İslam’ın İsimsiz Kahramanları: Müslüman Tüccarlar
Allah Resulü (sav), peygamberliğinin öncesinde "dürüst, emin ve başarılı bir tüccarlık" yapmış, bu tutum ve davranışı onu toplum nazarında örnek emin bir şahsiyet haline getirmişti. Peygamberlik geldikten sonra, Medine’de kurmuş olduğu pazar; İslam iktisadının temellerinin oluşmasını sağlamış, ayrıca Medine pazarı peygamberin ashabı ve sahabesi için iktisadi bir okula dönüşmüş ilaveten onların gelişimine katkıda bulunmuştu. Tüccar sahabeler de, Hz. Peygamberi örnek alarak her biri güvenilir şahsiyetler olmuş, onun izinde yürümekteydiler. Geçmişteki tecrübeleri ve Medine pazarından edindikleri bilgileri ve ticari ahlakları ile, sahabeler kervanlarla iş seyahatlerine devam etmiş, gittikleri farklı coğrafyalarda hem ticaretlerini yapmışlar ve hem de dürüst, güvenilir tüccarlıkları ile önce hâl sonrada kâl ile İslam'ı temsil etmişlerdir.
Bu ilk dönem ticari seferlerde kazanımları iki yönlü olmuş: güvenilir tüccarlıklarından dolayı kendilerinin tercih edilmesi ve İslam’ı tebliğ etmelerinden dolayı insanların Allah’ın dini ile tanışmasına vesile olmaları. Bunlar, müslamanlar için çok büyük bir kazanım olmuştu. Arap yarımadasında İslam’ın yayılması sonrasında, Müslümanların sayılarının artması ile Müslüman tüccarlar birçok uzak bölgelere açılmaya başladılar. Özellikle İpek Yolu'na bağlı birkaç koldan Bizans içlerine, Orta Asya’ya, İran’a Hindistan’a ve Çin’e kadar gittiler. Ayrıca Afrika’nın kuzeyi ile doğusunda bulunan Etiyopya’ya, Sudan’a ve Mısır’a bu seferler sürekli devam etti. Dünya tarihine yön veren ticaret yollarından olan tarihi "İpek Yolu ve Baharat Yolu” M.Ö. binlerce yıl ötesinde var olan ve medeniyetlerin etkileşimine, gelişimine vesile olan ticaret yollarının içindeki en önemlileriydi. Özellikle geçmişte ilahi dinler ve semavi olmayan birçok din de bu hat üzerinde dünyaya yayılmıştı.
Müslümanlar, İpek Yolu'nun ve Baharat yolunun geçtiği güzergâhlarda fetihler ile birlikte birçok devletler kurmuştular. Bunlar; Emeviler, Abbasiler, Beniahmer Devleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti, Eyyübiler devleti, Memlüklüler Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Kurulan bu devletler iktisadi kalkınmalarını yine İpek Yolu ve Baharat Yolu'ndaki ticarete bağlamış, devletler bu hususta Müslüman tüccarlara imkânlar doğrultusunda destek olmaya çalışmışlardı. Ayrıca, İslam devletleri yöneticileri, tüccarların iktisadi yönlerinin dışında manevi olarak yapmış oldukları irşat faaliyetlerinin de farkındalardı. Ve bu hususta zaman zaman; ilim, irfan sahibi zatların da, ticari seferlerinde kendilerine eşlik etmesini sağlıyorlardı.
Avrupa’nın ihtiyacı olan değerli mallar, Uzak Doğu’dan Avrupa’ya, bu iki önemli yolda taşınıyordu. Müslüman tüccarların bu yolları izleyerek Hindistan ve Çin’den getirdiği mallar, Akdeniz ve Karadeniz limanlarında Venedikli ve Cenevizli tüccarlar tarafından, deniz yoluyla Avrupa’ya ulaştırılıyordu.
Arap yarımadasından İpek Yolu'na çıkan büyük ticari kervanlar ve tüccarlar olduğu gibi, o dönem Araplar denizcilikte de bir hayli ilerlemiş ve Baharat Yolunda da gemileri ile çok aktiftiler. Müslüman tüccarlar İpek Yolu'ile Baharat Yolu'nda yapılan ticaretin birçok yerde birleşmesini, kesişmesini sağlıyorlardı. Uzak Doğu, Asya ve Afrika’da çeşitli büyük limanları birbirine bağlayarak İpek Yolu'nun ve Baharat Yolu'nun doğu, batı ticaretinin kontrolünü ellerinde tutuyorlardı.
Emevi ve Abbasi devletleri döneminde başlayıp, sonrasında hız kazanan bu ticari seferler ve etkileşimler; İslam’ın Afrika’ya, Hint Yarımadası'na, Orta Asya'ya, Çin’e ve daha uzak güneydoğu adaları olan Endonezya’ya, Malezya’ya ve Filipinlerin önemli kıyı kentlerinde yaşayan insanlara ulaşmasına vesile olmuştu. Abbasilerden sonra kurulan birçok İslam devleti de bu ticari faaliyetleri ve kervanları desteklemiş, özellikle bu konuda ticareti kolaylaştırıcı yatırımlar ve yasalar ile Anadolu Selçuklu devleti öncü olmuştu.
