ETNOSANTRİZİM HASTALIĞI 1
Etnosantrizm, bir kişinin ya da grubun kendini diğerlerinden üstün ve imtiyazlı görmesidir. Hepimizin bildiği üzere etnosantrizmin ilk babası şeytandır. Zira Allah (c.c.) kendisinden Adem’e secde etmesini istediğinde şeytan, kendisinin ateşten yaratıldığı için daha üstün olduğunu ileri sürüp reddetmişti. Ancak ırkçılık şeytanla bitmedi, insanlık tarihine kin ve nefret eken ve Allah’ın bahşettiği ömrü zulmün hamiliğini yaparak tüketen şeytanın çocukları hâlâ yaşamaktadırlar. Adı, unvanı ne olursa olsun şeytanın evlatları ırksal bir üstünlük taslayarak kin ve nefreti yaymaya ve adaleti katletmeye devam etmekteler.
Günümüzde küresel emperyalist/Siyonist odakların dünya kaynaklarını tek ellerinde tutmak ve ötekilere yaşam hakkı tanımamak için sürdürdükleri işgal, katliam ve şiddet olaylarının dinamiğinde hep bu ırkçı etnosantrik yaklaşım vardır. Kendilerinin diğerlerinden imtiyazlı olduğuna inanan bu zihniyet toplumları etnik ve mezhepsel çatışmaya teşvik ederek onları birbirlerine düşürüyor ve arabuluculuk rolüne bürünerek masum halkın bütün kaynaklarını sömürüyorlar. Sömürgeci baronların karakteri haline gelen ırkçılık ne acıdır ki, onların sömürdükleri toplumlara da bulaşmış ve tedavisi müşkül bir hastalığa dönüşmüştür. Ruh hekimleri ırkçılığı, kin ve nefreti tetikleyen bir hastalık olarak değerlendirip bu hastalığın tedavisi için önlemler alınması gerektiğini açıklamalıdırlar.
Hz. Peygamber Müslümanları İslam kardeşliği ekseninde bir araya getirmiş ve onlara birbirlerini sevmelerini tavsiye etmiştir. Fakat ne yazık ki günümüzde bir araya gelen iki Müslüman ben ve sen biz ve ötekiler üzerinden çatışmaya düşüyor ve yakınlık kuramıyorlar. Etnik, mezhepsel, hizip, parti gibi unsurlar İslami değerlerin önüne geçiyor ve Müslümanlar faşizan bir yaklaşımla birbirlerinden kopuyor, uzaklaşıyorlar.
Küresel kapitalist zümreler bizi ırkçılık silahı ile vurdular. Öyle ki Resulullahın bir elin parmakları gibidirler dediği Müslüman halklar artık birbirlerini Kürt, Türk, Şia, Sünni, parti, hizip, tarikat üzerinden ayrıştırarak aralarına demirden zırhlar örmekteler. Bu durum elbette düşmanın işini kolaylaştırıyor ve mor ineğin hikâyesi misali bizi birbirimizde dövüştürerek zayıf ve çelimsiz bırakıyor, sonra da aradan sıvışıp işgallerine devam ediyorlar.
Bugün Müslümanların en büyük sorunu tefrika ve ötekileştirme sorunudur. Birbirlerini İslam kardeşliği ekseninden değil, biz ve ötekiler ekseninden değerlendiren Müslümanlar düşmanın oyununa geliyor sonra da dönüp neden bu hale düştük diyorlar. Fakat bu soru hep havada kalıyor, akıl ve iradi güçlerini kullanıp özlerine bir türlü dönemiyorlar.
Fatma Tuncer.
ETNOSANTRİZİM HASTALIĞI 2
Aile fertlerini ayakta tutan bağ kuvvetliyse dışarıdan gelebilecek bir tehlike onları kolay kolay yıkamaz.
Tıpkı bunun gibi Müslümanlar eğer tevhidi bilinç ekseninde bir araya gelip güç birliği oluşturabilmişlerse dışarıdan gelebilecek darbelerden kolay kolay etkilenmezler. Bu durumu çok iyi bilen ve analiz eden küresel güçler İslam coğrafyasını işgal edebilmek için önce onları bir arada tutan dinamikleri yıktılar. Ulus devletler oluşturarak ırkçılığı yaydılar ve toplumları birbirlerine düşürdüler. Müslüman halkları etnik ve mezhepsel çatışma üzerinden zayıflatarak onları köleleştirdiler ve kaynaklarına kondular. Peki, nasıl oldu da Müslüman evlatları bu oyunun gönüllü piyonları olabildiler? İnandığı dinin ilkelerini tanımayan ve bu ilkelerin hangi temeller üzerine kurulduğunu bilmeyin Müslüman halklar kendilerine sunulan bilgi kırıntılarını irade süzgecinden geçirmeden aldılar ve harekete geçtiler. Rabbimiz kutsal kitabı Kur’an’da, “Akletmiyor musunuz? Düşünmüyor musunuz?” diyor ve onları akıllarını kullanmaya teşvik ediyor. Fakat bugün Müslümanlar sadece inandık demekle sorumluluktan kurtulabileceklerini zannediyorlar. O yüzden gafil avlanıyor, düşmanın safında yer aldıklarının farkına dahi varamıyorlar.
Resulullah yaşamının son noktasına kadar Müslümanların iman, bilgi ve bilinç noktasında güçlenmeleri için çaba sarf etmiş, sadece inandım demenin yeterli olmadığını, buna ilim, ihlâs, takva ve şuurun da eklenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Zira bilinci körelmiş Müslüman rüzgârın önünde savrulan bir yaprak gibi zikzak çizmeye devam edecektir.
Varlığını etnik yapı üzerinden değerlendirerek beyazlar ve ötekiler algısı oluşturan Batı, bu marazi hastalığı asimile olmuş toplumlara da bulaştırdı. Fethettiği topraklara sevgi ve barış götüren ceddimizin aksine insanlarımız en küçük meselelerde dahi etnik ayrımcılığa yöneliyor ve nefret kusmaya başlıyorlar.
Son günlerde halkımızın Suriyeli mültecilere karşı yaklaşımını gördükçe şaşkınlığa düşüyor ve ırkçılık hastalığının bizi düşürdüğü vahim durumu anlamaya çalışıyorum. Kim bir sıkıntıya düşse Suriyeliler yüzünden diyor. Geçim sıkıntısı yaşayanlar, mahalle baskısına maruz kalanlar, imkânları elvermediği için tatile çıkamayanlar, çocuklarını okutamayanlar, ekonomik yardım birimlerinden faydalanamayanlar hemen atılıyor ve “bütün bunlar başımıza Suriyeliler yüzünden geldi” diyor. Allah’ın arzı hepimize yeter, yeter ki paylaşmayı ve sevgide birleşmeyi öğrenelim.
Resulullah, “Müminler birbirlerini sevmekte birbirlerine acımakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulur” buyurur, İslam kardeşliğine vurgu yapar. Fakat İslam’ın vahdet idealinden uzaklaşan bugünün Müslümanları faşist bir ideolojinin kıskacına takılmışlar ve bir türlü çıkamıyorlar.
Küresel güçler medya ve iletişim aygıtları aracılığıyla ırkçılık hastalığını yaymaya devam ediyorlar. Müslüman halkları birbirlerine düşürüyor, onları savaştırıyor, kutuplara ayırıyorlar. Sonra da demokrasi getireceğiz deyip şehirleri bombalıyor, masum insanları katlediyor ve halkların geçim kaynaklarına el koyuyorlar.
Düşman bizi kendi elleriyle vurmuyor bizi bizim insanımıza vurduruyor. Bilinçsiz nesilleri kuklalaştırarak, oğullarımızı kızlarımızı katlediyor, topraklarımıza konuyor, kutsallarımızı işgal ediyor ve yeryüzünde huzur diye bir şey bırakmıyor. Düşman, mahallemizde sokağımızda ellerini kollarını sallayarak geziyor ve istediğine istediği şiddeti reva görüyor. Peki, bizler ne yapıyoruz? Bizler sadece hamaset yapıyor, yenilgiyi zafer zannedip yıkıntıların üzerine çıkıyor ve kendimize övgüler yağdırmaya devam ediyoruz. Çok yazık!
Fatma Tuncer.