Dünyayı okumuş Adamlar Kirletiyor
İnsanlarımız okumuş, mürekkep yalamış kimselerin erdemli ve dürüst bir karaktere sahip olduklarına inanır ve bu kişilere itimat ederler. Fakat gelin görün ki, bilginin parmaklarımızın ucuna kadar ulaştığı bir çağda mürekkep yalamış adamların ektiği şiddetin önünde savrulup duruyoruz. Bugün dünyayı mürekkep yalamış haydut ve katiller yönetiyor ve cezaevleri okullu insanların dolup taştığı mekânlara dönüşüyor. Günümüzde okullar mesleki kariyer kazandırıyor, genç bireylere para ve mevki noktasında kapı aralıyor ancak onları insanlaştıramıyor. Biliyoruz ki; dünyayı kan gölüne çeviren, çocukları yetim ve öksüz bırakan, mazlum halkların kaynaklarını sömüren küresel organizasyonun üyeleri dünyanın en gözde okullarında okumuş, en seçkin üniversitelerde eğitim almış kişilerden oluşuyor.
Günümüzde okumak, eğitim almak eskiden olduğu gibi meşakkatli bir iş değil, insanlar istedikleri alanda kendilerini geliştirebiliyor ve meslek edinebiliyorlar. Toplumun büyük çoğunluğu üniversite tahsili almış kişilerden oluşuyor. Fakat suç oranı da aynı minvalde artıyor ve diplomalı katiller, hırsızlar, soyguncular, tacizcilerle aynı toprak parçası üzerinde hayat buluyor ve aynı havayı soluyoruz. Mevcut sistemin okulları diploma veriyor, meslek edindiriyor, para ve mevkii noktasında büyük imkânlar sağlıyor ancak erdemli davranışlar sunamıyor, fertlerin gönüllerini dönüştüremiyor.
Büyüklerimiz ilme ve bilen insana özel bir değer atfeder ve onları başlarına taç ederlerdi. Peki ama onların değer verdiği bilginin içeriği neydi acaba? Bilen insan hangi özellikleri taşırdı ya da? Okumuş adamdan zarar gelmez söyleminin muhatabı kimlerdi? Bu söylemin muhatabı bilgiyi hikmete ve sevgiye dönüştürebilen etkin kişiler ve onların ellerinde tuttukları meşaleleriydi kuşkusuz. Onların pak ve temiz gönülleri ve örnek şahsiyetleriydi. Bundan hiç kuşkumuz yok…
Eğitim anlayışının sadece mesleki alanla sınırlandırılması ne yazık ki zihin bulanıklığına ve çelişkilere neden oldu. İnsanlar yeter ki bir mesleğim olsun ve elime üç beş kuruş geçsin de ne olursa olsun tavrıyla hareket edip bizi insan kılacak değerleri metalaştırmaya ve bu değerleri çıkarları için kullanmaya başladılar. Birey ve toplumların kişiliklerini inşa görevi üstlenen bazı ilahiyatçılarımız da bu alanı bir hizmet ortamı olarak değil çıkar kapısı olarak görüp menfaatlerine alet ettiler. Dinin çıkarlara alet edilmesi aynı zamanda münafık bir karakterin ortaya çıkmasına da neden oldu. İnsanlar asıl niyetlerini gizli tutarak çocuklarımızı yönlendirmeye devam ettiler.
Şu günlerde Kur’an’ın hak kitap olmadığına dair açıklamalar yapan bir şahıstan bahsediliyor. Ve ne yazık ki bu şahıs yıllarca ilahiyat fakültelerinde inanmadığı bir konuda ders vermiş ve sözde öğrenci yetiştirmiş. Düşünün adam Kur’an’ın hak kitap olduğuna inanmıyor fakat yıllar yılı ayetlerin anlaşılma biçimi ve yorumu hakkında dersler veriyor ve bunu bir iş olarak görüp sürdürüyor.
Düşünün… Adam ilahiyat alanında göreve başlıyor, onlarca öğrenciye hitap edip, ülkenin en güzide okullarında çalışıyor fakat İslami temelli eğitimden nefret ediyor, ilahiyat sahasında çalışmaktan utanç duyuyor ve emeklilik dilekçesinde artık ait olduğu yerde bulunacağını ima ediyor.
Düşünüyorum; bir insan inanmadığı bir şeyin eğitimini nasıl verebilir? İnanmadığı bir kitabın içeriğini hangi duygularla aktarabilir? Ait olmadığı bir yerde yıllar yılı nasıl barınabilir? Ya da insan hangi gerekçe ile bu çelişkili hayatı seçebilir? Başta da dediğim gibi insanoğlu kalbindeki kirleri gizli tutarak fitne ve fesat ekebiliyor, çıkarlarını putlaştırarak kendisiyle çelişebiliyor bu yabancı olmadığımız bir durum… İslami eğitim alanına sızan bu kirli zihniyetlerde elbette çocuklarını hiç tanımayan ve onları ait olmadıkları yere zorlayan anne-babaların da büyük vebali var. Zira din bir meslek değil bir değerler bütünüdür ki, bu alanda eğitim verecek kişinin ilk evvela söylemlerine kuvvetle inanması ve bunu hayatına taşıması gerekir. İslami alanda eğitim verecek kişinin imanlı, şuurlu ve ahlaki değerlerle bütünleşmiş örnek bir kişi olması gerekir.
Okullar çocukları yeteneklerine uygun alanlarda yetiştirip hayata hazırlamalıdır. Ancak bu kurumların bilgiyi hikmete ve hayata dönüştürecek ve onları insanlaştıracak manevi bir ayağının mutlaka olması gerekir. Bunun için dini eğitim verecek kişilerin seçimi noktasındaki hassasiyetin dikkate alınması ve bu kişiler sadece aldıkları puanlar üzerinden değil ahlaki davranışları ile de değerlendirilmelidirler.
Fatma Tuncer.