İstanbul’un fethinin ardından, Doğu Avrupa ticaretinin tüm yolları denizden ve karadan Müslümanların kontrolüne geçmişti. Anadolu; Asya, Afrika ve Avrupa arasında ticaretin önemli bir transit geçişi yoluna dönüşmüş ve Müslümanlara avantajlar sağlamıştı.
Müslüman tüccarların, seferlere gittikleri bölgelerdeki tüccarlar ile olan münasebetleri, hal ve hareketleri, devletleri idare eden yöneticilerin ve halkın dikkatini çekmeye başlamış, Müslümanların ticari ahlaklarından çok etkilenmişlerdi. Nihayetinde ticaret ile temasa geçtikleri insanların Müslüman olmalarına vesile olmuşlar ve bu durum onlar için çift yönlü ve bereketli bir kazanım olmuştu. 7. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar olan süre zarfında, Müslüman tüccarlar İpek Yolu ve Baharat Yolu üzerinde çok etkin ve büyük hacimli ticaretler yapmış, aynı zamanda Hz. Peygamberin (sav) ahlakı ile ahlaklanan Müslüman kimlikleri ile; dürüstlüğün, ahlakın timsali olmuştular.
14. yüzyılın sonlarına doğru birçok Avrupalı sömürge devletleri, güçlü ve büyük gemiler yapması sonucunda, deniz yolları üzerindeki hâkimiyetlerini artırmıştılar. Bunu fırsata çevirerek, doğrudan Uzak Doğu, Hint Yarımadası ve Çin’e ulaşmak için, Afrika'yı dolaşarak Hindistan'a kadar denizden ulaşmayı da başarmıştılar. Avrupalılar artık Müslüman tüccarlardan ve aracılardan mal alımını bırakmış, doğrudan satıcıların ülkelerine gitmiş ve üreticiler ile temasa geçmiştiler. Bu durum Müslüman tüccarların ticaret yollarındaki etkilerini düşürmüş, ticaretlerini sekteye uğratmıştı.
Batılı sömürgeci tüccarlar; Afrika, Hint Yarımadası ve Uzak Doğu'daki birçok ada devletlerine, hatta Çin’e, doğrudan ticaret yapmaya başladıkları ilk zamanlar, bölge halkı onları memnuniyetle ve teveccühle karşılamışlardı. Avrupalı tüccarların da Müslüman tüccarlar gibi olacağını düşünerek, her türlü imkânları sağlamışlardı. Fakat bu hiç te öyle olmamış, ticaret için geldiklerini sandıkları adamlar, bir süre sonra topraklarını ve devletlerini gasp edip, onları köleleştirmeye başlamışlardı. Zaman ilerledikçe İpek Yolu ve Baharat Yolu güzergâhında bulunan herkes Müslüman tüccarları aramaya başlamış, fakat bir kez iş işten geçmişti. Artık geri dönüş imkânı yoktu. Yaklaşık 800 -900 yıl boyunca Müslüman tüccarlar hak ve adalet üzere, her iki ticaret yolunda mallar almış, mallar satmış, yapılan bu ticaretlerden herkesim hoşnut kalmıştı. Müslümanlar tarihte hiç bir zaman sömürgeci olmamış, bilakis "yaşatarak yaşamış", gittikleri yerlere huzur, barış, mutluluk, adalet ve bereket götürmüşlerdir. Bunun bir sonucu olarak ta birçok milletler İslam’ı seçmiş ve Müslüman olmuşturlar. İslam coğrafyasının büyük bir kısmı, Müslüman tüccarların ve dervişlerin gönülleri fetihleri ile oluşmuştur ve bu da bizim medeniyetimizin en önemli delilidir.
İslam’ın yayılması için mücadele etmiş, bu uğurda malı ve canı ile cihat etmiş Müslüman tüccarların isimleri, tarihi kaynaklarda bir elin parmaklarını dahi geçmez. Onlar; İslam’ın isimsiz kahramanlarıydı esasında. Bu durum onlar için çok ta önemli değildi. Zira onlar insanlığın tarihi kayıtları yerine, Allah’ın kayıtlarına girmeyi arzulayan ve ahiretleri için canla başla çalışan müstesna bir topluluktu. Bu dava uğrundaki hizmetleri; ahlakları, merhametleri ve dürüstlükleri, gayrimüslim coğrafyalardaki insanlara örnek olmaları ve onların İslam ile tanışmasını sağlamaları, kendileri için en büyük mükâfattı. Zaten bir Müslüman için bundan daha büyük bir ödül olamaz!
Günümüzün "Müslüman iş dünyası’nın; geçmişteki "Müslüman tüccarlar"ın hayatlarını örnek alıp, hem dünyalarını hem de ahiretlerini mamur etmesi ve onların hayatlarından dersler çıkarması temennisi ile.
Ebû Saîd el-Hudrî’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber
(s.a) şöyle buyurdu: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir,