Müminler İçin Paranın Anlamı
İlk çağlarda fert, aile ve toplumlar; ihtiyaçlarını tarım, hayvancılık, avcılık ve benzeri faaliyetlerle bizzat kendileri karşılıyorlar, kapalı bir üretim ve tüketim ekonomisi yaşıyorlardı. İhtiyaçlar arttıkça, şehirleşme ve sanayileşme geliştikçe insanlar her ihtiyacını kendileri karşılayamaz oldular. Bunun sonucu olarak üretilen malların değişimi gündeme geldi ve ürün mübadelesi "takas/trampa" yöntemi ile yapılmaya başlandı. Takas yöntemi ile mal değişiminde birtakım zorluklar yaşanıyor, iki malın ve ürününün denkleştirilmesi kolay olmuyordu. İnsan oğlu bu zorluğu gidermek için hayvan derisi, tuz, buğday, inci, maden ve benzeri üçüncü bir malı değişim / ödeme vasıtası olarak kullanmaya başladı (aynî para). Bu yöntem de işlevsel olmadı ve birtakım sıkıntılar ortaya çıktı. İhtiyaçlar ve zorluklar, insanları yeni yöntemler aramaya yöneltti, sonuçta ürün ve malların bedelini; iş gücü, sanat ve benzeri emeğin karşılığını ödemede, tasarruf aracı ve değer ölçüsü olmada işlev görecek "para" basımı gerçekleştirildi.
Para
Parça, kıt’a, cüz anlamına gelen ve Farsça kökenli bir sözcük olan "para (pâre)"; çok eski çağlardan günümüze kadar ödeme aracı olarak kullanılagelmiş; altın, gümüş, bakır, nikel, tunç, kalay ve çeşitli maden ve alaşımlardan yapılmıştır (mal para). Günümüzde ise para çeşitli maden ve kıymetli kağıtlardan üretilmektedir (temsilî para).
Peygamberimiz ‘in zamanında "dinar" denilen altın ve "dirhem" denilen gümüş para kullanılıyordu, alış veriş bu paralar ile yapılıyor, zekât bu paralar ile veriliyordu. Latince "denarrus" kelimesinden Arapça’ya girmiş olan "dinar", bir miskâl (4.5479 gr.) ağırlığında olduğu için "miskâl" diye de anılıyordu. Dinar, Bizans para birimi idi. Yunanca "drahmi" kelimesinden Farsça’ya, buradan da Arapça’ya giren "dirhem" (2.97 gr.) ise Sâsânî para birimi idi. On dirhem yedi miskâl değerinde idi. Her iki para birimi, cahiliyye döneminde de kullanılıyordu.
İlk İslâm parası (sikke/nakid); Abdülmelik bin Mervan zamanında 75/695 tarihinde basıldı. Bu paranın bir tarafında kelime-i şahâdet, diğer tarafında ihlâs suresi yazılı idi. (Miras, Kâmil, Tecrîd, V, 36-55, DİB Yayınları, Ankara, 1993)
Osmanlılar döneminde altından (sultani), gümüşten (akçe, kuruş) ve bakırdan (mangır, pul) paralar bastırıldı. Her padişah tahta çıkınca ilk iş olarak, kendi adına hutbe okutur ve para bastırıp eski paraları tedavülden kaldırırdı, (bk. DİA, II, 226; XII, 309-310).
Taşınabilirlik, dayanıklılık, bölünebilirlik ve değer ölçüsü olarak kabullenilmesi gibi kolaylıklarının yanında paranın; bozulma, yırtılma, çalınma, sahtesinin üretilmesi ve değerinin düşmesi gibi birtakım mahzurları da vardır.
Çek, senet, kredi kartı gibi birtakım mübadele araçları geliştirilmiş ise de para, bütün dünyada konumunu korumaktadır. Eskiden madenî paralar kendi değerini taşırken çağımızda artık paralar, ülkelerin ekonomik güçlerine göre itibarî değer taşımaktadır. Paranın gücü, ülkelerin itibarı hâline gelmiştir.
Paranın önemi ve değeri
"Para", günümüzde serveti, zenginliği ve refahı temsil etmektedir. Çok parası olanın, çok imkânı ve çok serveti var demektir. Bu açıdan bakıldığında para, mümin için ne anlam ifade etmektedir? Para her türlü nimeti ve serveti temsil ettiğine göre müminin herkesten çok bu nimet ve servete sahip olma hakkı vardır. Çünkü yüce Allah, kâinattaki bütün nimetleri müminler için var etmiştir: "(Ey Peygamberim!) De ki: Allah’ın kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kıldı? De ki: Bunlar, dünya hayatında müminler içindir, kıyamet gününde ise sadece müminlere mahsustur..."
