Davranışlarımız niyetimize tabidir
Hz. Peygamber “Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir” buyurmaktadır. Yani niyetlerimiz bir yerde davranışlarımızın arka bahçesidir. Ortaya koyduğumuz tutum ve davranışlarımızın her zerresi bir niyete tabidir. Kişilerarası ilişkilerimizde görünene göre karar verir ve insanların davranışlarına bakarak kimlikleri hakkında çıkarımlarda bulunuruz.
Niyetlerimizin muhafaza edildiği arka bahçe ise umuma kapalı bir alandır ve bu alana sadece biz girebiliriz.
İslam kişinin niyeti ile davranışının tutarlılığını dikkate alır ve yaşamlarını bu denge üzerine kurabilen müminlerden övgü ile bahseder. Nitekim İslam’a inanmadıkları halde çıkarlarını hesaba katarak inandıklarını iddia eden münafıklar inkar edenler kategorisinde yer almış ve bu tavırları ile aslında kendilerini kandırmışlardır. Çevremizde niyetleri habis olduğu halde iyilik çığırtkanlığı yapan insanlar vardır, bu kimseler istedikleri kisveye bürünerek insanları kandırmaya çalışırlar.
Fakat niyetleri onları yaşamlarının bir kesitinde mutlaka ele verir ve insanların güvenlerini kaybederler.
Niyetlerimizin çıkış noktası kalptir, bir şeye karar verirken buradan hareket ederiz. Kalp evimizde konaklayan niyetlerimiz önce duygularımıza daha sonra da davranışlarımıza ve ifadelerimize yansır.
Kalp evinde başlayan niyetlerimize aklımız irademiz ve bütün azalarımız dâhil olur. İyiliğin büyüğü küçüğü yoktur. Doğru olan en küçük zerrenin dahi büyük değeri vardır. İnsanlara zarar verecek küçük bir taşı ortadan kaldırmanız niyetinizin bir göstergesidir ve müminin bu davranışı Resulullah tarafında övülmüştür. İyi niyetle yapılan hiçbir iş zayi olmaz.
Kişi eğer niyet ettiği şeyi, Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa onun bu eylemi ibadet olur. Mümin kötü bir eyleme meyletmiş fakat geri adım atmışsa bunun da bir mükâfatı vardır... Rabbimiz kişinin hatadan cayması karşısında da onu mükâfatlandırarak iyiliğe teşvik etmektedir.
Abdullah İbni Ömer, Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demiştir: “Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”
Uzun sözün kısası; iyi ya da kötü her şey, niyetlerimizin birer sonucudur. O yüzden niyetimizi değiştirmeden iyiliğin galibiyetini sağlayamayız.
bakanlar
HAYATA YAMUK BAKANLAR
Sıradan bir vatandaşımızı yoldan çevirip, inandığı din hakkında sorsanız size “Elhamdülillah Müslüman’ım, namazımı kılar orucumu tutarım… diyecektir. Fakat nasıl oluyorsa aynı kişi, küresel kapitalizmin ihraç ettiği gün ve gecelere İslam’da hiçbir yerinin olmadığını bile bile büyük bir hevesle iştirak ediyor. Söylemleri ile eylemleri arasında tutarlı bir yol bulamayan bu kimseler, sahip olduklarına değil sahip olamadıklarına rağbet ediyor ve sürüye dâhil olabilmek için her yolu mubah görüyorlar.
Bir yıl değil, daha birkaç hafta evvel ülkemizin her bölgesinde yılbaşı hazırlıkları yapıldı, programlar hazırlandı, Müslüman evlatları alışveriş merkezlerine koşup, fahiş alışverişler yaptılar ve yılbaşını kutlayacakları mekânı aylar öncesinden belirlediler.
Bir yıl değil daha birkaç hafta evvel, yakınlarımdan birinin yılbaşı için özel hazırladığı programa şahit oldum ve dayanamayıp sordum: Yılbaşının Müslümanların inanç ve değerlerinde bir yeri var mıdır? Hanımefendi yüzüme öfkeli bir vaziyette baktı ve “artık yılbaşını kutlamayan insan mı kaldı, bak siyasiler bile demeç veriyorlar, çoğunluğa uyacaksın…” dedi. Olgun denebilecek yaştaki bir hanımın bu ifadeleri bana şu hikâyeyi hatırlattı: Rivayet olunur ki bir karga kilisenin penceresine konar ve bakar ki pencerenin camı kırık. Hiç vakit kaybetmeden içeri girer, önce ortalığı dağıtır sonra kutsal kabul edilen bir ikonun üzerine pisler. Bununla da yetinmez kutsal sudan içer ve etrafı dağıtmaya devam eder. Tam da o sırada içeri kilisenin papazı girer, kargaya bakar ve şöyle der: Sen ne yaptığını sanıyorsun eğer Müslümansan bu kutsal şaraptan neden içtin, Hıristiyansan şu kutsal ikonun üzerine neden pisledin?
Küresel güçlerin kültürel kuşatması altında yaşayan İslam toplumları ne yazık ki kimlik karmaşasından kurtulup, ben kimim sorusuna makul bir cevap bulamıyor ve Müslüman mahallesinde salyangoz satan tacirlerin tuzağına kolayca kapılıyorlar. Bugün Müslümanların içine düştüğü en büyük sorun budur. Yani; eylemleri ile söylemleri arasında tutarlılık bir yol bulamamaları, komplekslerine yenik düşüp köklerine yabancılaşmalarıdır.
İslam üzere olduklarını ve inandıkları değerlere kuvvetle bağlandıklarını iddia eden kişiler, Batının kokuşmuş kültürünü sahiplenmekle kalmıyor, bu kokuşmuş kültürü içselleştiriyor ve bir zaman sonra savunmaya başlıyorlar. İki kültür arasında sıkışıp kalan Müslümanlar iç dünyalarında yaşadıkları çelişkiyi ortadan kaldırabilmek için “çoğunluğa uyuyoruz” deyip işin içinden çıkıyorlar. Oysa çoğunluk her zaman haklı değildir, aksine çoğunluğun zıt istikamete kayması daha kolaydır. O yüzden Müslüman bir şeye karar verirken insanların değer yargılarını değil Allah’ın koyduğu ilkeleri dikkate almalıdır.
Fatma Tuncer.