenler yüzünden anne-babalarını "işten atmışlardır". "Annem-babam benim yaşımdaki gençleri anlamıyor." "Her gece eve döndüğümde konferans dinlemekten bıktım." "Anne-babama hiçbir şey anlatmam. Anlatsam da anlamıyorlar." "Keşke annem-babam beni rahat bıraksa."

"En kısa zamanda evden ayrılacağım. Her konuda sürekli başımın etini yemelerine dayanamıyorum."

Bu çocukların anne-babaları, dile getirdikleri aşağıdaki sözcüklerle
çocukları tarafından "işten kovulduklarının" farkına vardıklarını
göstermişlerdir, artık onlar üzerinde tesir güçleri kalmamıştır.

"On beş yaşındaki oğlumu-artık hiç etkileyemiyorum."       

"Onunla uğraşmaktan artık vazgeçtim."

"Nereye gittiğini, ne yaptığını anlatmıyor. Ona nerdeydin diyorum; beni

ilgilendirmediğini söylüyor."

"Bizimle konuşmuyor. Biz konuşmaya çalışınca; "rahat bırakın beni" diye

çıkışıyor.

Neden bu kadar çok sayıda genç anne-babalarına "düşman" olarak görmeye başlıyor? Neden bugün evlerde kuşaklar arası ayrılık bu denli yaygın? Neden toplumumuzdaki anne-babalar ve çocuklar kelimenin tam anlamıyla birbiriyle savaşıyorlar? Ne yapmamız gerekiyor?

Seminerlerimizde "ilk çocuk sayesinde deneme-yanılma yoluyla anne-babalığı öğrendiğimizi, daha sonrakilerde aynı hatalı davranışları sergilemediğimizi" ifade ettiğimizde anne-babalar acı-acı gülümsüyor. Onların bu durumu bizi de derinden yaralıyor. Bu çalışmamızla toplumumuza sevgi dolu, mutlu, insanlarla barışık, sorumluluklarının bilincinde, ülkesi için çalışmaya azimli gençler yetişmesinde katkı sağlayabilirsek, bahtiyar olacağız. Bu duygu ve düşüncelerle böyle bir gayret içine girdik inşallah /Allah bizi mahcup etmez. Kalplerimizde birbirimize karsı "sevgi" bulunduğu müddetçe üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yoktur. Kalplerdeki sevgiyi arttırma ümidiyle su yazıyı okuyun.

SEV6İ ADACIKLARI

Eski İspanyol haritacıların sevgilileri harita çizilirken “Benim için de bir ada çiz " derlermiş, İspanyol haritacısı da sevgilisi için gerçekte olmayan bir ada çizermiş . Eski İspanyol haritalarında böyle "Sevgiliye armağan adacıklar" olurmuş . Kristof Kolomb bir deniz seferinde, haritadan anlayan bir İspanyol’a gemide suların azaldığını, haritada görülen şu adacıkta içme suyu bulunup bulunmadığını sorunca İspanyol gülümsemiş "Etendim, o adanın var olduğunu sanmıyorum. Onu çizen haritacı sevgilisine çizmiştir" demiş ve gerçek ortaya çıkmış. Aksit Göktürk1 ün "Edebiyatta Ada"  yapıtını okuduğunda çok gülmüştüm. Sevgilisinden"Haritada bir ada" isteyen İspanyol kadın da, ona adayı armağan eden İspanyol haritacısı da ne güzel bir şey yapmışlar. İngiliz Kralı Edward da sevdiği kadına bir "Krallık" armağan etmiştir de nice kadını heyecandan titretmiştir. Bayan Simpson için krallığından vazgeçmesi zamanının Leyla-Mecnun öyküsünü yaşatmıştır . Çizecek haritası olmayanlar, vazgeçecek krallığı olmayanlar ne yapsın ? Bütün bunlar sembol değil mi ? Haftalardır görmediğimiz bir dosta bir kart göndermek aklımızdan bile geçmez. "Aynı kentteyiz, nasıl olsa yakınız" diye düşünürüz ... Oysa değilizdir.

İnsan insanı kaybediyor. Ve bulamıyor. Aynı kentte olsa da .Aynı semtte olsa da... Aynı evde olsa da ... Sonra da soruyoruz ... "Neyim var, ne oluyor, eksiklik ne ?" Eksilen insan. Ve kendimiz. Bir haritaya bir ada çizip de "Bu senin adan" demeyi unutuyoruz. Oysa herkesin bir adası olabilir. Denizler öyle büyük ki. Duyguları unutuyoruz ... Düşünceleri, sevgiyi, sözleri, dokunuşları, davranışları, dostluğu unutuyoruz... Kendimizi beklemeye alıştırıyoruz ... Sonra da neyi beklediğimizi unutuyoruz... Eksiliyoruz. Neden eksildiğimizi bilmeden...

ÇOCUKLARIMIZIN BİZİ NASIL MUTLU EDECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR. FAKAT ONLARI NASIL MUTLU EDECEĞİMİZİ HİÇ DÜŞÜNMÜYORUZ.

Ah Ya Rabbi! Bu zamanda mesut insanlar ne kadarda azaldı. Kimi işinden kimi eşinden, kimi arkadaşından, kimi komşusundan şikayetçidir. Kimi para ve mevki peşinde koşmaktan, kimi falanca zengine kızmaktan kendini yer bitirir.

Eğer elimde olsaydı, mutsuz ve memnuniyetsiz insanlara ^ çocuk yapmalarını yasaklardım. Kocasını sevmeyen kadın kendisine arkadaş olsun diye çocuk doğurur. Bir başkası "çocuğu yok" demesinler diye çocuk yapar. Kimi de "yaşlandığım zaman bana baksın" diye çocuk ister.

Hayal kırıklığına uğramış, hayatta umduğunu bulamamış kimseler, hayallerini gerçekleştirmek için çocuğu kullanırlar. "Benim yapamadığımı çocuğum yapacak, benim olamadığımı çocuğum olacak" derler.

Bence esas hata şuradadır. Biz; çocuklarımızın bizi nasıl mutlu edeceklerini düşünüyor, fakat onları nasıl mutlu edeceğimizi hiç düşünmüyoruz. Çocuğu istesin veya istemesin, sevsin veya sevmesin, bir sürü şeyler öğretiyoruz. Neden ? "Ne harika çocuğu var" desinler diye!

Ne olur! "çocuğunuzu ihtiraslarınıza kurban etmeyin!" 

BİR ANNEYE MEKTUPLAR adlı  kitaptan

"Hiç birimiz mükemmel değiliz; ama çoğu zaman başkalarından ve özellikle çocuklarımızdan mükemmel olmalarını isteriz"

"Olumlu çocuk yetiştirmenin ilk şartı, olumlu anne — baba olmaktır.

Neysek onu öğretiriz"

"İyi. eğitilmiş ve topluma kazandırılmış bir genç hem ailesi, hem de toplum için bir servettir."

"Unutmayın bazı kayıplar vardır ki asla telafisi mümkün değildir. Bazı hatalar vardır ki bunların onarımı imkansızdır. İşte çocuklarımız da böyledir hata ve kayba uğramaması gereken önemli varlıklardır."

"Anne-Babanın görevi çocuğunu keşfetmek, onda olan yeteneklerin gelişmesini sağlamaktır; yoksa onu her yaptığından dolayı eleştirmek değil."

"Çocuklar sözlerden ziyade davranışlardan etkilenirler. Öyleyse siz de davranışlarınızda hep samimi ve dürüst olmalısınız."

w Ailenin veremediği ve eksik bıraktığı terbiyeyi ne okul ne de toplum verebilir. Siz anne-babalar ! Gül fidanı yetiştiren, her türlü hürmete layık bahçıvanlarsınız"

ANNE-BABALARIN DİKKAT ETMESİ  GEREKEN  BAŞLICA NOKTALAR.

l-    ÇOCUĞUNUZU TANIYIN

Anne-babalar özellikle çocukları tanımalı, onları ilgi ve yetenekleri

doğrultusunda yönlendirmelidir. Bu konuda kendi tutku ve arzularına göre değerlendirme yapmamalıdır. Çocukların çeşitli derslere olan yetenekleri ayrı ayrıdır. Her dersten aynı başarıyı beklemek, çocuğu kabiliyetinin olmadığı bir sahada zorlamak ve onu boşu-boşuna gerilim ve stres içine atmak demektir.

Bu durumdaki bir çocuğun mutlu ve huzurlu olması mümkün değildir.

Yetenekleri yeterince işlenen her insan mutlu olur. Mutlu olan her insanda

başarılı bir yol tutturur. Fakat başarılı olan her insan mutlu değildir.

Çocuklarımızın mutluluğu bizce her şeyden daha önemli olmalı. Seminerlerimde çocuğumuzu tam olarak keşfetmeden, onu gerçek

anlamda geliştirip, yetiştirmenin mümkün olmadığını söylerim. Ve Ailelerin

çocuklarının dersleri konusunda gösterdikleri hassasiyeti onların

davranışları ve kabiliyetleri konusunda göstermediklerini dile getiririm.

Çocuğumuzun ders başarısı konusunda gerçekten çok hassasızdır ve bu

konuda bütün derslerinin iyi olması için çırpınırız. Acaba bizim

çocuğumuzun gerçekten bütün derslere kabiliyetleri aynı düzeyde midir?

Ya da bütün derslerinde aynı düzeyde başarılı olması mümkün müdür?

Neden su anda üniversite sınavlarına girişte sayısal, sözel, dil ve özel

kabiliyet diye ayırım yapılmaktadır?

Bir gün öğretmen arkadaşlarla çocuklarımızın ders durumlarını

incelediğimiz bir toplantıda bütün arkadaşlar bir öğrencinin ilgisizliğinden

ve bütün derslerinin zayıf olmasından bahsediyorlardı.

Ben dedim ki; "Bu öğrencimizin bütün dersleri mi zayıf?"

Resim öğretmenimiz; "Hocam! Resmi mükemmel ve biliyorsunuz bize

resimde il çapında dereceler getiriyor."

Gerçekten de o çocuğumuz katıldığı resim yarışmalarında bize hep dereceler getiriyordu. Şu an Japonya' da yapılan bir yarışmaya onun enfes bir resmini gönderdik ve buradan da bir ödül gelmesi beklentisi içindeyiz. Şimdi milyonda bir insanda bulunan sanatsal zekaya sahip böyle bir çocuğumuz, matematik ve sosyali zayıf diye başarısız mı kabul edilecek? Ne olur! Çocuklarımızın kabiliyetleri doğrultusunda beklenti içinde olalım. Yoksa kabiliyetli olmadıkları sahada onlardan başarı beklersek onları hayal kırıklığına uğratmış, onlara en büyük kötülüğü yapmış oluruz.

Öğretmen olan bir velimiz seminerimden sonra başından geçen şu

ilginç olayı anlatmıştı;

"Matematik dersi zayıf olan bir öğrenciye özel ders veriyorum. Ama çocuğa ders anlatmak ölüm. Benden durmadan izin istiyor. Basit bahanelerle dersten sürekli kaçıyordu. Bir türlü derse konsantre olamıyordu, daha sonra (7 veya 8 yıl) onunla karşılaştık. Bana "güzel sanatlara girdiğinden, karakalem resim çalışmalarında Türkiye' de dereceler kazandığından ve çok mutlu olduğundan" bahsetti. O zaman kendi kendime boşu boşuna o gençle uğraşmışım diye düşünmüştüm. Bana neler çektirmişti." Ben de velimize ; "Acaba oda sevmediği ve istemediği bir dersi zorla alırken neler çekmişti." Dedim ve gülüştük.

DİKKATİ EVİNİZ 6İZLİCE DİNLENİYOR!

Çocuklarımızın her kulakta birer tane olmak üzere iki mikrofonları vardı Bu aşırı hassas aletler duyduğu her duayı, söylenen her şarkıyı, normal konuşmaları ve her tip dili kaydeder, alır. Bu her şeyi duyan mikrofonlar duydukları her şeyi duyarlı ve hassas olan akıla iletirler. Daha sonra bu sesler çocuğun kelime hazinesini oluşturur ve davranışlar için

temel hazırlarlar Anonim

2-    ÇOCUĞUNUZU ELDE EDİN.

İŞTE BUNUN SIRRI; ( KABUL-ONAY-DEĞERİNİN BİLİNMESİ )

Kabul-Onay ve değerinin başkalarınca bilinmesi insanın içini kemiren açlıkların, susuzlukların en şiddetlisidir. İnsanların bu açlığını ve susuzluğunu tatmin etmeyi bilen çok ender insanlar, başkalarını avuçlarının içinde tutarlar.

İnsanları en son moda elbise giymeye, en yeni otomobili kullanmaya. çocuklarından övünerek söz etmeye sevk eden, bu duygu ve isteklerdir. yazarlara ölmez yapıtların, yazdıran, Bill 6ates, Rockefeller, Koç ve Sabancı’ları zengin olmaya teşvik eden neden de aynıdır

Bir takım delikanlıları, gangster olmaya yönelten de bu duygu ve isteklerden başka bir şey değildir.

Eğer size değer verir ve sizi yüceltirsem ben, daha çok sever ve yaptıklarımı onaylarsınız. Hatta size değer verdiğim için bana minnettar kalırsınız. Bir insanın kendisini değersiz hissetmesine neden olursanız, çok büyük bir çöküntüye uğramasına yol açarsınız. Bir insana yapılan kaba davranışlar, onun benlik duygusunun incinmesine ve kendini. Değersiz hissetmesine neden olur.

Eğer bu üç davranış durumunu (Kabul-Onay ve Değerinin başkalarınca bilinmesi) hayatımızda uygulayabilsek, hayatta neler elde edebileceğimize şaşarız.

1-KABUL

Kabul bir vitamindir. Hepimiz, olduğumuz gibi kabul edilmeye açlık duyarız. Birlikte olduğumuzda gevşeyebileceğimiz birini isteriz. Pek azımız genel olarak dış dünyayla ilişkilerimizde tamamen "kendimiz" olma cesaretini gösteririz. Ancak yanındayken kendimiz alabileceğimiz, birlikteyken kendimiz olmayı göze alabileceğimiz birini isteriz, zira onun bizi kabul edeceğini biliriz.   

Gariptir başkalarını kabul eden ve onları oldukları gibi beğenenler, başkaların davranışlarını iyi yönde değiştirmede en başarılı olanlardır.

Başka insanların nasıl davranmaları gerektiği üzerine katı kişisel kurallar oluşturmayınız. Karşınızdakine "kendi olma hakkını" tanıyınız. Biraz tuhaf bir insansa, bırakın öyle olsun. Sizin her yaptığınızı yapmasını ve her beğendiğinizi beğenmesini beklemeyiniz. Sizin yanınızdayken rahatlamasını sağlayınız.

Bir psikologun ifade ettiği gibi, "Hiç kimse, bir diğerini yeniden biçimlendirme kudretine sahip değildir ancak, karşınızdakini olduğu gibi beğenmekle, ona kendisini değiştirme gücünü vermiş olursunuz. "

Psikanalistler insanların daha iyi olmalarına nasıl yardım ederler? Hasta kendisini olduğu gibi kabul edecek birisini bulmuştur. Yaşamında ilk kez; korkularını, utandığı şeyleri açığa çıkarır ve doktor da şaşkınlık, dehşet ve ahlaki yargılama göstermeksizin dinler. Tüm "utanç verici" özelliklerine ve kusurlarına rağmen onu kabul eden bir insanoğlu bulduğu için, kendisini kabul edilebilir görür ve yeniden daha iyi bir yaşama doğru yoluna devam eder.

Bir psikanalistin dediği gibi:"Eğer insanlar "kabul" konusunu gerçekten uygulasa, çok kısa sürede işimizden oluruz."

Herkesin açlığını duyduğu birinci sihirli şey kabuldür. Tüm dünyaya karsı duran, insanların en acımasızı dahi, kendisinin kabul görmesine gereksinim duyar, örneğin;

Mitler etrafına kendisini beğenmekte olan insanlardan ufak bir gurup toplar ve her gittiği yere onları da beraberinde götürürdü.

Gençlik çeteleri; toplumun başka kesimlerince yada ailelerince kabul görmeyen bu çocukların, çete üyelerince kabul görerek biraz kişisel önem, biraz da ait olma duygusu kazanmaları sonucu ortaya çıkmaktadır.

Çocuğunuzu olduğu gibi kabul ederseniz istediğiniz gibi olacaktır.

Hz. Peygamber' in hayatına baktığımızda çocuklara karşı tam bir "KABUL davranışı" gösterdiğini görürüz; Hz. Enes, çocukken 10 sene Hz. Peygamberin yanında bulunmuştur. Fakat Hz. Peygamber bırakın ona vurmayı, bir kere bile "of be" dememiştir. Hatta Enes, onun hoşlanmadığı davranışlar sergilediğinde "ne kötü yaptın" diye bir söz dahi söylememiştir. Hz. Enes 'in anlattığına göre, birisi "keşke şöyle yapsaydın" diyecek olsa Hz. Peygamber: "Bırakın çocuğu O Allah'ın murad ettiğinden başka bir şey yapmamıştır" demiştir.

Evet çocuğu yetiştirmede ince hüner; onu dövmeden, azarlamadan, hareketlerini sınırlamadan ve bazı hürriyetlerini almadan büyütmektir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber bura da tam bir "KABUL mesajı" sergilemektedir.

Çocuğunuz da dahil olmak üzere herkes anlaşılmayı, kabul görmeyi ve kendini önemli hissetmeyi ister.   Zig Zİ6LAR

Çocuklarınızı oldukları gibi kabul ederseniz onlar sizden su beş mesajı almış olurlar:

1-Ben varım.

2-Ben doğalım

3-Seviliyorum

4-Değerliğim.

5-Güvenebilirim.

Eğer oldukları gibi kabul etmezseniz bunların tersini algılarlar.

1-Ben yokum

2-Ben doğal değilim.

3-Sevilmiyorum.

4-Değerli değilim.

5-6üvenemem.

Çocuklarınızı oldukları gibi kabul edin. Kendileri olmalarına izin verin. Sizin kendisini beğenmeniz için kusursuz olmasında ısrarcı olmayın, inandığınız doğruları yasaması adına ona baskı ve diretme uygulamayın. Aynını yapmasını beklemeyin.

Her şeyden önemlisi kabul konusunda pazarlığa girmeyin. Asla söyle demeyin "Bunu veya sunu yaparsan veya bana uyacak biçimde bazı yönlerini değiştirirsen, sana kabul gösteririm." Bu göstermemiz gereken ilgi ve sevgiyi bazı şartlara bağlamaktır. Ailelerin  çoğu maalesef bunun çocuk üzerindeki etkisini görememekte ve "koşullu sevgi" göstermektedir.

Mesela: "Taktir alırsan benim oğlumsun."

" Ben tembel çocuk istemem."

" şımarıklık yapma yoksa annen olmam."

Ayrıca "kıyaslama" da kabul edilmemenin göstergesidir. Kıyaslanan kişi değersiz olduğunu, varlığından memnuniyet duyulmadığını ve sevilmediğini hisseder.

"Ali kadar kafan çalışmıyor." ( Çocuk söyle düşünür; Ali gibi olmadığım için beni sevmiyorlar.)

Seminerlerimde farkına varsak da varmasak da her gün 3000-3500 adet mesaj alış verisinde bulunduğumuzu ve bu mesajlarımızla ya birilerinin kalbini kazandığımızı yada kaybettiğimizi dile getiririm ve "Acaba biz çevremize, dostlarımıza, esimize, çocuklarımıza ne mesajı veriyoruz?" diye sorarım. Ve bu mesajları nasıl dile getirdiğimizi söyle anlatırım.

KABUL MESAJI;

Baba çocuğunun elinden tutmuş parkta gezdiriyor. Bu sırada çocuk ayağını bir yere çarpıyor ve ağlamaya başlıyor. Kabul davranışı gösteren Baba; Çocuğunun göz hizasına kadar eğilir ve sorar "Neresi açıyor oğlum, çok mu acıyor ?" ve çocuğun acıyan yerini öper . Çocuk artık acı falan hissetmiyordur neden? Çünkü baba Oğlum seni seviyorum, sen benim için değerlisin, ben senin acının farkındayım, ben de senin acını paylaşıyorum. Mesajı vermektedir.

REDDETME MESAJI;

Reddetme davranışı gösteren Baba; "Sus bakayım “erkek adam ağlamaz" diyor ve çocuğun kafasına vuruyor. Senin duygu ve düşüncelerin benim için önemli değil, ben senin acını duymuyorum ve acını paylaşmıyorum. Mesajı vermektedir

UMURSAMAMA MESAJI;

Umursamama davranışı gösteren baba; çocuk ağlamasına rağmen kocaman-kocaman adımlarla yürür, çevresinde gördüğü dost ve arkadaşlarıyla çocuğunun ağlamasına aldırış etmeden onlarla konuşmaya devam eder. Sanki çocuk gezdirmiyor elinde paket taşıyor gibidir. Bura da baba şu mesajı veriyor; Sen yoksun, benim için hiçbir değer taşımıyorsun. Senin varlığını bile kabul etmiyorum. Seni insan yerine koymuyorum.

İnsanı en çok deliye döndüren mesaj umursama mesajıdır. Bu mesajı bir resmi dairede bizi görmesine rağmen yüzümüze bile bakmayan bir memurdan, sırada olmamıza rağmen "biz orda yokmuşuz" gibi önümüze geçen birisinden değişik zaman ve mekanlarda almışızdır. Ve sinirlenmiş, deliye dönmüşüzdür.

Yeniden soruyorum; "Acaba biz çevremize, dostlarımıza, eşimize, çocuklarımıza ne mesajı veriyoruz?"

Verdiğimiz mesajlarımızı düzeltmeden, ilişkilerimizi düzeltmemiz mümkün değildir.

2-ONAY

Herkesin açlığını duyduğu ikinci sihirli şey onaydır. Kabul, genelde olumsuzdur. Diğer insanı hataları ve kabahatleriyle kabul edip yine arkadaşlığımızı vermedir. Ancak onay, daha olumludur. Onayladığımız kişinin hatalarına hoşgörü göstermenin ötesinde, onda sevebileceğimiz olumlu bir şeyler bulmadır.

Karşımızdakinde her zaman onaylayacağınız ve her zaman onaylamayacağınız bazı şeyler bulabilirsiniz. Bu ne aradığınıza bağlıdır.

Olumsuz kişilikler içimizdeki en kötü yanları bulup çıkarır, zira hep kusurlu yanlarımızı ararlar. Olumlu kişilikler onaylayacakları bir şey bulup çıkararak içimizdeki iyiyi ortaya koyar. Onların onayında, tıpkı gün ışığındaki gibi gevşeriz; bu duygu o denli hoştur ki, yeniden onaylanmak ve bu hissi tekrar yaşamak için başka özellikler geliştirmek üzere çalışmaya baslarız.

Bir çocuk psikologu kendisine "ıslah olması mümkün değil" diye getirilen bir çocuktan bahsediyor: 'çocuğun "denetlenemez"olduğu söyleniyordu, içine kapanıktı; ilk zamanlar konuşmadı bile. Ele gelir hiçbir "tutar yanı" yokmuş gibi görünüyordu. Çocuk oymacılık yapmaktan hoşlanıyor ve bunu iyi yapıyordu. Evde mobilyaları oymuş ve bu yüzden ceza görmüştü. Ona birkaç oyma bıçağı ile yumuşak ahşaptan oluşan bir oymacılık takımı satın aldım. Yaptıklarını inceleyerek "Biliyor musun?"dedim, "şimdiye kadar tanıdığım çocukların içinde oymacılığı en iyi yapan sensin."

Kısa sürede onaylayacak başka şeylerde keşfettim ve günün birinde, bir şey söylenmesine zaman bırakmadan kendi odasını toplayarak herkesi şaşırttı. Ona bunu neden yaptığını sorduğumda "Bunun sizin hoşunuza gideceğini düşündüm." Dedi

Çocuğunuzun onaylayacağınız bir yönünü arayın. Bu küçük şey önemsiz bir şey olabilir. Ancak çocuğunuz, bu hususu onayladığınızı bilsin; böylelikle gerçekten onaylayacağınız şeyler ortaya çıkmaya başlayacaktır. Çocuğunuz sizin gerçek onayınızın tadına vardığında, başka şeyler için de onay alabilmek için davranışlarını değiştirmeye başlayacaktır.

3-ONLARA DEĞER VERDİĞİNİZİ GÖSTERİN:

Sadece sizin için önemli olan şeyleri "fark ettiğinizi" hiç düşündünüz mü? Bu nedenle, birisi bizi "fark ederse" bize karşı büyük iltifatta bulunmuş olur. Bize önemimizi kabul ettiğini göstermektedir. Bu durum, moralimizi büyük ölçüde yükseltir. Biz de daha dost, daha uyumlu olur ve daha çok çalışırız.

"Her çocuk üzerinde görülmez bir levha taşır. Ne yazar bu levhada; "Ben önemliyim", "ben değerliğini", "beni kabul edin."

Dikkat ettiyseniz küçük çocuklar dayanılmaz bir fark edilme arzusu duyar. "Bak anne, bak!" ve "baba , gel de bana bak!" tüm ana-babalara duyduğu aşina cümlelerdir. Ancak çocuklar fark edilmeyi genellikle daha dolambaçlı yollarla ararlar. Yemek yemeyi reddetme, kafasını duvara vurma, bir şeyleri kırıp-dökme, kardeşine vurma gibi.

Eşlerin de en sık şikayet ettikleri konunu "fark edilmemektir". Pek çok koca, eşinin yeni elbisesini yada saç modelini fark etmediğinde neden kırıldığını anlayamaz. Ama bu davranışı; kadına göre kocasının onu dikkate değecek kadar önemli bulmadığı anlamını taşır. Ayrıca eve gelen misafirlerden de hep yemekler çok güzel olmuş, ellerinize sağlık sözü kadınların beklediği can alıcı iltifatlardan değil midir? Burada şu vardır ; o kadın misafirleri için inkar edilmez bir emek harcamıştır. Ve bunun fark edilmesini beklemektedir.

Evdeki münakaşa ve tatsızlıklarda en çok duyduğumuz sözlerden biri de bunun için "Sana da ne yaptıysak yaranamadık" dır.

“İnsanların değerini hissettirebileceğin fırsatları kaçırma”

J.H. BROWN

"Sadece insanlara değer verdiğinizde onlarla bağ kurup liderlik yapabilirsiniz"  Jim DORNAN

BAŞARININ ARKASINDA KABUL-ONAY VE DEĞER VERMEYİ BULURUZ.

Eğitim araştırmacısı Benjamin Bloom Chicago Üniversitesindeki bir grup araştırma asistanı ile birlikte alanlarının en iyisi, en başarılısı olan 120 süper star üzerinde beş yıl süren bir araştırma yaptılar. Bu starlar arasında olimpik yüzücüler, tenisçiler, piyanistler, heykeltıraşlar, dünya çapında tanınmış olan matematikçiler ve bilim adamları vardı

Sonuç   çok   şaşırtıcıydı.    Eğitim   araştırmacıları   bu   tip   süper starların   doğuştan   böyle   olmadıklarını   fakat   bu   yönde   eğitilip büyütüldüklerini   saptadılar.   Bu   kişilerin   yetenekleri   bir   birinden farklı  olmasına  rağmen,   yaşadıkları   çocukluk  deneyimleri   hemen hemen bir birbirinin   aynıydı.

Bu çocukların en önemli ortak özelliği dikkatli, uyanık ve çocuklarına "önem veren" anne-babalara sahip olmalarıdır. Böylelikle anne-babalar tarafından sahip olunan yetenek sinyalleri erkenden keşfedilmiş ve desteklenmişti. Örneğin; Beş yaşındaki bir kız çocuğu piyanonun tuşlarına oyun oynarcasına büyük bir heyecanla vurduğunda, Annesi;"Bu çok güzel" demiş. Bunun anlamı anne müziği seviyor ve kızının da müzikle ilgilenmesini uygun buluyor ve onaylıyor. Bir matematikçinin ebeveynleri, çocuğun matematik problemlerinin üstesinden tek başına gelmesini ödüllendirmiş.

Görüldüğü gibi anne-babalar bir faaliyeti onaylarlar ve bir başkasını ihmal ederler ve çocuklar bu tepkilere karşılık verirler.

Bu anne-babalar çocuklarının kabiliyetlerini işlemek için. çocuklarla iyi iletişim kuran, sıcakkanlı, arkadaş canlısı ve çocukları takdir etmeyi bilen öğretmenleri arayıp buldular. Bu anne babalar çocuklarının sahip oldukları yeteneklerden çok memnunlardı ve yardim etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Gördük ki cesaretleri kırıldığında anne-babaları onlara "yapamıyorsun. başaramayacaksın" yerine; "yapabileceklerine" inandırmış. Genç bir yüzücü bir üst yaş grubunda yarışmaya başladığında, kendisini katıldığı tüm yarışmaları kaybeder halde bulmuş ve bu işi bırakmayı istemiş. Ama babası ona; "Sadece bir kez kazanana kadar bu işe asıl. Kaybettiğin için sakın pes etme" demiş. Ve zamanla çocuk kazanmaya başlamış ve yeteneğini geliştirmeye devam etmiş.

Bu anne-babalar çocukları yarışmayı kazanınca onları alkışladılar, kaybedince de onları rahatlattılar. Eğer bir çocuk, en son yaptığından daha çok şey başarır ve daha gayretli davranırsa bile bu bir zaferdir. Kaybedilen bir yarış ise neyin üzerinde daha çok çalışmak gerektiğini gösteren bir uyarı noktasıdır.

Ama şu da bir gerçektir ki; bir yerden sonra her şey çocuğa bağlıdır. Bazı anne-babalar kendi çocuklarından daha yetenekli olan fakat bu derece çok ve ağır bir tempo ile çalışmak istemeyen çocuklar olduğunu hatırlarlar. Süper starlar bunun tam aksine, bir dizi seçim yaptılar. Ya okul faaliyetleri ile yaptıkları çalışmaları birlikte götüreceklerdi ya da "sağda solda sürterek vakitlerini boşa harcayacaklardı." Gençlik çağına girdiklerinde yetenekleri için haftada 25 saat harcamaya başladılar. Bu süre okul da dahil olmak üzere başka bir faaliyete harcadıkları zamanın çok üzerindeydi. Bu gözünüze   çok  gelebilir,   oysa  günümüzde   bir  çocuğun  televizyon seyrederek harcadığı süre bundan çok daha fazladır.

ÇEVRENİZDEKİLERE ONLARI KABUL ETTİĞİNİZİ;

ONAYLADIĞINIZI VE DEĞER VERDİĞİNİZİ NASIL

HİSSETTİRECEKSİNİZ ?

Hissettirme yollarının bazıları şunlardır:

l-BOL BOL GÜLÜMSEYİN =

"Güler bir yüz insanları size doğru çeker."

Gülümseme karşınızdaki insani fark ettiğinizin ve ona saygı duyduğunuzun göstergesidir. Onun için çevrenizdeki insanlara gülücük dağıtın. Tebessüm ederken endişeli ve sinirli olmak neredeyse olanaksızdır. Gülümseme rahatlatıcıdır. Gülümseme kendine güveni gösterir.

Bildiğiniz tanışılması kolay kişiler düşünürseniz, istisnasız hepsinin büyük tebessümcüler olduğunu görürsünüz. Gerçek ve candan bir tebessüm, neredeyse diğer insanlarda dostça duygulara yol açan bir "sihirli düğme" işlevi görür. Zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz Bey' in o kadar para vererek neden gülümseme dersleri aldığı daha iyi anlaşılmaktadır.

İçten gelen bir tebessüm bazı mesajlar iletir; " Senden hoşlandım-sana dostlukla yaklaşıyorum" aynı zamanda "beni beğeneceğini sanıyorum"

der.

Gülümsemenin ifade ettiği diğer önemli şey "sen gülümsenmeye

değersin" dir.

Tebessüm ettiğiniz kişi de bize tebessümle karşılık verir. Gülümser, çünkü bizim gülümsememiz onun kendisini gülümsenmeyi hak etmiş duygusu hissetmesine yol açar. Yani; kalabalığın arasında Onu seçmişizdir, ayırt etmiş ve özel davranmışızdır.

Gülümsemenin arkadaşlık getirmesi için onun yürekten gelmesi gerekir. Dudaklardan öteye geçemeyen gülümseme bir işe yaramaz. Unutmayın; karşınızdakini etkileyen, sahte gülücükler değil, onun hakkındaki gerçek duygularınızdır. "Gülümseme önce beyindedir, sonra yüzde. "  Roger Alles.

Aynada alıştırma yapın. Gerçek gülümsemeyi görür görmez tanırsınız. Aynanız gülümsemenizin gerçek mi, sahte mi olduğunu söyleyecektir. Gülümseme hareketlerini uygulamakla aynı zamanda gülümseme alışkanlığı ve daha fazla gülümseme isteği edineceksiniz, insanların kısa sürede size daha çok ısındıklarını daha dostça tavırlar sergilediklerini göreceksiniz. Hareketlerimiz duygularımızı, duygularımızın hareketlerimizi belirlediği kadar belirler. Herkes sahtesiyle gerçek bir gülümsemeyi ayırt edebilir. Gerçek bir gülümsemeyi görene dek

aynanın başında egzersiz yapmayı sürdürün. Pek çok kişi, gerçek gülümsemenin kendisine nasıl duygu yaşattığını tutmamıştır.

Birisinden bir şey isteyip gülümserseniz, o kişi onu yerine getirmek

için kendisini adeta zorunlu hissedecektir.

Diğer insanı ısındırmak için, tebessümün sihrini kullanın. Tebessümün gücünü dışarı çıkıp ölçebilirsiniz. Çıkın ve çıktığınızda onun gücünü kendi

gözlerinizle görün.

Acaba eşimize ve çocuğumuza ne kadar gerçek tebessüm gösteriyoruz. Her şeyi ihmal edebilirsiniz ama onlara karşı sıcak gülücükler göndermeyi asla ihmal etmeyin. Ne olur... deneyin, onlarla aranızda oluşacak yakınlığı hissedeceksiniz.

"Güler yüz altın anahtardır."

Thomas Babington MACAULAY.

"Bol bol gülümse. Hem maliyeti sıfırdır. Hem de bedeline paha
biçilemez.    H . Jocson BROWN.

2-   İLGİ GÖSTERİN :

"Her seviyede insanın bir ikram ve ilgi beklentisi vardır." F.Gülen.

Bir kişiye ne kadar ilgi gösterirseniz size çok şey verir. Karşınızdaki kişiye ne düşündüğünüzü hareketlerinizle göstermelisiniz, ilgi görmek herkesin hoşuna gider.

Eşiniz ve çocuğunuz sizin için herkesten ve her şeyden daha özeldir. Ama maalesef onlar zaten sürekli elimizde olan varlıklar olduğu için onları ihmal edip başkalarına özen gösteririz. Ve böylece o canımız kadar değerli varlıkları üzeriz. Onların talep ve isteklerini arka plana çok rahat atıveririz. Çocuğumuzla akşam parka gitmeye söz vermişizdir ama bir arkadaşımız aynı akşam bizi beklemektedir ne yaparız? “Çocuğumuzu başka bir akşam nasılsa götürürüz" mantığıyla onu ihmal ederiz, aynı şekilde eşimizi ihmal ederiz, sonra da onlardan ilgi ve sevgi bekleriz. İlgi ve sevgi vermeden alınamayacak   hazinelerdir.

Çocuğunuzun ve eşinizin daima hatırını sorun. Bir ihtiyacının olup olmadığını sorun, onlara daima yardıma hazır olduğunuzu gösterin. .     Onlara "özel muamele" gösterin. Dünyada bir insan için en gurur kırıcı en yıpratıcı şeylerden biri "sıradan” muamelesi görmektir. . Eşiniz ya da çocuğunuz sizi işyerinde görmeye gelince Onu Genel müdürünüz gibi ayakta, coşkuyla karşılayın "Nereden çıktılar" tavrıyla değil onlarla konuşurken tavırlarınızdan ve ses tonunuzdan sevincinizi anlamalılar. "Bizi ne kadar çok seviyor." Demeliler.

İyi bir yönetici olmak istiyorsanız; yanınızda çalışan insanların değer

verdikleri    konuları    ve    bunları    tatmin    etmeyi    bilmelisiniz.    Bunları sağlayamazsanız; o kişiyi kaybedebilir ya da işinden zevk almamasına neden olursunuz.

Mesleklerini zevklerini, meraklarını tanıyın ve kendilerine onlardan bahsedin Bu durum onların hoşuna gider. Bu ilkeyi yerine getirebilmek için ilgi alanlarınız, genişletin. Farklı mesleklerden ve çevrelerden gelen insanlarla ortak noktalar bulabilmeniz için çok çeşitli bilgi ve kültür birikimine sahip olmanız gerekir. Bunun için farklı sahalarda yazılmış kitaplar okuyun, değişik kültürleri inceleyin. Size uyan ve uymayan insanların davranışlarını yaşam tarzların, gözlemleyin. Eğer bunlar, yaparsanız- göreceksiniz, her çeşit insanla konuşabilecek çok şeyiniz olacak.

"Etkilemek istediğine insanlar, ilgiledikleri şeyleri düşünmek, her durum için kullanılabilen en mükemmel düşünce ilkesidir. "

Oavid J. SCHWARTZ

"Bir insana ilgili olduğu konu hakkında soru sorduğunuz zaman onu can evinden yakalamış olursunuz. "

Herbert N. CASSON

Acaba eşimiz veya çocuklarımızın ilgi alanlarının ne kadarın farkındayız?   Onların ilgilerini bilmelisiniz ve desteklemelisiniz. Onların kalbini kazanacak bundan daha güzel bir şey olamaz.

Çocuğu halk oyunlarında olan bir ailemiz çocuğunun çalışması için hafta sonları tatile gidemiyor. Bu durumu fark edince Ailesine takılıyorum “Bu çocuk sizin tatilinizi öldürdü” diye. Annenin cevabı gerçekten enfes; "önemli olan onun mutluluğu ve ilgilerini yerine getirebilmesi " diyor.

3- ONLARI BEKLETMEYİN;

"Bir randevuya zamanında gitmek gibi " ufak nezaketleri" hafife almayınız, bu ufak şeylere dayanarak karşımızdakinin önemini belirtmiş oluruz." F. Gülen

Bir yere zamanında gelmemeniz, sizi bekleyenleri pek önemsemediğinize bir işaret olarak algılanabilir. Nasıl ki değerli müşterilerinizi bekletmiyorsanız Onlardan daha da değerli olan eşiniz ve çocuğunuzu da bekletmeyin.

Bir randevuya zamanında gitmek gibi " ufak nezaketleri" hafife almayınız. Bu ufak şeylere dayanarak karşımızdakinin önemini belirtmiş oluruz.

Dakik insanlar ilgili ve meraklı oldukları izlenimlerini bırakırlar. Israrla geç kalanlar ise, konuşulması gereken konunun pek de önemli olmadığı izlenimini verebilirler.

Bütün bu davranışların vereceği mesaj, onları "ciddiye almayıp" "onları düşünmediğiniz" izlenimidir. Ya da onların "düşüncelerini ve sağlayacaklarını" umursamadığınızda.

4-İSİMLERİYLE HİTAP EDİN ;

" İsimleri unutmamayı öğren, bu konuda başarısızlık ilginin yeterli olmadığını gösterir.”  LYNDON JOHN.

İnsanlar adlarının hatırlanmasından yada adlarıyla hitap edilmekten "kendilerine değer verdiğinizi düşündükleri için" hoşlanırlar, ismi doğru telaffuz edin, doğru yazın. Eğer bir kişinin adını hatalı telaffuz eder veya yazarsanız, karşınızdaki kişi onun "önemsiz birisi olduğuna" inandığınızı düşünecektir.

Eşinizi ve çocuklarınızı acaba ne kadar ismiyle çağırıyoruz yada tanıştırırken isimleriyle tanıştırıyoruz?

Bir baba bana üç kızını tanıştırırken çocuklarının ismini söylemeden şu sözleri sarf etmişti; "Bu hiç yemek yemeyeni, bu sürekli ağlayanı ve bu da hiçbir zaman annesini takmayanı."

İyi tanımadığınız kişilerle konuşurken, adının önüne sürekli gerekli sıfatları koymayı unutmayın. Bu küçük sıfatlar insanın kendisini önemli hissetmesinde inanılmaz yardımcı olur. ( bay, bey efendi, bayan, küçük hanım, hanım efendi,ablacığım, v.s.)

Acaba eşimize ve çocuklarımıza; "Biricik oğlum yada canım oğlum Talha /güzel kızım Halime / Biricik eşim Ebru şeklinde hoş sıfatlar eklense daha yakınlaştırıcı ve kaynaştırıcı olmaz mı?

Rivayete göre; Kartacalı Komutan ANİBAL, ordusundaki bütün askerlerin isimlerini tek-tek bilirmiş. Eğer böyleyse askerleriyle arasındaki iletişim bağını güçlü kılmış ve dolayısıyla da onları istediği gibi yönetmiştir.

5-ONLARLA KONUSUN. ONLARI KONUŞTURUN VE DİNLEYİN :

"Herkes kendim dinleyecek adamı arar "

H .  N .  CASSON

"Meşgul dahi olsanız, çocuklarınızı "daha sonra anlatırdın" di)erek geri çevirmeyin. Zig Ziglar
" Anne-babalar', eğer çocuklarınızın problemlerini dinlemezseniz, onlar da sizin bulduğunuz çözümleri dinlemeyeceklerdir."        Zig zaglar

Başkalarının anlattıklarına ilgi göstermediğiniz her durumda, kendilerine değer vermediğiniz mesajını göndermiş olursunuz. Ama söylediklerine kulak verdiğinizde onlara saygı gösterdiğiniz, onları umursadığınız anlaşılır. Birini dinlemek ona gösterdiğiniz en üst düzeyde saygıdır. Filozof Poul Tillich' in dediği gibi; "Sevginin ilk görevi dinlemektir."

"Herhangi bir soru sorduklarında sakın onları susturmayın."       Zig Ziglar

Sabırla dinleyerek ona şöyle diyebilirsiniz. "Sen, dinlemeye değersin". Onun   kendisine duyduğu değeri arttırmış olursunuz. Zira her insan "söylemeye değer bir şeyi olduğunu" düşünmekten hoşlanır.

Çocuğu gerçek dinleme sessizlik, anlayış, empati (kendini çocuğun yerine koyarak, olaya bakabilme yeteneği) ve yorumsuz dinleyebilme yeteneği gerektirir. Çocuğu dinlemek onun isteklerini mutlaka yerine getirmek değildir. Dinlemek o sırada sorunu olduğunu anlatan kişiyi rahatlatmak, anlayabilmek demektir.

Çocuk konuşurken dinlenildiği zaman:

•     Konuşma yeteneği, kelime hazinesi gelişir, kendini rahatlıkla ifade eder.

•     Çocuk derdini ve sorununu davranışla göstermek yerine

     (saldırganlık, ağlama, huysuzluk) sözle ifade ederek rahatlar.

•     Anlaşıldığını hisseden çocuk kendini daha huzurlu ve güvenli hissettiği gibi,

      sorunlarını konuşarak halleder.

•     Çocukla anne-baba arasında bir yakınlık doğar, çocuk onlara danışır, diyalog doğar.

Söyledikleri dinlenen çocuk da, anne-babasını dinlemeye başlar.

Bu gün eşler arasındaki problemin altında yatan en önemli sebeplerden birisi de eşlerin bir birini dinlememe ve birbiriyle konuş ma maşıdır.

Dinlemek sadakat sağlar.insanları dinlemezseniz bu durumda daima istekli başka birini bulurlar.

Eşler, iş arkadaşları, çocuklar veya dostlar, ne zaman dinlenmediklerini fark etseler, kendilerini dinlemeye istekli birilerini bulma arayışına girerler. Böyle bir durumun sonuçları da bazen felaket olur. Dostluklar veya evlilikler biter, iş yerinde otorite boşluğu doğar veya ana-babanın etkisi azalır. Onları sürekli dinleyip, kendilerine söylediklerine değer verirseniz, size sadık kalacaklardır.

BİR HİKAYE

Kadın: Sevgilim, bugün tesisatçı su ısıtıcısındaki çatlağı tam zamanında tamir etmedi.

Koca: Hı-Hı..

Kadın: Böylece boru patladı ve bodrum katını su bastı.

Koca: Sessiz ol. Üçüncü atak, şimdi gol olacak.

Kadın: Bazı kablolar ıslandı ve köpeğimiz neredeyse elektrik çarpmasından ölüyordu.

Koca: Oh, olamaz ! Açıkta bir adamları var. Bas! Geç onu!

Kadın: Veteriner bir hafta içinde iyi olacağını söyledi.

Koca: Bana yiyecek bir şeyler getirir misin?

Kadın: Sonunda tesisatçı geldi ve borumuzun patlamasına sevindiğini söyledi. Böylece kazandığı parayla tatile çıkabilmiş.

Koca: Beni dinlemiyor musun? Aç olduğumu söyledim.

Kadın: Seni terk ediyorum. Tesisatçıyla yarın Acapulco'ya uçuyoruz.

Koca: Dırlanmayı kesip bana yiyecek bir şeyler getiremez misin? Tüm sorun kimsenin beni dinlememesi.

Dinlemediğimiz zaman kendimize verdiğimiz zarar, karşınızdakine verdiğiniz zarardan daha fazladır.

Seminerlerimde bu konuyu ele alırken aileleri çok güldürüyorum Onlara meseleyi şöyle anlatıyorum;

Önce slayttan bir yazı yansıtıyorum:

 ERKEK : 12 000

KADIN : 24 000 diye   

Bunun ne anlama geldiğini soruyorum. Değişik görüş ve düşünceleri aldıktan sonra bunun "günlük konuşulan kelime sayısı" olduğunu söylüyorum. Aileler yıkılıyor gülmekten ve açıklama getiriyorum . Erkeklere nazaran kadınların erkeklerden tek üstün ve güçlü kaslarının "çene kasları" olduğunu söylüyorum." itiraz edenlere "araştırabilirsiniz" diyorum.

Şimdi burada ne sorun var kadınlar daha fazla konuşsa ne olur diyen olabilir. Sorun şu; Erkek gün boyu "kelimelerini bitiriyor" ve eve geldiğinde adamcağızda "tık" yok.

Kadın eğer çalışmıyorsa ya da o gün günü falan yoksa 24 000 kelimeyle kocasını bekliyor ve soru yağmuru başlıyor. Günün nasıl geçti? İyi miydi? gibi vs... Adamcağızda "evet", "hayır" "Hı.hı..." gibi kısa baştan savıcı cevaplar verince bu defa kadın "sevilmediğini, istenmediğini" düşünmeye başlıyor hatta acaba "aldatılıyor muyum diye düşünmüştüm" seklinde bir dinleyicim açıklamada bulunmuştu.

Ve Kadınlara sonra diyorum ki "Yok böyle bir şey eşleriniz sizi seviyor, sizi istiyor tek problem kelimeleri tükenmiş durumda" bu açıklamamdan sonra erkeklerden onları kurtardığım için alkış istiyorum.

Gerçekten kadın kültürü konuşulmak ve anlaşılmak ister eğer bunu yapmazsanız onları kaybedersiniz.

6-TAKDİR ve TEŞVİK EDİN:

"İltifat bir fincan kahveye benzer. Gönül alır. "

DAVID J. SCHWARTZ

"İnsan doğasının en derin ilkesi taktir edilmeye duyulan iştahtır. "

WİLLAM JAMES

"Her insan iltifattan hoşlanır. "  LINKOLN

"Takdir edilerek ve tasdiklenerek yetiştirilmiş olan çocuklar, sürekli
eleştirilen çocuklardan daha mutlu, daha üretken ve daha itaatkar
olurlar.  Zig ZIGLAR

"Takdir etkili bir kendine güven geliştirme yöntemidir." Zig ZAGLAR

Hepimiz içten takdiri özleriz, İçten bir dille övülmekten hoşlanırız.Ama bununla pek ender karşılaşırız. Oysa övgü mucizevi bir güçtür, övgüden aldığımız sevk, aldatmaca değildir. Sadece sizin hayal ettiğiniz bir durumda değildir. Bilim tarafından henüz anlaşılamamış bir nedenle, övgü;gerçek fiziksel enerji açığa çıkarmaktadır.

New Jersey' deki Vineland Eğitim okulunda psikolog Dr. Henry H.6ODDARD "ergograf" olarak adlandırdığı bir aygıt kullanarak yorgunluk ölçerdi. Yorulmuş çocuklar bir miktar övgü ve takdire tabi tutulduklarında, ergograf enerjide ani bir sıçrama gösterdi. Çocuklar eleştirildiği ve cesaretsizliğe itildiğinde ergograf da fiziksel enerjilerinin birden bire düştüğünü haber verir. Yani bilim övgünün gücünü açıklayamasa da onu ölçebilmektedir.

İş yaşamında övgünün gücünden bahsederken Charles 6. NICHOLS, eskiden başkanı olduğu 'Ulusal Kuru Üzüm Üreticileri Birliği' tarafından yürütülen ülke çapındaki bir anketten söz etmişti. Binlerce çalışan ve iş verenden, çalışanlar için önemli olduğunu düşündükleri etmenleri önem sırasına göre sıralamaları istenmişti. Çalışanların kendi listesinde büyük ölçüde birinci sırada yer alan etmen "işin beğenilmesiydi". Patronlar aynı hususu yedinci sıraya koymuştu. Açıkça görüldüğü gibi pek azımız, bir çalışanın yaptığı işin beğenilmesinin, ona iyi yapılmış bir iş için övgü ve takdir etmenin ne derece önemli olduğunun farkındayız.

Çocuğumuzun yaptığı bir resmi onu takdir ederek ve överek hiç inceledik mi ? Ya da eşimizin tüm gününü harcayarak bizim için yaptığı keki ?

Takdir etmek o kadar etkilidir ki dünya çapında tanınmış olan Suzuki keman çalmayı öğretirken, ilk olarak 2,3 ve 4 yaşındaki çocuklara nasıl referans yapmaları ve selam vermeleri gerektiğini öğretmektedir. Suzuki, çocukların verdikleri her selamda seyircilerin onları alkışlayacaklarını bilir. Ve "takdir etmek, çocukların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayan en önemli güdeleyicidir."

İnsanlar her yerde evde, işte, okulda, fabrikada övgü ve takdir edilmeye açlık duyar. Onlara açlığını çekmekte oldukları şeyi verdiğimizde, bizim de onlardan istediklerimizi, beceri olsun, iş gücü olsun, fikirler, işbirliği, her ne olursa olsun bize vermede bize cömertçe sunmada çok daha istekli davranmalarını sağlamış oluruz.

Onları cesaretlendirin, onları motive edin eğer böyle yaparsanız;

l- Aranızda köprü kurulur.

2- Onların "kendilerine duydukları güvenleri" ve "kendilerine verdikleri değerleri" artar.

Onların beğenilecek, taktir edilecek yönlerini bulun, kendilerine bunları belli ederek iltifatta bulunun. Yaptıkları her olumlu atılımı kutlayın. Çünkü bütün insanlar övülmek, iltifat edilmek, fark edilmek, sevilmek. sayılmak ve saygınlaşmak için çalışırlar. Kendilerini iyi hisseden insanlar iyi işler yaparlar.

Bir öğrencimiz kendi test sonucu kötü olduğu için, arkadaşının test kağıdını gizlice alarak evlerine götürür. Kağıdın üzerindeki ismi güzelce siler ve yerine kendi ismini yazar. Annesine götürdüğünde annesi sevinçle karşılar ve "aferin oğluma ne güzel yanlışsız bir kağıt getirmiş" diye iltifatta bulunur. Daha sonra öğretmenle görüşülünce olay ortaya çıkar. Çocuğu bana getirdiklerinde; Neden böyle bir şey yaptığını sordum ? Bana dedi ki; "Beni övsünler, beni sevsinler" diye . İnsanlar sevilmek ve övülmek (cin her şeyi yaparlar.

Onlara herkes içinde iltifat edin ama eleştirinizi yalnız olduğunuz bir zamanda yapmayı tercih edin.

İltifat, bir fincan kahveye benzer. Gönülleri alır, içi ısıtır. İltifatın
değeri iltifatın miktarına, türüne, yerine, zamanına, üslubuna ve iltifat
edilen kişiye bağlıdır.     

İltifatınızın başarınıza katkıda bulunmasını istiyorsanız, hak eden kimseden iltifatınızı esirgemeyin.

Cesaret vermek insanların zayıflıklarını görmezlikten gelip, güçlü yanlarını ortaya çıkarmaktır. Çocuklarınıza ne kadar değerli olduklarını ve her şeyi başarabileceklerini söyleyin muhtemelen yapacaklardır

Yıllar önce insanların acıya dayanıklılığını ölçmeyi amaçlayan bir deney yapılmış;

Psikologlar bir insanın içi buz dolu bir kovaya ayaklarını çıplak olarak sokmalarını istemişler ve ne kadar dayanabildiklerini ölçmüşler.

Sadece bir faktörün bazı insanların diğerlerinden iki kat daha fazla dayanabilmelerini sağladığını görmüşler. Bu faktörün ne olduğunu biliyor musunuz.? CESARET.

Yanında kendine cesaret veren biri olan denekler, diğerlerine oranla acıya daha fazla katlanmışlar

Bir insan kendisine cesaret verildiğini hissettiğinde olanaksız şeylere bile katlanabilir ve inanılmaz güçlükleri yenebilir.

Eğer çocuklarımıza cesaret ve umut verirsek ne kadar ileriye gideceklerini kimse söyleyemez.

"İnsanlara inanırsanız olanaksızı başarırlar."

Nancy DORNAN

Çocuklarımızı yenilgiye biz mi hazırlıyoruz?

Tommy okulda bazı zorluklarla karsı karsıyadır. Sürekli sorular sorar, ama derslere yetişemez. Ne zaman bir şey denese başarısızlığa uğrar.Öğretmeni sonunda pes eder ve annesine onun öğrenemediğini ve asla bir yere varamayacağını söyler. Ama Tommy' nin oğluna inanmaktadır. Evde oğluna ders vermeye baslar ve ne zaman başarısızlığa uğrasa ona umut ve tekrar denemesi için cesaret verir. Peki Tommy ' ye ne oldu dersiniz. O bir mucit oldu. Bin kadar patentin sahibi haline geldi. Bunların arasında fonograf ve ilk akkorlu elektrik ampulü de vardır. Onun adı Thomas Edison' du.       

ÇOCUKLARIMIZA ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK YAŞATMAYALIM

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK :

 Bu kavram bize başarısızlığın kesinlikle öğrenilmiş olduğunu gösteriyor

Köpek balığı, diğer balığı yemesin diye araya cam bölme konuluyor. Köpek balığı, diğer balığı yemek için çabalayıp duruyor. 28 saat sonra köpekbalığı, aradaki cam bölme kaldırılmış olmasına rağmen, balığı yemekten vazgeçiyor. Çünkü benim bu balığı yemem mümkün değil diye düşünüyor.

Çocuklarımızda böyle olabilir. Başarısız olacaklarına gerçekten inanırlarsa, başarılarını sınırlamış olurlar. Yaptığım "başarısızlık nedeni anketlerinde" bu gördüm. Neden ve hangi derslerden başarısız olduklarını sorduğumda "başaramayacağıma inandığım dersleri çalışmak istemediğimden" cevabını aldığım öğrencileri incelediğim zaman ismini verdikleri derslerin tamamının zayıf ya da çok düşük olduğunu gördüm. "Çalışıp çalışmadıklarını" araştırdığımda; bu derslere hiç çalışma gayreti göstermediklerine şahit oldum. Çünkü zaten hepsi ismini verdikleri bu derslerden"Başarılı olamayacakları düşüncesi" içersine girmiş durum dalardı. Bunu düşünün. Çocuklarımız güçlerini hapsediyorlar fakat bunun farkında değiller.