(Araf, 32) Ayette açıkça dünyadaki bütün ziynetlerin ve nimetlerin müminler için var edildiği, ahiret nimetlerinin ise sadece müminlere ait olduğu bildirilmektedir. Bunun anlamı şudur: Dünya nimetlerini yüce Allah, mümin kulları için var etmiştir, ancak bu nimetlerden mümin olmayanlar da istifade ederler. Allah herkese çalıştığının karşılığını verir. (Necm, 39) Dolayısıyla dünya nimetlerinden yararlanabilmek için çalışmak ve üretmek gerekir. Ancak mümin, ahirete iman etmeyenler gibi sadece dünya nimetlerine değil, hem dünya hem de ahiret nimetlerine talip olur, her ikisi için de çalışır. Çünkü ahireti unutup dünya nimetlerine talip olan ve bu uğurda çalışan kimse, ahiret nimetlerinden mahrum kalır.
Yüce Allah, bu kimseleri kınamakta, müminlerin böyle olmamalarını istemektedir: "...İnsanlardan, ’Ey Rabbimiz!
Bize vereceğini bu dünyada ver’ diyenler vardır. Bunların ahirette nasipleri yoktur. İnsanlardan ’Ey Rabbimiz! Bize dünyada da nimet, güzellik ve iyilik ver; ahirette de nimet, güzellik ve iyilik ver ve bizi ateş azabından koru’, diyenler de vardır. işte onlara kazandıklarından bir nasip vardır..." (Bakara, 200-201; bk. Hûd, 15-16)
Yüce Allah, ister kâfir ister mümin olsun, nimet ve servet isteyen ve bu uğurda çalışan kullarının emeklerini boşa çıkarmaz (Hûd, 15-16): "Kim sadece bu dünya nimetlerini isterse, onlardan dilediğimiz kimseye , dünyada dilediğimiz kadar nimet veririz, sonra da cehennemi onlara mekân yaparız. Bu kimseler, cehenneme kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak gelirler. Kim de mümin olarak ahireti ister ve ahiret için çalışırsa, bu kimselerin çalışmalarının da karşılığı verilir. Rab- binin nimetlerinden her birine, onlara da bunlara da veririz. Rabb’inin lütfü hiç kimseye yasaklanmış değildir." (Isra, 18-20) Ayetlerden anlıyoruz ki, çalışan ve üretene Allah, çalıştığının karşılığını verir (bk. Enbiya, 94) ve bu konuda mümin-kâfir, itâatkâr-isyankâr diye de bir ayırım yapmaz. "Allah, işini en güzel biçimde yapanların ecrini zayi etmez." (Kehf, 30); "çalışanların ücreti ne güzeldir." (Âl-i lmrân,136)
İslâm’a göre para ve değişime vasıta olduğu mal, servet ve ürünler amaç değil, yaratılış gayesi olan "kulluk" görevinin yerine getirilmesi için bir araçtır. Mümin, bu bilinç içersinde hareket eder, dünya-ahiret dengesine dikkat eder, dünyayı kazanayım, çok param ve servetim olsun diye kulluk görevini unutup ahireti ihmal etmez. Dünya için çalışır, ahireti dünya için feda etmez, aksine ahireti tercih eder, dünyanın geçici, ahi- retin bâki olduğunu bildiren şu ayeti aklından hiç çıkarmaz: (iman ederek şirk, küfür ve nifaktan) arınan ve Rabb’inin adını anıp namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer. Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret daha hayırlı ve süreklidir" (A’lâ, 14-17)
"Elbette ki ahiret mükâfatı, iman edenler ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır." (Yusuf, 57) Ayet, dünyayı bırakın, sadece ahirete bakın anlamına gelmez; dünya nimetlerine dalıp ahireti unutmamak için bir uyarı ifade eder. İslâmî usullerle para-servet kazanmanın yol ve yöntemini iyi bilen mümin, dünya nimetlerini elde ederken ahireti de kazanır.
Paranın kazanılması
Para, mal, mülk ve servetin, haram ve batıl yollarla değil, meşru ve helâl yollarla elde edilmesi gerekir. Bu Allah’ın kesin emridir: "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir. Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa onu cehennem ateşine atacağız. Bu Allah’a pek kolaydır." (Nisa, 29-30).
Mümin; Allah’ın nimetlerinden azami ölçüde yararlanmak, başkalarına el açmamak, kimseye muhtaç olmamak, eşi, çocukları ve bakmakla yükümlü olduğu insanların gereksinimlerini karşılamak, hayır ve hasenat yapmak, zekât ve sadaka vermek için çalışmak, üretmek, mal mülk kazanmakla yükümlüdür, ölümlü dünyada fazla çalışmaya gerek yok, bir lokma bir hırka yeter diyemez, çünkü böyle bir düşünce Kur’an ile bağdaşmaz: "Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma, Allah’ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de (insanlara) ihsanda bulun, yer yüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allah, bozguncuları sevmez." (Kasas, 77) anlamındaki ayet, dünya nimetlerini ihmâl etmemeyi, cimri olmamayı, helâl-haram demeden servet elde etmek için haram ve günahlara sapılmaması, fitne ve fesat çıkarılmaması gerektiğini ifade eder.
Ticaret, sanat, beyin ve beden gücü ile çalışma, insanlığa faydalı her türlü sektörde üretim ve benzeri helâl para kazanmanın pek çok yolu olduğu gibi, kumar, hırsızlık, gasp, rüşvet, faiz, fuhuş ve benzeri ahlâkî ve yasal olmayan kazanç vasıtaları da vardır. Özellikle üretimde, iş ve ticâ- rî hayatta çok farklı şekilleri bulunan hile ve aldatmalar, sözgelimi; müşteriye birinci kalite diye ikinci kalite, yeni diye kullanılmış mal verilmesi, eksik tartılıp ölçülmesi meşru değildir. Devlet malının zimmete geçirilmesi; her türlü yolsuzluk; işçi ve memurun görevini ihmâl ederek hak etmeden aldığı ücret, iş verenin çalışanlara hak ettiği ücretlerini, devlete vergisini, fakire zekâtını vermeden elde ettiği servet meşru değildir. Yine kalitesiz üretimden ve fahiş fiyatla elde edilen para, kurumlardan ve devletten alınan kredinin geri verilmemesi; tüketilen suyun, elektriğin ve gazın bedelinin ödenmemesi meşru değildir.
Mümin; helâl-haram demeden para kazanma düşüncesini taşıyamaz, nereden gelirse gelsin servetim olsun, vasıtası önemli değil, yeter ki malım-mülküm bulunsun diyemez, pragmatik, çıkarcı ve menfaatperest olamaz, çünkü bu tür düşünce ve davranış, iman ve Kur’an ahlâkı ile bağdaşmaz.
Paranın harcanması
Para ve servetin helâl yollardan kazanılması kadar, helâl ve meşru yerlere harcanması da önemlidir. Meşru olmayan harcama; parayı-ser- veti; içki, kumar, uyuşturucu, fuhuş ve benzeri gayri meşru ve haram yerlere harcamak ve malı- mülkü israf etmektir.
Batıl yollarla servet edinmek ve onu gayri meşru yerlerde harcamak günah olan bir davranıştır. "Aranızda mallarınızı batıl yollarla yemeyin. insanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için, onları hakimlere/yöneticilere (rüşvet olarak) vermeyin." (Bakara, 188) anlamındaki ayet, bunun açık delilidir. "Malı batıl yolla yeme" tabiri, sadece yemeyi-içmeyi değil her türlü harcama, faydalanma ve tasarrufu ifade eder. Bir malın haram olması, ya kendisinde bulunan bir illet ya da elde edilmesinde bulunan gayri meşruluk sebebiyledir. Dolayısıyla ayet; domuz eti, akmış kan, ölmüş hayvan eti, çalıntı mal, zehirli ve sağlığa zararlı gıdalar; alkollü içecekler, katı ve sıvı uyuşturucular ve sağlığa zararlı olan her türlü içeceklerin haramlığına işaret ettiği gibi, paranın-servetin haram vasıtalarla elde edilmesine ve haram yerlerde harcanmasına da işaret eder.
Kur’an’da "batıl", "haram" ve "günah" yollarla servet edinme, serveti haram yollara harcama ve haram şeylerin yenilmesinin yasaklanmasına karşılık; "iyi", "temiz" ve "helâl" şeylerin yenilmesi emredilmektedir: "Ey insanlar! Yer yüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin..." (Bakara, 168; bk.172; Mâide, 88; Nahl, 114)
Allah’ın emriyle, "insanlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılan" (A’râf, 157) Peygamberimiz (s.a.s.), "iyi ve temiz olandan başka bir şey yememeye gücü yeten kimse bunu yapsın / sadece iyi ve temiz olan şeyleri yesin." (Buhari, Ahkam, 9, vııı, 107) anlamındaki hadisi ile helâl ve temiz gıdalarla beslenmenin önemine vurgu yapmıştır. Çünkü helâl ve temiz şeylerle beslenme; insanın karakterine, ahlâkına ve ibadet hayatına olumlu katkı yapmaktadır.
