Şükretmek Ruhen Güçlendirir
İyilik edene teşekkürle karşılık vermek bütün kültürlerde üst bir değer olarak görülür. Yapılan zerre miktarı iyilik dahi insanda minnet hissi uyandırır ve iyiliği yapana teşekkür ederek bir yerde onu ödüllendirmiş oluruz. Büyüklerimizin bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır sözü, vefa, sadakat, minnettarlık ve teşekkür gibi değerleri gün ışığına çıkararak önemine işaret ediyor…
İyilik, inanmaktır, iyiliğin getirdiği feyiz ve bereket ise önce kişinin kendisine ulaşır. Ve aslında iyilik için yaşarız, iyilik için nefes alıp veririz, iyilik için çaba gösteririz. İyiliğin bir boyutu topluma uzanır ki, bu bir alışveriştir ve bu alışverişte her iki taraf da kazanç elde eder. Teşekkür ise insani ilişkileri güçlendirerek kalplerde yakınlık uyandıran bir davranıştır. Emmons’a göre teşekkür iyiliği sergileyen kişiye hak ettiği değeri vermektir ki, bu aynı zamanda iyiliğin yayılması için bir sebeptir.
Teşekkürü küçümsemeyin, zira iyilik edene hak ettiği ödülü vermek insan eksenli bir medeniyetin oluşmasına katkı sağlayarak önemli bir işlev görüyor. İkram edene duyulan minnettarlığın üst noktasında ise kulun yaratıcısına şükür borcu vardır ki, şükretmeyen insanlıkta eksiktir.
Günümüzde sosyokültürel değişimle birlikte oluşan tüketim alışkanlığı ve israf, doyumsuzluğu, şükürsüzlüğü ve ruhsal sorunları da beraberinde getirdi. Bilim, teknoloji, ekonomik ve sosyal imkânlar değerlerden bağımsız şekilde tasavvur edildiğinden insanın ruhuna inemedi ve manevi boşluğa mutsuzluğa sebebiyet verdi. Arzu ettikleri her şeye ulaşabilen fertler maneviyatla bağlarını koparınca yalnızlığa ve varoluşsal sıkıntıya maruz kaldılar. Manevi açlık, doyumsuzluk ve depresif sorunlar insanları farklı arayışlara sürükledi, üretilen çözümler ise beklentileri hiçbir şekilde karşılamadı.
Maddiyatın her sorunu çözebileceğine inanan fertler varoluşsal sıkıntılara maruz kaldılar ve kanaatkârlık, itidal, teslimiyet, empati ve şükür gibi değerlerden uzaklaştılar. Bu durum insanların ruh ve duygu dünyalarında yoğun bir açlığın ortaya çıkmasına neden oldu ki, fertler bu açlığı geçici hazlarla gidermeye çalıştılar. Ve maddi imkânları sihirli bir anahtar olarak görüp bu anahtarla her kapıyı açabileceklerine inandılar. İnsanlarımız ne kadar zayıf ve aciz olduklarını unutup kendilerine büyüklük atfettiler ve özür dilemeyi, şükretmeyi bir acizlik olarak görüp narsizmin sokaklarında kayboldular. İnsanlar ihtiras denizine düştüklerinin farkına varamadılar, nefes alıp vermenin bile büyük bir nimet olduğunu fark edip şükredecekleri yerde, daha fazla şeye sahip olamadıklarına odaklanıp şikâyet etmeye başladılar. Allah’ın bahşettiği yaşamın en büyük nimet olduğunu unuttular ve kendilerini bitmek bilmeyen bir talepler ülkesinde buldular. Burada isteklerin sonu yoktu ve insanlar şükretmekten çok şikâyet etmeye kurgulanmışlardı. Ve… İnsan bilinmez dehlizlerde kayboldu, insan tutunduğu imkânların emanet olduğunu unuttu ve kibre kapıldı. İnsan kibrinde ve nankörlüğünde boğuldu fakat ne düştüğü çukurun ne de yürüdüğü karanlık yolun farkına varabildi.
“De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?” (Mülk, 23).
Fatma Tuncer.