BİR HİKAYE

Bu,   bir kartal   yumurtası bulup onu kır tavuklarının yuvasına koyan genç bir Amerikan kızıl derilisinin   hikayesi.

Kartal yumurtadan çıkar civcivlere katılır.  Tabii muhteşem renkleri, iri ve güçlü kanatlarıyla diğerlerinden farklıdır, ama diğer tavuklardan biri olduğuna inanarak büyür. Pislikleri eşeler, tohumları gagalar, gıdaklar, birkaç santim zıplayıp yeni bir şey gagalamak için kanatlarını döver . Çünkü tavuklar böyle yapıyordur.

Bir gün gökyüzüne bakar ve inanılmaz bir yetenekle yelken uçuşu yapan muhteşem bir kuş görür. "Ne güzel bir kuş l Nedir bu? " diye sorar.

"O bir kartal,  " cevabını verir tavuklardan biri,  "bütün kuşların reisi. Ama aklına getirmeye bile kalkma, asla onun gibi uçamazsın."

Sonunda kartal bir kır tavuğu olduğunu düşünerek öldü

Bundan sonra her gün bir insana sahici, candan bir övgüde bulunun. Bunu eşiniz, çocuğunuz, amiriniz, müşteriniz veya elamanınız üzerinde deneyin ve karşınızdakinin derhal "canlandığını" gözlemleyin. Aynı kişinin daha dostça ve daha iş birliğine yatkın bir hale geldiğini göreceksiniz.

Amerikan Endüstrisi samimi övgünün ve gerçek takdirin sadece çalışanların kendilerini daha iyi hissetmelerini değil, bunun yanı sıra daha çok iş ortaya koymalarını sağladığını kanıtlamıştır.

"Teşekkür ederim" demenin altı kuralı.

"Teşekkür ederim" sözü, doğru kullanılırsa, insan ilişkilerinde sihirli kelimeler olabilir. Aşağıdaki altı kuralı ezberleyin. Bunlar denenmiş ve kanıtlanmıştır.

1- Teşekkür içten olmalıdır.

Demek istediğiniz şekilde ifade edin. Söylerken duygu ve canlılık katın. Rutin değil, "özel" bir söz gibi gelsin kulağa.

2-Mırıldanarak değil, açıkça söyleyin.

Tam olarak ağzınızdan çıkmalı. Karşınızdakinin ona teşekkür etmek istediğinizi bilmesinden utanç duyuyormuş gibi davranmayın. İnsanlara isimleriyle teşekkür edin.

Teşekkür ettiğiniz kişinin ismini kullanarak kişiselleştirin. Bir gurupta teşekkür edilecek birkaç kişi varsa, sadece "herkese teşekkürler" demeyin, onların isimlerini telaffuz edin.

4- Teşekkür etmekte olduğunuz kişiye doğru bakın.

Bir insan teşekkür edilmeye değerse, bakılmaya ve fark edilmeye de değerdir.

5-İnsanlara teşekkür etme Özerine çalışın.

Bilinçli: olarak ve kasten insanlara teşekkür edebileceğiniz şeyler arayın.          Bunun aklınıza gelmesini beklemeyin. Bir alışkanlık haline gelinceye kadar yapın.

6-İnsanlara en beklemedikleri anlarda teşekkür edin.

"Teşekkür   ederim"   sözü,   karşınızdakinin   en   beklemediği   veya muhakkak hak ettiğini düşünemediği bir anda daha etkili olur.

Takdir ederken;

l- Takdiri hemen yapın.

2-Kesin bir dille takdir edin.

3-Neyi, niçin, hangi yönden beğendiğinizi anlatın.

En iyi sonuç, karşınızdaki hangi hususta övgü aldığını tam olarak bilirse alınır.

4-Kişiden daha çok davranışı övün, ne veya kim olduğu için değil.

Davranışı övmek, onu yapan kişinin daha çok gayret göstermesiyle sonuçlanır.

Unutmayın, övgü, neye hedeflenmekteyse onu çoğaltma ve arttırma eğilimindedir. Birisini işle ilgili olarak överseniz, daha çok iş yapacaktır. Davranışı konusunda överseniz, davranışı daha iyi olacaktır. Ancak yalnızca kişi olarak överseniz, sadece egoizmini ve kendini beğenmişliğini arttırırsınız.

Doğru: (çocuğunuza) Son zamanlardaki çalışma tempon gerçekten kusursuz.

Yanlış: (çocuğunuza) Sen iyi bir çocuksun.  Sen müthiş bir çocuksun.

5-İltifat ederken olabildiğince samimi olmaya çalışın - görünmeye değil. Yaltaklanma kolay anlaşılır ve size de karşınızdakine de bir fayda sağlamaz. Büyük bir şey seçip içten olmamaktansa, küçük bir şey seçerek birine övgüde bulunmak ve bunu içten yapmak çok daha iyidir.

8-KIRICI SÖZ VE DAVRANIŞLARDAN KAÇININ. YIKICI TENKITDE BULUNMAYIN.

"Kıyamet günü, Allah indinde makamca insanların en kötüsü; dil ve

davranışlarının kabalığından kaçınarak insanların kendisini terlettiği

kimsedir."    H.z. MUHAMMED.

"Kendisi ateşe haram edilen ve kendisine de ateşin haram kılındığı kimseyi size haber vereyim mi? Ateş, halka her yakın olana, yumuşak huylu ve insanlara kolaylık gösterene haram kılınmıştır. H.z. MUHAMMED.

"Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise hayrın tamamından
mahrumdur." H.z. MUHAMMED

" Yumuşaklık ve tatlılık bir şeye girdi mi onu mutlaka tezyin eder, bir şeyden
çıkarıldı mı onu mutlaka kusurlu kılar."         H.z. MUHAMMED

"Yumuşak konuş ki, kalplerin kapılan açılsın."    F.6ulen.

 "Gönüllerin anahtarı yumuşak huy ve yumuşak kelimelerdir."  F.Gülen

"Sen kaba, hiddetli ve şiddetli olursan işin yürümez. İnsanlara yumuşaklıkla muamele et, yoksa onları kirpi gibi dikenli bulursun. "

MEVLANA

"Tamimiyle doğru olsa da set söz insanı yaralar. " SOPHOKLES

"Büyük adam, küçüklere karşı davranışıyla büyüklüğünü gösterir. " CARLYLE

Tenkidin amacı bir hatanın-eksikliğin karşımızdaki kişiye kabul ettirilmesidir.

Tenkit etmeyin. Çünkü tenkit; insanı savunma vaziyeti almaya kendini haklı göstermek için uğraşmaya sevk ettiğinden, zararlıdır. Hatta tehlikelidir. Çünkü insanın hayatta en çok kıymet verdiği izzet-i nefsine(onuruna) dokunur, hiddetini körükler.

Eşiniz yada çocuğunuz, her kim olursa olsun hata yaptıklarında, hatasını yüzüne çarpmayın. Onu toplum içinde kesinlikle mahcup etmeyin. Hatalarını düzelteyim derken bir hata da siz yapmış olursunuz. Onu sindirerek, cevap hakkı tanımayarak, suçlu olduğu duygusunu aşılayarak, üzerine yürüyerek uslandırmaya çalışmayın. Haklı olduğunuz zaman insanlara bu haklılığınızı incelik ve nezaketle kabul ettirin, yanıldığınız zaman ise yanlışınızı hemen kabul edin.

"Çocuğunuza bir şeyler öğretirken sevgi dolu ve kibarca davranmalı,
ayrıca onun öğrenmeye istekli olduğu zamanlarda bunu
gerçekleştirmelisiniz."   

Zig Ziglar

Hiddetlendiğiniz zaman, sizi hiddetlendirene ağır konuşmakla içinizi döküp rahatlamış olursunuz. Fakat karşınızdakinin ne hale geldiğini bir düşünür müsünüz?

"Yumruklarınızı sıkarak bana geldiğiniz takdirde, benim yumruklarımı

iki misli sıkacağıma inanabilirsiniz. Fakat bana gelir de: 'Gelin şu

meseleyi birlikte konuşalım, anlaşmazlığın sebebini anlayalım" derseniz.

Çok geçmeden aramızda ciddi bir ayrılık bulunmadığını hatta anlaştığımız

noktaların, ayrıldığımız noktalardan çok daha fazla olduğu belirir ve

birlikte hareket etmemize hiçbir mani bulunmadığı derhal anlaşılır." WILSON

Eğer tenkit edilecekse ;

1-Onların hatalarını tenkit etmeden önce kendi hatalarınızdan söz edin, her insanin hata yapabileceğinden bahsedin. Böylece onun kendi hatalarını kabul etmesini sağlamış olursunuz.

2-Toplum içinde hiçbir zaman kimseyi tenkit etmeyin Bu tarz konuşmaları baş başa yapın.

'Herkesin önünde öv. Tenkitlerini bir kenara çekerek söyle."  H. Jackson BROWN

3-Şikayet ve tenkidi doğrudan ilgili şahsa yapınız, aracı kullanmayınız.

4-Tenkit ve şikayetin sebepleri açıkça anlatılmalıdır. Hem gerekçe hem de niyet ortaya konulmalıdır. Amaç da belirtilmelidir.

5-Tenkitte kıyaslama yapmak en büyük hatadır, "sen böyle yaptın., yanlıştı. Halbuki Erol hiç böyle yapmıyor....""çıkışı hem gereksiz, hem tahrip edicidir. Kişi yok edilmek istendiğini, varlığından hiç memnuniyet duyulmadığını, olumlu yönlerini göz ardı edildiğini düşünür.