Kişinin kendisi ile bakmakla yükümlü olduğu kimselerin barınma, yeme-içme, giyim, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçları; cami, Kur’an kursu, okul, hastane ve benzeri kamu yararına olan yapılara, fakir, yetim, öksüz, talebe ve benzeri muhtaç insanlara yapılan yardımlar, verilen borçlar, sadakalar, zekâtlar ve infaklar (Bakara, 254-268; Hadid, 18; Mearic, 24) paranın harcanacağı en önemli alanlardır.
Bir diğer husus da kazanılan paranın, harcanması gereken yerlere harcanmamasıdır. Malı saçıp savurmak / israf etmek haram olduğu gibi (Araf, 31); cimrilik etmek de haramdır (Isra, 2). Yüce Allah; "Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya hakkını ver, fakat saçıp savurma." (Isra, 26) buyurmaktadır. Peygamberimizin beyanı ile, "Allah, kuluna verdiği nimetin izini, kullarının üzerinde görmeyi sever." (Tirmizi, Edeb, 54; v, 124), "Malından kendi ihtiyaçların için harcaman senin için bir sadakadır. Aile fertlerinin ihtiyaçları için harcaman senin için bir sadakadır. Eşinin ihtiyaçları için harcaman senin için sadakadır." (Ahmed, I, 168, bk. Müslim, Vasiye, 8, II, 1253) Müslüman, ne savurgan ne de cimridir, her davranışı gibi harcaması da dengelidir. (Isrâ, 29; Fürkân, 67)
İsraf ve cimrilik doğru olmadığı gibi, kazandığı bütün parayı harcamak, hiç tasarrufta bulunmamak da doğru değildir. "Ak akçe kara gün içindir" ata sözünde ifade edildiği gibi gelecek günler, beklenmedik ihtiyaçlar için tasarrufta bulunmak isabetli bir davranıştır. Az bile olsa para tasarruf edilmelidir, atalarımızın dediği gibi "damlaya damlaya göl olur."
Değişim, ödeme ve tasarruf vasıtası olan, nimeti ve zenginliği temsil eden para; İslâmî değerlere göre helâl ve meşru yollardan kazanılıp, yine helâl ve meşru yerlerde harcanması gereken bir araçtır. Parasız-servetsiz hayatı sürdürmek mümkün değildir, ama helâl-haram ayırımı yapmadan para-servet elde etme hırsı da doğru değildir. Zenginlik sadece çalışma ile elde edilen bir olgu değil, İlâhî bir lütuftur. (bk. Bakara, 247; Nahl, 71; Zuhruf, 32) Sadece para ile saadet olmadığı gibi, insanın elinde bir emanet ve imtihan vasıtası olan (bk. Enfâl, 28; Sâd, 27) para-servet, iyi değerlendirilmezse insanın başına bela olabilir, insan hayatını zindan edebilir. Onun için müminin; parayı hak ederek kazanması ve paranın hakkını vermesi; paraya tapmaması, ibadetlerini ihmal etmemesi (Nur, 38), ebedî hayatı unutmaması (bk. Al-i Imran, 148; Erı’am, 32), ahirette sahip olduğu bütün nimetlerden Tekasür, 8 ve malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorgulanacağını (Tirmizi, Kıyame, 1, V, 612) bilmesi gerekir.
Mümin, dünya nimetlerinden azami derecede yararlanmalı, fakat dünya nimetlerine esir olmamalı, paraya mahkum değil, hakim olmalıdır. Zekât verecek konuma gelmek için çok çalışmalı (Müminûn, 4) ancak, "Kıyamet günü ne mal fayda verir, ne oğullar. Ancak arınmış (Müslüman) bir kalp ile gelen kimse fayda görür." (Şuara, 8990) anlamındaki ayet ile, "Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (iman veya inkâr hâlinize) ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 32; Ahmed, II, 285) anlamındaki hadisin verdiği mesajı unutmamalıdır.
Peygamberimizin beyanı ile Allah, zengin kulunu sever, ancak zenginlik sadece mal çokluğu ile değildir, asıl zenginlik gönül zenginliğidir, (bk. Müslim, Zühd, 11; II, 2277) Bununla birlikte fakirlik istenip arzu edilen bir şey değildir.
Fakirlikten kurtulmak için meşru olmak kaydıyla, her türlü tedbiri almak müminin görevidir. Peygamberimiz (s.a.s.); "Allah’ım! Zenginlik fitnesinin şerrinden, fakirlik fitnesinin şerrinden sana sığınırım." (Ibn Mace, Dua, 3, ll, 1262) diye dua etmiş ve "Fakirlikten, yoksulluktan ve zilletten Allah’a sığınınız." (Ibn Mace, Dua, 3, II, 1262) tavsiyesinde bulunmuştur. Mümin, dünyasını da ahiretini de kazanmalı ancak, "Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz." (Kıyamet, 20-21) anlamındaki ayetle kınanan insan konumuna düşmemelidir.