6-Biriktirerek yapılacak tenkit görüntünün net olmasını engeller. Savunma isteğini arttırır. Konunun kabul edilme ihtimalini azaltır. Her tenkitin tek konusunun bulunması doğru olur. Yapılan yanlışları biriktirerek önüne "sen şu zaman şunu, bu zaman bunu yapmıştın" tarzı yaklaşımlarla hiçbir şeyi çözemezsiniz.

7-Tenkit zaman geçirilmeden yapılmalı.

Onları kötüleyeceğimize onları anlamaya çalışalım. Onların yaptıkları işleri niçin yaptıklarını gözlemleyelim ve inceleyelim. Böyle bir davranış eleştiriden daha çok değerli ve verimlidir. "Her şeyi bilmek, her şeyi bağışlamaktır."

Doktor Johnson un dediği gibi : "Tanrı bile insanların yaşamı son bulmadan, insanları yargılamıyor." Öyleyse bu iş bize düşmez.

9-MUTLULUK VE ÜZÜNTÜLERİNİ PAYLAŞIN.

Nişan evlenme, doğum gibi mutlu günlerde çiçek ya da tebrik kart. göndermeyi ve tebrik ederek mutluluklarına katılmayı, hastalık - kaza gibi durumlarda "geçmiş olsun" dileklerini sunmayı, ölüm hallerinde de yakınlarına taziyede bulunmayı. hiçbir zaman ihmal etmeyin. Dini ve milli bayramlarda tebrikleşmeyi unutmayın.

Manisa da birlikte görev yaptığımız müzik öğretmeni arkadaşımızın Bursa da yapılan düğününe gitmiştik. Düğün sonrası, bir gün "Sizin düğünüme gelmeniz beni çok etkiledi. Gelen olmaz diye düşünüyordum. Benim için sizin apayrı bir yeriniz var" demişti.

“Bir kişinin başarısı karşısında onu kutlama ve üzüntülü durumlarında taziyelerini bildirme fırsatlarını hiçbir zaman kaçırma."

LYNDON JOHNSON

10-HEDİYE ALIN :

Hediye vermek : karşıdaki kişiyi önemsediğinizi, ona değer verdiğinizi gösterir. Kalpleri birbirine yakınlaştırır. Onun için eşinize, anne - babanıza, çocuklarınıza, dostlarınıza hediye almayı ihmal etmeyin. "Küçük hediyeler dostluk, büyük hediyeler sevgi meydana getirir."   
 
LICHTERBER

"Hediyeleşin. çünkü hediye sevgiyi arttırır, kalpteki kötü hisleri giderir."

H.z MUHAMMED (s.a.v.)

11-ONU ARAYIN  ZİYARET EDİN

 "Ziyaretleşin, çünkü ziyaret sevgiyi perçinler."  Hz MUHAMMED (S.A.V.)

Çocuğunuzun okuluna gitmeniz onu okul ortamında ziyaret etmeniz, onun için çok önemlidir. Arkadaşlarına "Benim babam geldi" diye sevinecek onlara sizi gösterecektir. Maalesef anne-babalar bunu hep ihmal ederler. Bu konuyla ilgili olarak çok ilginç bir anım var bunu sizlerle paylaşmak istiyorum,

Yatılı bir okulda Pansiyon müdürlüğü yaptığım bir dönemde öğrencilerimizden birisi bizi çok üzmekteydi. Ne yapsak da bir türlü bu öğrencimizi bir düzen içine sokamıyorduk. Ve bu yüzden sık sık ailesini arayıp yanımıza gelmesini ve sorunları çözmemizde bize yardımcı olmalarını istiyorduk. Aile geliyor, çocukla konuşuyor, çocuktan bazı sözler alıp gidiyordu. Beni çok bunalttığı bir dönemde ona dedim ki; "Senin derdin ne? Niye bizi bu kadar üzüyorsun."

Verdiği cevap çok şaşırtıcıydı; "Hocam! Benim sorun çıkarmadığım dönemlerde siz hiç Babamın buraya gelip gittiğini gördünüz mü?" Şaşırmıştım ve gerçekten daha önce o velimiz hiç gelip gitmezdi Ona;"Hayır, gerçekten görmedim" dedim. Bana gülümseyerek söyle dedi; "Ama şimdi nasıl geliyor!...."

12- ONLARIN YARDIM ETMELERİNE OLANAK SAĞLAYIN:

Alış verişten döndüğünüz zaman, çocuğunuzun alınanları "yerleştirmeye", "hazırlamaya" ve "pişirmeye" yardım etmesini sağlayın. Bundan sonra yemeyin "servis yapılması" ."masanın toplanması" gibi konularda da yardımını isteyin. Bu durum sizin kaynaştırır. Çocuğunuzun "aileme katkı sağlıyorum" düşüncesiyle aile bilinci kazanmasını sağlar. Daha da önemlisi çocuğumuz bu durumla birlikte "kendine güven" kazanır.

Dört yaşındaki oğlum Talha hiç aksatmadan balkona gelen gazeteyi bana getirir. Bu onun görevidir ve bunu büyük bir zevkle yapar. Ben "oğlum gazetemi getirdi bak annesi" der. Onu yüreklendiririm.

13-ŞAKA YAPMAYIN (TAKILMACILIĞI BIRAKIN)

"Kardeşini alaya alma onunla şakalaşma" H.z MUHAMMED (S.A.V.)

Takılmak ve şaka yapmak, karşınızdakinin "kendi gözündeki değerini" hedeflemektedir. Kişilerin kendi gözündeki değerini tehdit eden şeyler zevkli olduğu zaman bile tehlikelidir. Alaycılığın bünyesinde her zaman acımasız bir yan bulunur ve diğer insana kendisini "küçülmüş" ve "aşağılanmış" hissettirir.  Pek çoğumuz diğer insanların bundan hoşlanacağını düşünerek onlara takılırız. Karşımızdakinin zekamızı fark etmesini, alaycılıktaki mizahı görmesini ve söyleneni üzerine almamasını umarak iğneleyici sözler söyleriz.

Kamuoyu araştırmaları göstermiştir ki, insanlar yakın arkadaşları tarafından bile yapılsa şakalara maruz kalmaktan hoşlanmamaktadır. Yine de arkadaşlarınızın şakadan hoşlanmadığınızı bilmelerini istemeyiz; oyun bozan olduğumuzu düşünmelerinden endişe ederiz. Bu nedenle en iyi arkadaşlarınız dahi şakadan hiç hoşlanmadığını söyleyemeyecektir.

7-8 yaşından önce, çocuk şakayı saldırgan bir tarzda yaşar. Onun kötülüğünü istediğinizi düşünür. Sadece düşmanlık , kin ve aşağılanmışlık hisseder. Çocuğunuzu şakalarınızın boy hedefi olarak kullanmayın. Onun güvenini kaybedebilirsiniz.

Kesinlikle çocuğumuzun her hangi bir eksikliğiyle, ya da beceriksizliğiyle dalga geçmeyelim ve de geçtirmeyelim. Hele başkalarının önünde asla. inanın gelecek adına ona çok büyük kötülük yapmış oluruz. Bu sayede içine kapanık, size içten içe diş bileyen ve sizden uzaklaşmış çocuklar oluşturursunuz.

Lise dönemime kadar kekemeydim. Ve derste ne zaman ağzıma açacak olsam çocuklar benimle dalga geçerdi. Bir gün öğretmenim benim çok üzüldüğümü fark etti ve arkadaşlarıma kızdı. Ve bana dedi ki; "Canten sen zeki bir çocuksun onların dalga geçmelerine aldırma ve kendi zorla." Etkilenmemek mümkün değildi. Ama kendime güvenle birlikte kekemeliğin azaldığını fark ettim. Ne zaman kendi kekemeliğimle dalga geçmeye başladım ve kendimi olduğu gibi kabul ettim o zaman kekemelik ortadan kalktı. Şu anda yüzlerce kişiye seminerler veriyorum. Bu olayı anlattığım zaman dinleyicilerimi hayrete düşüyorum. Ama her çocuk alay edilme ve aşağılanma baskısına aşmayabilir onun için bu konuda duyarlı olmalıyız.

Sınıf için de yada toplum içinde arkadaşıyla dalga geçen herkes arkadaşının gelişmesini engellemekte ve ona yapabileceği en büyük ihaneti yapmaktadır. Ama hiç biri bunun farkında değildir.

3-    İLGİ VE SEVGİ GÖSTERİN

"Sevgi gelince tüm eksiklikler biter."

Yunus Emre

   "Sevgi hiçbir zaman başarısızlığa uğramaz.”

Zig Zigla.

Çocuk eğitiminde en önemli koşul sevgidir. Her zaman her koşulda sevildiğini bilen   çocuğun duygusal gelişimi dengeli olur.

Anne-babalar, çocuk için en önemli besinin "sevgi" ve "sevecenlik" olduğunu bilerek, çocuklarına yeterince ilgi ve sevgi göstermelidirler. Bu konuda özellikle aşırıya kaçmamaya dikkat edilmelidir.

Bir kişi susadığı zaman, ona sunulan su değerlidir. Çocuk için de O istediği zaman verdiğiniz sevgi daha değerlidir. Zamanınız ne kadar az, işiniz ne derece önemli ve yoğun olursa olsun, çocuk sevgi istediğinde ona yaklaşılmalı ve gösterdiğin sevgi için.     

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
     

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]